Cezmi Doğaner
Ulusal kurtuluş savaşının dış dünyadaki anlam ve önemi üzerine bilimsel araştırma ve çalışma yapanlar, mücadelenin dış politik etkenlere karşı siyasi bağımsızlık, sömürgecilere karşı ekonomik bağımsızlık, ülke içinde kişi ve zümre saltanatına karşı halk egemenliğini temel alan üç amacı hedef aldığını yazarlar. Bu amaçlar 1922’de eylem olarak, 1923’te hukuki anlamı ile gerçekleşmiştir.
Ulusal kurtuluş savaşı, tüm ihtilallerden daha kapsamlı bir ihtilal anlamına gelir. Özünde halk egemenliği ilkesinin yanında siyasi, ekonomik ve kültürel bağımsızlık amaçları da taşır.
Halk egemenliği ve bağımsızlık amaçlarını gerçekleştiren bu ihtilal hareketi, eskiyi silip süpürerek yeni bir toplum kurmaya yönelmekle bir devrim hareketi olmuştur. Bugün, bir Türk devriminden, bir zihniyet devriminden söz ettiğimiz zaman köklü bir değişim gerçeğini de söylemiş oluruz.
“Halkçılık programının temel esasları 18 Kasım 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin bildirisinde yer almıştır. Devrim tarihimizde “halkçılık beyannamesi” adıyla anılan bu bildirinin temel satırları şöyle özetlenebilir: TBMM halkın öteden beri katlandığı yoksulluk nedenlerini yeni teşkilât ve araçlarla ortadan kaldırarak yerine refah ve mutluluk sağlamayı başlıca hedef sayar. Bu nedenle toprak, eğitim, adalet, maliye, iktisat ve vakıflar işlerinde ve diğer meselelerde sosyal kardeşlik ve yardımlaşmayı, yani bugünün anlamıyla sosyal adaleti egemen kılarak halkın ihtiyacına göre yenilikler ve tesisler yapmaya girişecektir. Bunun için de siyasal ve sosyal ilkelerini milletin ruhundan almak ve uygulamada milletin, eğilim ve geleneklerini gözetmek düşüncesindedir.”
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE HALKÇILIK İLKESİNİN ANLAMI (Bahir Mazhar Erüreten, Cumhuriyet Döneminde Sınıflaşma süreci ve Halkçı Sol)
Atatürkçü kuramın anlatım ve öğretisinde, en çok ihmal edilen, ya da içeriğine nüfuz etmekten kaçınılan ilkelerin başında “Halkçılık İlkesi” gelir. Bunun ilk nedeni; Devletçilik ve Devrimcilik ilkeleri ile birlikte halkçılığın da, sola dönük bir ilke olmasından kaynaklanmaktadır. Sol düşüncenin her türünün, bazı kesimlerde ve dönemlerde yasak kavramlardan sayılagelmesindendir. Özellikle sağ kesim, bazı sözcükleri kendince suçlu ilan etmiş, ne yazık ki, bazı aydın geçinenleri de buna inandırmayı başarmıştır.
Ulu Önder Atatürk’ün, devrim süreci stratejisi, her ilkeyi “Yeri ve zamanı geldiğinde açıklamak”tır. Halkçılık ilkesi aslında, Ulu Önder Atatürk’ün “Yeni Türk toplumuna vermek istediği kültürel, sosyal ve tutumsal (ekonomik) düzeni getirmek için ortaya koyduğu bir söylem idi.” (1)
Ancak Ulu Önder, İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bu düşüncesini üstü örtülü biçimde sunmuş, bağnaz kesimin kuşku ile karşıladığı bu söylemi, kimi zaman “ulusal egemenlik”, kimi zaman “halk dönemi girişimi”, kimi zaman da “halk hükümeti” olarak nitelendirmiştir.
Halkçılık ilkesinin Atatürk’ün düşündüğü anlamda kullanılması, ilk kez 1961 Anayasası’nda, 2. maddede Cumhuriyet’in nitelikleri sayılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “Sosyal Hukuk Devleti” olduğu açıkça belirtilmiştir. 1982 Anayasası’nda da bu ilke korunmuş, ayrıca 4. madde ile bu niteliğin değiştirilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
Bu gerçeği bilen ve açıklayanlardan biri, Ahmet Taner Kışlalı’dır. Şöyle diyordu: “Kemalist Halkçılık, toplumun en yoksul ve en eğitimsiz kesimini güçlendirmek, ulusal dayanışmayı sağlamak istiyordu. Atatürk, “halkçılık, toplumsal düzeni, emeğin hukukuna dayandırmak isteyen bir uğraştır” diyordu. Çünkü Atatürk halk derken, gerçek üreticiyi, geçimini emeği ile sağlayanı anlatıyordu.” (2)
Aynı görüşleri daha önce, Emin Türk Eliçin de savunuyor, halkçılığın içi boşaltılmış olarak sunulmasını eleştiriyordu:
“Atatürk daha 1922’lerde, “Biz, yaşamını ve bağımsızlığını korumak için çalışan bir halkız. Niteliğimizi bilelim… Halkçılık, toplum düzenini emeğin haklarına dayandırmak isteyen bir toplumsal öğretidir” diyordu.” (3)
Eliçin, kitabının ileriki sayfalarında da eleştirisini ortaya koyuyor, şöyle diyordu: “Sosyal içeriği az çok belirtilerek, ister ilk Cumhuriyet Anayasası’nda ve CHP tüzüğünde olduğu gibi, halk eşit millet anlamında olsun, halk ve halkçılık Türkiye’nin politik yazınında öyle büyük rol oynamıştır ki, ona biz de, en büyük önemi vermek, onu (Halkçılığı) açık seçik önümüze serinceye kadar anlatmak zorunda idik. O (Halkçılık) anlaşılır, tutulur, doğurur, kalkındırır, bir kavram olarak ortaya çıkmalı, ya da aydınları şaşkına çeviren kaypak, dönek, aldatıcı, yalnız demagogların işine yarayan bir politika kavramı olarak dillerde dolaşmaktan vazgeçilmelidir.” (4)
Gerçekten de Atatürkçü aydınların ya da öyle geçinenlerin ve özellikle politikacıların önemli bölümü ne yazık ki, Halkçılık ilkesini gereği gibi açıklamaktan özenle kaçınmışlardır.
