Getting your Trinity Audio player ready...
|
Resimde görmüş olduğunuz arap alfabesi ile yazılmış, ebru sanatıyla süslenmiş, eski Türkçe (moda deyimiyle Osmanlıca) yazılı levhanın resmini.
Levhanın ilginç hikayesini öğrenince bilgisayarıma indirdim ve yazıcıdan çoğaltıp sokaklarda, kendimce, bir iki deneme yaptım.
Resmi bir caminin yakınında yere bıraktığımda, resmi gören hemen hemen herkesin, resmi üç kez öpüp başına, cebine ya da yüksek bir yere koyduğunu gördüm..
Daha sonra, sokakta, bazı kimselere (çoğunlukla yaşlı amca ve teyzelere) resimde ne yazdığını sordum.
Ezici çoğunluk, anlamından bahsetmeden, “ayet” dedi.
Birkaç kişi ise; “eski Türkçe yazı” dedi.
Bir caminin bahçesinde, herkesin görebileceği şekilde, resme bakıp buruşturup yere attığımda ise, neredeyse, dayak yiyecektim.
Bu denemeleri yaptıktan sonra, bu yazıyı, yazmaya karar verdim.
Önce bu levhada ne yazdığı ile daha doğrusu bu levhanın ilginç hikayesi ile başlayalım yazımıza..
Resimdeki, ebru sanatıyla süslenmiş, levhada arapça abecesiyle, eski Türkçe; “şimdi b.ku yedik” yazıyor.
Levhanın hikayesi ise şöyle;
Bu levha, Necmeddin OKYAY’a ait, ebruyla süslenmiş ve “celi sülüs” yazı çeşidiyle yazılmış olan, ibaresi ile, meşhur..
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Bakırköylü Ermeniler’den Doktor PEŞTEMALCIYAN, ailesiyle birlikte, Türkiye’den Almanya’ya göç edip Berlin’de bir halı ve kilim mağazası açmıştı.
Savaş başlayıncaya kadar, işleri yolunda gitmiş, baba PEŞTEMALCIYAN işleri oğlu Aram PEŞTEMALCIYAN’a bırakmıştı.
Ancak savaşla birlikte zorlu günler beraberinde geldi.
Her geçen gün, bir öncekini, aratmaktaydı.
Savaş bütün hızıyla sürerken, 1943’ün sonuna doğru, Almanlar için savaşın gidişatı belli olmuş, daha fazla savaşacak gücünün kalmadığı ortaya çıkmıştı.
Sovyet askerleri, 1944 yılının Ocak ayında, Oder Irmağı’nı geçerek önce Budapeşte’ye, Nisan başında ise Viyana’ya girerek Berlin’e doğru ilerlediler, 25 Nisan’da da Berlin’i kuşattılar.
Kentin merkezindeki bir yeraltı sığınağında kalan Hitler ise, savaşın kaybedildiğini anlayarak, 30 Nisan’da intihar etti.
Ruslar artık Berlin’deydi.
Şehrin, hemen her noktası, Rus işgali altındaydı.
Yağma ve talan Almanya’da, artık, sıradan bir işti.
Taciz ve tecavüzün bininin bir para olduğu o günlerde, asıl mesele, hayatta kalmak ve tatlı canını kurtarmaktı.
Bu zor şartların hüküm sürdüğü günlerde, Rus İşgal Komutanlığı, bir bildiri yayınlamıştı.
Bildirideki kesin emre göre, her yer, Rus askerlerine açık tutulacaktı.
Savaşın acımasız yüzünü bütün çıplaklığıyla gören PEŞTEMALCIYAN ailesi de emre, mecburen, uymuştu.
Halı mağazalarının kapılarını açarak, Rus askerlerinin yağmaya gelmesini, endişe ile bekleyen ailenin bu bekleyişi fazla uzun sürmedi.
PEŞTEMALCIYAN Halı-Kilim Mağazası’ndan içeriye, gürültü ve patırtı ile, kılıksız, vahşi görünüşlü, Moğol tipli ve silahlı iki asker, yüksek sesle bağıra – çağıra, konuşarak girdi.
Askerlerden biri halılarla ilgilenirken diğeri, genç kızlarını da aralarına alarak hareketsiz bir şekilde, endişeli gözleri ile, olup biteni takip eden, PEŞTEMALCIYAN ailesine yöneldi.
Etrafa şöyle bir göz atıyormuş gibi yaptıktan sonra genç kıza doğru yaklaştı ve elini uzattı.
Aram PEŞTEMALCIYAN, gayrı ihtiyari ve seri bir hareketle, askeri bileğinden sıkıca yakaladı.
Çekik gözlü asker, bu ani tepki üzerine, tabancayı çekti ve PEŞTEMALCIYAN’ın şakağına dayadı.
