Advert Advert
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Güneşe Tutkun Kardelenler

Güneşe Tutkun Kardelenler

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Getting your Trinity Audio player ready...

 Aysel Yenidoğanay

 

Adı “Şefkat Operasyonu” olan, içinde şefkatten eser olmayan ve  katliama dönüşen operasyonun yıldönümü kutlanır mı?

Anıyoruz; sevgiyle, özlemle anıyyoruz.

2000-2001 yılında alıcısına ulaşmayacağını bile bile yazdığım iki mektup.

Dünden bugüne değişen bir şey yok.

Ben hala sesimi duyan olur umuduyla satırlara seriyorum acımı…

(Ayçe İdil’e gecikmiş bir mektup)

Aynı yalınlıkta ölmek isterim/kırda bir çiçek gibi, sakin gösterişsiz/mum yerine yıldızlar

parlasın üstümde/yeryüzü uzansın altımda sessiz”

(Jose Martin

Sevgili Ayçe İdil Erkmen;

Kara kalem bir portren duruyor önümde…

Omuzlarından beline doğru uzanan sırma saçlar… Hüzünlü bakışlarla örtüşen kalın kaşlar… Hafif kalkık bir burunun hemen altında belli belirsiz aralanmış dudaklarla için için gülüyorsun bana: “Dünyada ölüm orucu eylemlerinde ölen ilk kadın olduğuma inanmıyorsun değil mi?”

Ben seni “kadın” olarak düşünemiyorum ki sevgili İdil. Önümde duran portren; (Ben onu bir miting alanında, taze bahar kokulu bir genç kızın elinden alıp senin adını taşıyan ve henüz iki yaşında olan kızımın eline tutuşturdum.) güneşe tutkun bir kardelenin direnciyle yaşama sıkı sıkı sarılan bir genç kızı çağrıştırıyor bana. Evet, 26. baharını süren bir genç kız. Ve hep bahar kalacaksın “baharlara düşman” olanlara inat…

Bizler, “baharlara düşman” açık bir cezaevinde yaşıyoruz. “Açık” sözcüğüne aldanma; tutulmuş köşe başları. Devriyeler kol geziyor. Kuşatılmışız. Nefes almakta zorlanıyoruz. Türkülerimize bile sahip çıkıyorlar. Alkol duvarının aşıldığı ortamlarda halay çekiyorlar, halkın acılarıyla alay edercesine… Eylemlerde coplayanlar eyleme geçti. Tarafsız izleyici konumunda(mı)yız şimdi…

Sevgili İdil, genç kızlığını yaşayamadan “kadın” kimliğini uygun gördük sana. Oysa sen, sesiydin. Umudu, sevinci, direnciydin. Tahliyene az bir süre kala, 68 gün “özgür tutsak” olarak ölüme yattın. “Ölüme yatmak” deyimi yanlış aslında. İnsanlık onuru adına kırmızılar kuşandın. Birey mutluluğunu savunan örümcek kafalılar; seni ve senin gibileri anlama mutluluğundan yoksun, kararlarını açıklıyorlar: “Bırakın gebersinler!”

Mutlular şimdi örümcek kafalılar. Kendi kızları, oğulları yok bu oyunda. Onlar şehr-i Ramazan’da oruç tuttular. Arındılar binlerce yıla yayılan günahlarından. ‘Islah’ edilmiş bir ‘nefis’le nutuk attılar: “Onlar gizli gizli yiyorlar. Hazırlıklılar. Stok etmişler. Vitamin haplarını bile ihmal etmemişler. Gebermezler(!) kolay kolay. Ama biz onların hakkından geliriz!”

Geldiler.

Akın akın geldiler…

Adına “ŞEFKAT OPERASYONU” dediler.

Dozerlerle, ateşleyicilerle, silahlarla geldiler…

Verilen sözler unutuldu.

Kan, duman bulutlarına karışırken dilimiz tutuldu. Ağlamaya fırsat bulamadan, şaşkınlığımızdan yararlanarak, “F TİPİ”ne nakiller başladı…

Sevgili Ayçe İdil; 1996 ölüm orucunda (içeride) şehit düşen 12 gence seyirci kalan bahar düşmanları, şimdi aynı sahnede oyuncu rolünü üstlendiler. Oyun tanıdık: İyi’ler ve kötü’ler her zamanki yerlerinde duruyorlar. Ve herkesin ortak bir mutlu sonu vardır: İYİLER HER ZAMAN KAZANIR!

Ah, sevgili İdil, biliyorum artık yalnız değilsin. Utanç yılı olarak hatırlayacağım “milenyum”dan, güneşe tutkun kardelenler gönderdim sana. Acımı fesleğenlerin gülüşüne serptim; her bahar taze kalsın diye…

aralık/2000

**

Sevgili Ayçe İdil; mektubum eline ulaşamadan geri döndü. İdil Kültür Merkezi kapalı olmalı ya da mühürlenmiştir(!) yine… Zaten bir süredir Tavır dergisi de gelmiyor. Kültür merkezinin telefonları da yanıt vermiyor. Bu da kapatılma olasılığını güçlendiriyor.

Mektup bana iade edildiği günlerde büyük bir boşluğun içine düştüm. Onu yastığımın altına koyup günlerce beraber uyuduk. Portreni de her an görebileceğim bir yere koydum. Acım dayanılmaz olup çığlık atmak istediğimde hüzünlü bakışların engel oldu: “Dayan! Dayan ki umudun diri kalsın çocuklarına…”

Dayanmak ne mümkün… 200. gününü tamamladı “ölüm oruçları”. Yeni doğan bir bebek emeklemeye başlar 200. günde. Ne hikmetse (!) adalet sistemimiz yerinde sayıyor, adım atacak gücü yok.

Ne ayıp! Hükümetle pazarlık yapılır mı? Mis gibi “F”ler verdik size. Fink atın, Fingirdeyin, Fıkırdayın… Ama asla ve asla Fesat tohumları serpmeyin dışarıya, çarpılırsınız…

Fena çarptılar sevgili Ayçe İdil; F’lerin faturası dışarıdakilere de kesildi. Oğlunu, kızını arayıp soranlar kaybedildi bir bir. Yetmedi; ‘suni gündem’ler yaratıp Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir girdaba sürüklediler. Halk, altından kalkamayacağı bir yükün altına girdi. Açlık sınırında emekçi insanlar. Ucuz ekmek kuyrukları yurdun her yanına yayıldı. Pazar artığı çöpler gündüz gözüyle karıştırılır oldu. Karın tokluğu için yapılan savaşla onurlu yaşam adına sürdürülen ölüm orucu eylemi birbirine karıştı. Kim içeride kim dışarıda çözemez oldum.

Biliyorum, çığlıklarım iç denizlerimde boğulacak sürekli. Ve yürek yangınım hiç sönmeyecek… Yine de sesimi duyan olur umuduyla satırlara seriyorum acımı…

mayıs 2001/adana

 

 

 

 

 

 

 

 

Güneşe Tutkun Kardelenler
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin