Getting your Trinity Audio player ready...
|
Cahil, cahil olduğunu öğrenemedikçe hiçbir şey değişmemiştir bu dünyada…
Öğretmenlik kutsal bir meslektir; cahile cahil olduğunu kabul ettirebildiği için…
5 Ekim, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO ve ILO tarafından 1994 yılında “Dünya Öğretmenler Günü” olarak ilan edilmiş; o günden beri tüm dünyada kutlanır…
Öğretmenler günümüz kutlu olsun!
Ben de bir öğretmen çocuğuyum… Cılavuz Köy Enstitüsü çıkışlı Perihan ve Dursun’un çocukları olmak çok şey kattı bana…
Bizim ülkemizde, 24 Kasım da “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmakta… Gâzi Mustafa Kemal’in dönemin bakanlar kurulu tarafından “Millet Mektepleri Başöğretmeni” olarak kabul edilişinin ilanına denk gelen 24 Kasım’ı, 1981 yılında “Öğretmenler Günü” olarak kabul eden ve ettiren kişi, bu ülkede emperyalizmin hizmetinde cehaletin ve din bezirgânlığının önündeki bütün engelleri kaldıran ve o günden beri ülkeyi örgütlü cehaletin her türlü saldırısına uğratan ABD Başkanı Bush’un “Our Boys” –bizim oğlanlar- diye tanıdığı Kenan Evren’dir… Buna karşın, 24 Kasım’ın da Gâzi Mustafa Kemal’in bu ülkeye getirdiği o devrimci sıçramaya, bilime, laikliğe, kadın haklarına ve her türlü insancıl değişime saygı gereği, yine bir özel öğretmenler günü olarak kutlanması sürmeli; her 24 Kasım’da, emperyalizmin, gerici işbirlikçiliğin ve 12 Eylül’ün bu ülkeye ihaneti bir kez daha dile getirilmelidir.
Sorun, hangi günün dünyanın en kutsal mesleklerinden olan öğretmenlere gün olarak kutlanmasında değil, eğitimin, bilimin, sanatın, kadın haklarının, laikliğin değerinin bilinmesindedir; karşıt bir tanımla cahile cahil olduğunu kabul ettirebilmektedir…
Cahil, cahil olduğunu, suçlu, suçlu olduğunu kabul etmedikçe, o kabul etmese bile, toplum tarafından lanetlenmedikçe, bir milim ileri gidemez insanlık…
“’Cezaların en kötüsü, en zararlısı bağışlamaktır’” yazılı tabelayı kim astı demir ve köpekli kapının üstüne? diyordu Leyla Erbil (Hallaç adlı öykü)…
Kimsenin benim bir ömürdür cehalet elinden çektiklerimi bağışlamaya hakkı yoktur!
Son zamanlarda bir “helalleşme” furyası üzerinden herkesi yanlışıyla, hatasıyla kabul etmeye yönelik bir eğilim de güç kazanmaya başladı…
ABD’de tezgâhlanmış “türban” kumpası tutmuştu zaten; onun üzerinden ne oylar kazanılmış, ne nutuklar atılmıştı… Bizim toplumumuzda hiçbir geleneksel baş örtmeye uymayan bu giyim tarzı, bugün milletvekilinden yargıcına, polisine, subayına herkesin başına oturdu… Bırakın kalsın; isteyen istediği gibi örtünüyor, giyiniyor zaten. Bir de bunun yasasını çıkarıp gericiliğin damarını kaşımaya, medeni kanunun yok sayılmaya çalışıldığı bir ülkede cemaatleri, tarikatları, her türlü din bezirgânlığını alkışlamaya ne gerek var…
Sonuçta bağışlayan değil, bezirgân kazanmıştır hep…
İsterse tüm siyaset erbabı bağışlasın; ben bağışlayamam istediği şarkıyı okumadı diye bir sanatçının boğazını şişe parçasıyla kesip öldüren cânileri… Onları kim yerleştirdi acaba o taşıdıkları önemli kamu çalışanı mertebesine… Kim dağıttı bu ülkede sınav sorularını kendinden olan cahillere? Kim, mülakatlarda kendi “cahil saldırganlığı”na itaat edenleri arkaladı, işe kabul etti, buyruğuna uymasını bekledi…
Kim yumruk attı, attırdı koca bir Cumhuriyet kurucusu partinin başkanına? Kim ödüllendirdi o cahili, birlikte fotoğraf çektirdi? Kim olmamış saydı yargıç cüppesi içinde?