Aram PEŞTEMALCIYAN, adeta taş kesilmiş, karısına döndü ve ağzından;
– Şimdi b.ku yedik! cümlesi döküldü.
Bu sözleri işitince irkilen asker, silahını indirerek, sordu;
– Ne dedung? Ne dedung?
Baba PEŞTEMALCIYAN olayın şoku içerisinde, ister istemez, söylediği sözleri tekrarlamak zorunda kaldı;
– Şimdi b.ku yedik!
O anda sanki bir mucize oldu.
Asker, ani bir hareketle, silahını indirerek, yıllar sonra bir dostunu görmüş biri gibi büyük bir sevinçle, PEŞTEMALCIYAN’ın boynuna sarıldı.
PEŞTEMALCIYAN şok üstüne şok yaşıyordu.
Olayı kavramaya çalışıyor ve askerin Kırgız Türkçesi’yle;
– Miz gan gardaşiz, min sinig gardaşmam” derken sevinçten çılgına dönmesini, hayretler içinde seyrediyordu.
Mağazayı basanlar, Rus ordusundaki Kırgız askerlerdi ve karşılarında Türkçe konuşanları görünce, büyük şaşkınlık yaşamışlardı.
Olay anlaşılıp şok atlatılınca, PEŞTEMALCIYAN ailesi, rahat bir nefes aldı.
Askerler özür dilediler.
Çaylar içildi, konuşmalar uzadı ve iki asker, sonraki günlerde, mağazaya gönüllü bekçilik yaptılar.
Sovyet ordusunda, farklı milletlerden, askerler vardı.
Bu iki Kırgız asker de, Sovyet ordusu ile, Berlin’e kadar gelmişlerdi.
1945’te, Sovyetlerin Nazi Almanya’sına karşı zaferinin tescili anlamına gelen, Sovyet bayrağını Almanya’nın başkenti Berlin’e diken üç Sovyet askerinden biri de, Dağıstanlı Abdülhakim İSMAİLOV idi.
Savaş bitmiş, sıkıntılı günler geride kalmıştı.
PEŞTEMALCIYAN ailesi bir gün, Berlin’deki mağazalarını gezen, bir Türk gazeteciyle tanıştılar ve gazeteciyi evlerine davet ettiler.
Yaşadıkları olayı büyük bir heyecan ve yeniden yaşıyormuşçasına, tekrar tekrar, anlattılar.
Hayatlarını kurtaran sihirli cümlenin, PEŞTEMALCIYAN ailesi için, neler ifade ettiğini, hayatta kalmalarına sebep olan bu sözleri, bir hattata yazdırıp, evlerinin en güzel yerine aşmak, böylece bu an’ı, her zaman, hatırlamak istediklerini söylediler.
Gazeteci, onlara bu konuda yardımcı olabileceğini söyledi.
Türkiye’ye dönüşünde verdiği sözü yerine getirmek üzere, hattat ve mucellid, Emin BARIN’ın Çemberlitaş’taki atölyesine gitti.
Emin BARIN, kendisinden yazılması istenen, cümleyi (şimdi b.ku yedik) duyunca şaşırdı.
Zira ilk defa böyle ilginç bir taleple karsılaşıyordu.
Hemen; “Yazarım!” diyemedi.
Düşünmek için zaman istedi ve kendisi de, Almanya’da cilt eğitimi sırasında, yaşadığı savaş günlerini hatırlayınca işi kabul etti.
Bir hafta sonra yeniden gelen gazeteciye ibareyi yazabileceğini söyleyerek, bu fotoğrafını görmüş olduğunuz, “celi sülüs” levhayı hazırladı.
Levhanın etrafı “Hatip ebrusu” ile süslendi ve Almanya’ya doğru yola çıktı.
Levhanın hikâyesi işte böyle.
Hayat kurtaran argo bir cümle ve bu argo cümlenin hattat elinde sanat eseri bir levhaya dönüşmesinin öyküsü..
Emin BARIN, daha sonraları, dostlarına;
– Hadise o kadar ilgi çekiciydi ki, gazeteci dostumdan dinleyince teklifini kabul etmek zorunda kaldım, diyecekti.
Levha, PEŞTEMALCIYAN ailesinin, artık dostu olan, gazeteci tarafından Berlin’e götürüldü ve 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete’ye de;
“Levhaya Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Argo Cümle Yazıldı” başlığıyla haber oldu..
Şimdi levhada ne yazdığını, levhanın ilginç hikayesini ve bu levhanın yazılışından tam elli yıl sonra, sokakta yaptığım denemeleri öğrenmiş oldunuz.
O zaman başlıktaki soruyu tekrar sorayım mı?
Bugün Müslüman Türk için kutsal olan ne?
Allah Kelâmı Kur’an ve anlamı mı yoksa arap abecesi mi?
Saygılarımla..
Murat ÇALIK / Bir Levhanın İlginç Hikayesi