Halkçılık ilkesinin gereği gibi açıklanmamasının en yaygın nedenlerinden biri de, 1950’li yıllardan beri iktidarı ellerinde bulunduran sağ iktidarların, Atatürk İlke ve Devrimleri’ni gizli ya da açık saptırma gayretleridir.
Yaklaşık seksen yıldır düşük yoğunluklu saldırı ile devrimler ve sınırları Misak-ı Milli ile belirlenen Ulus Devlet günümüzde topyekun bir saldırıyla karşı karşıya. Bunlar yokedilme tehditi altında.
Bugün sorun, hepten “ulus devletin varlığı”yla ilgili.
Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde yaşamadığı kadar adaletsizlik, haksızlık ve hukuksuzluk yaşıyor.
Halkçılık, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı tarihte “Ulusal bağımsızlık” savaşı vermiş bir düşüncenin ürünüdür. Sanayileşmiş birçok Batı Avrupa ülkesinden farklı olarak, dış politikada sömürgeciliğe, yayılmacılığa, emperyalizme ve ayrımcılığa karşı açıkca tavır koyar ve bunlarla mücadele eder.
Bu tavır Türkiye’nin dışa bağımlılıktan kurtuluşunun ve tam bağımsızlığının bir aracı olmuştur.
Hikmet Kıvılcımlı konu ile ilgili şu değerlendirmeyi yapar: “Demek Kurtuluş Savaşı gibi anacık babacık gününde bile ‘Halkçılık Programının uygulanması, ‘Millet kaderine hâkim olabilecek mevkilere gelmiş bulunanların o program üzerinde yeterince duru, net bir kanı besliyememiş olmalarından ileri gelmiştir.
O yüzden Antiemperyalist-Antikapitalist mücadele, Türkiye’de önce Kapitalizmi, sonra Emperyalizmi, bugünkü duruma yükseltmiştir. Bugün artık en kör göz bile Milli Mücadelede Antiemperyalist savaş ile halkçılık programı arasında hayati bir bağlılık görebilir. Anti emperyalizmle Halkçılığın birbirine zarar vermek şöyle dursun, birbirini yalnız çelikten güce eriştireceğini anlamakta güçlük çekemez.
Birinci Büyük Millet Meclisi’nin Halkçılık Programı ne idi? 18 Eylül 1921 (1337) günü Meclise Mustafa Kemal imzası ile sunulan Programın 2. maddesi şudur:
“2-Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, hayat ve istiklalini kurtarmağı yegane maksad’u gaye bildiği halkı, emperyalizm ve kapitalizm tehakküm ve zulmünden tahlis ederek, idarei hakimiyetinin hakiki sahibi kılmakla gayesine vasıl olacağı iddiasındadır.”
“3-T.B.M.M. Hükûmeti, milletin hayat ve istiklaline suikasteden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzatına karşı müdafaa ve harici düşmanlarla tevhidi mesai edip milleti iğfal ve ifsada çalışan dahili hainleri tedip için orduyu tarsin etmeyi ve onu millet istiklalinin müttekası bilmeyi vecibe addeder.” (S. Ağaoğlu: Kuvayi- Milliye Ruhu, s. 72)
Sözler Osmanlıca, İnsan sonradan öztürkçe modasile acep o ilk günlerde söylenenlerin sonraki kuşaklarca anlaşılmaması amaç mı güdüldüğünü kendi kendine sormadan edemiyor. Kurtuluş Savaşında biricik gaye: Halkı emperyalizm ve kapitalizm tehakkümünden ve zulmünden kurtarmaktır. Bu nasıl olacak?” (5)
Halkçılık da temel düşünce ‘insanı her türlü sömürü ve baskıdan’ kurtarmayı ön planda görür. İnsan en yüce varlıktır, tüm uğraş insan için ve insan hizmetinde olmak zorundadır. İnsan hiç bir düşüncenin aracı olamaz, aksine insan amaçtır, herşey onun aracıdır.
Halkçılık düşüncesinin temel anlayışında insanları egemenlik altına almak değil, onları egemenlikten ve zincirlerden kurtarmak amacı vardır.
Halkçılık insancıldır. İnsanlara acı vermeye değil, onların acılarını dindirmeye yöneliktir. Özgürlükçüdür. İnsanların özgürlüklerini sona erdirmeyi değil, özgürlükleri ellerinden alınmış olan insanları özgürlüklerine kavuşturmak ister.
Halkçılık savaşçı değil, barışçıdır. Yerel olduğu kadar evrenseldir.
DEVAM EDECEK