Kim “Yakın o evi!” diye bağırdı o parti başkanının sığındığı evi göstererek! Kim görmezden geldi bu cinayet girişimini…
Bu ülkede çok az tarih diliminde, akıl ve sağduyu cehaletin önüne geçmeyi başarır… Şu anda da öyle bir dönemden geçiyoruz… Değeri iyi bilinmezse eğer, dişle, tırnakla, en kahırlı mücadeleyle gelinen bu yerden düşülecek, her şey tersine dönecektir…
Ecevit de 68 kuşağı gençliğin heyecanının üzerine Kıbrıs atılımıyla böyle bir güç kazanmıştı… Gereğini yerine getiremediği için bu ülke hemen hiçbir şey kazanamadı. Onun İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in ağzından dinledim suçun ve ihanetlerin üzerine gitmemenin hikâyesini. Çorum’un, Sivas’ın, Maraş’ın önüne geçilebilirdi… Aydınları, yazarları, savcıları öldürenlerin arkasındaki güç, CİA bağlantılı, dönemin eli silahlı katillerini yönlendiren, “milliyetçi” görünüşlü cehaletin arkasındaki kotrgerilla deşifre edilebilirdi… Yapılmadığı için, katillerin, canilerin ve onların iplerini ellerinde tutanların üzerine gidilmediği için, ülke o 12 Eylül 1980 darbesinin zulmüne, karanlığına yuvarlandı…
Örgütlü cehalet ve saldırganlığa karşı mücadele edilmeden akıl ve sağduyu kazanamaz…
Kılıçdaroğlu, “hesap soracağız,” diyebildiği için, bir ucu CİA bağlantılı askeri örgütlenmelerin kapısına gidip basın açıklaması yapabildiği için güç kazandı, güven kazandı… Milletin zaten açlıktan, işsizlikten imanı gevremiş… İyiyi kötüyü böylece ayırt edebilecek bir duruma gelmiş. Yanlış olana taviz vererek değil, doğruyu söyleyerek, aş ve iş kapısı için somut hedefler göstererek sonuç alınabilir… Genç Cumhuriyet’in bile hakkından gelemediği taşra tefeci bezirgânlığı, kırsal alanda hâlâ üreticinin kanını emiyor; bir ayağı şehirlere taşındı, cemaat ve tarikatlarda cahil halk yığınlarını emperyalizmin politika arabasının kuyruğuna bağlamayı başarıyor…
Çözümün üretici ve tüketici örgütlenmesinde olduğu bangır bangır bağırılmalıdır…
Yerel seçimlerde gecesini gündüzüne katarak, gözünü bile kırpmadan sandıklarına sahip çıkarak dünyada belki de bir örneği bile olmamış bir biçimde, faşizmin, karanlık güçlerin ve örgütlü cehaletin elinden büyük belediyeleri kurtarmayı başarmış güzel insanlara sorulmalı yapılacak olanlar… Önce onların onayı alınmalı…
Ben kendi adıma cehaleti bağışlamayı, suçluyu ve yanlışı ödüllendirmeyi hiç düşünmedim, düşünemem…
Hayatın öğretemediğini öğrenmemiz için öğretmenlerimizin bize yol gösterebilmesi gerek… Bu da karşılıklı diyaloji, tartışma, eleştiri, öğrenci ve halkın özne sayılabilmesi ile mümkün… Kendi başımıza kararlar almayalım.
Öğretmenlerinin ekmek kaygısıyla güvenlik görevlisi, market kasiyeri oldukları, köylerdeki okulları boşaltılmış, çifter çifter kadrolu imamlara bırakılmış bir ülkede cehaletle savaş çok zor… Tarih de böyle söyler, coğrafya da…
Zafer, ancak iyiyi, güzeli, doğruyu ve adaleti savunmakla mümkün; cahile hiç tepeden bakmadan, onunla aynı dili konuşarak cahil olduğunu ve suçluya suçun kötülüğünü kabul ettirmekle mümkün…
Öğretmenler gününüz kutlu olsun; uyarmak için uyanarak, uyanmak için uyararak doğsun günümüz…
Gününüz aydın olsun…
05 Ekim 2022, Alper Akçam