Getting your Trinity Audio player ready...
|
EŞSİZ önderimiz Atatürk’ün “Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak” hedefiyle kurduğu cumhuriyet birçok ülkeden önce kadınlara seçme seçilme hakkı tanıyarak, üreten, teknoloji geliştiren, istihdam ve refah yaratan akıllı fabrikaları ile, 400 dolayında tayyare üretip dışsatımını yapan Tayyare fabrikaları ile uygarlık yolunda ilerlerken mucizevî bir gelişme göstermişti…
Ya bugün…
Yıllardır AKP yönetiminde bütün kurumlarıyla çökertilerek ülkemizin uygarlık düzeyi geriledikçe geriliyor.
Onarılması yıllarca sürecek olan hayallerimizle avunarak yaşanacak upuzun bir süreç yaşanacak…
Atatürk Türk ulusunu şöyle uyarmıştı;
“İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.”
Öyle de olmadı mı?
Atatürk “Başımıza neler örülmek istenildiği ve nasıl karşı koyduğumuz ve daha doğrusu milletin arzu ve emellerine uyarak ve onun yardımıyla nasıl çalıştığımız görülmeli ve gelecek kuşaklar için ibret ve uyanıklığı gerektirmelidir. Zaten her şey unutulur. Fakat biz her şeyi gençliğe bırakacağız. O gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır; geleceğin ışık saçan çiçekleri onlardır. Bütün umudum gençliktedir” demişti.
Hayallerimizi gerçekleştirecek olan gençlere de Atatürk şöyle seslenmişti:
“Küçük hanımlar, küçük beyler, sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunu düşünerek, ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz.”
Benim de hayallerim var.
Büyük hayallerimden birisi Atatürk’ten sonra yağmalanmaya başlanan ve AKP ile birlikte talan edilmekle kalınmayıp, Atatürk’ün adının, eserlerinin unutturulması amacıyla yok edilmeye çalışılan eşsiz önderimizin kendi birikimlerinden kurup örnek bir tarım işletmesi olarak kullanılması koşuluyla ulusa armağan ettiği Atatürk Orman çiftliğine olabildiğince eski halinin kazandırılması…
***
AOÇ nasıl kuruldu hatırlayalım;
Yıl 1925…
Atatürk kalkınmanın tarımdan başlayacağı inancıyla Ankara’da modern bir tarım işletmesi kurmayı düşünmektedir. Bu amaçla yer yer bataklık ve sazlıklarla kaplı olan 52 milyon metrekarelik çorak bir arazi satın alınır.
Tarım mühendisleri o arazinin çiftlik kurulmaya uygun olmadığını söylerler.
Atatürk uzmanlara “Hem batak, hem çorak, hem de fena yer. Biz ıslah etmezsek, kim gelip, ıslah edecektir” der.
Atatürk’ün ısrarlarına rağmen uzmanlar o arazide ot bile yetişmesinin olanaksız olduğunu öne sürmektedirler.
Uzmanlarının inadını kıramayan Atatürk bir gece gizlice sadece makam şoförü ile birlikte saksıda yetişmiş bir bitkiyi alıp o araziye diker…
Ertesi gün “Şu araziye bir kere daha bakalım” diyerek uzmanları o araziye götürür ve bir gece önce ektiği bitkiyi ilk kez görüyormuş gibi “demek ki oluyormuş” der.
Uzmanların söyleyecek sözleri kalmamıştır.
Böylece sadece bir tarım işletmesi değil Ankaralıların yararlanacağı bir gezi ve dinlence yeri doğacaktır
Kuruluşu böyle başlayan çiftlik 11 Mayıs 1937’de Atatürk tarafından üstündeki tesisleriyle birlikte Hazine’ye bağışlandı
İlk adı “Orman Çiftliği” olan çiftliğin yönetilmesi için 13 Ocak 1938’de çıkarılan yasayla Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu kurulmasıyla birlikte adı “Gazi Orman Çiftliği” olmuştu. 24 Mart 1950 tarihinde çıkarılan yasa ile “Atatürk Orman Çiftliği” adı verilerek, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığına bağlı tüzel kişiliğe sahip kuruluş statüsünü aldı.
AOÇ bugün kiralama ya da hibe yoluyla arazisinin yarısını kaybetmiş durumda. Verimli topraklar yapılaşma nedeniyle yok ediliyor
AOÇ’ye daha doğrusu Atatürkün emanetine yapılan en büyük ihanet; Yargı kararlarını çiğneyerek ve yılların emeğiyle yetiştirilmiş on binlerce ağaç kesilerek kurulan kaçak saray.
***
DEVLETİN gücü elbette AOÇ’yi Atatürk ulusa nasıl emanet etmişse yeniden o hale getirmeye yeterlidir. Ancak giderek yükselen maliyeti milyar dolarları bulan kaçak saray yok etmek yerine eğitimin hizmetine verilerek çevresindeki hizmet binaları da öğrenci yurdu olacak şekilde üniversite yerleşkesine dönüştürülebilir.
Devleti soyanların bile adını taşıyan üniversitelerimiz var.
Üniversite reformunun mimarı Dr. Reşit Galip’in adı hiçbir yerde anılmaz.
Kaçak sarayın Dr. Raşit Galip yerleşkesi adıyla üniversite alanı olarak değerlendirilmesi…
İşte hayallerimden biri de bu…
Neden Dr. Reşit Galip, kimdir Dr. Reşit Galip?
Kaçak saraylıya göre “Andımız olarak bilinen metnin yazarı son derece tartışmalı isim olan Türkçe ezan zulmünün mimarlarındandır. Üniversiteyi harap eden, insanları kafataslarına göre sınıflandıran sözüm ona bir bilim insanı…”
Bu son derece şaibeli(!) kişinin yaşamı nasıl geçmiş bakalım…
Tıp Fakültesi ikinci sınıf öğrencisiyken gönüllü olarak katıldığı Balkan Savaşında yaralanıp, yarası kapanmadan 1. Dünya Savaşına katılmak için gönüllü olarak Çatalca ve Kafkasya Cephelerinde savaştı.
Yunan işgali başladığında Tavşanlı’da Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin kurarak Yunanlılara karşı bir cepheyi örgütledi.
Köy Enstitülerinin esinini verecek olan “Köycüler “ adlı cemiyetin kurucularından oldu.
Kurtuluş Savaşında Tavşanlı’da köylerde milli mücadelenin propagandasını yapan yurtseverlerin başında gelenlerdendi.
Kendi vücudunu kobay olarak kullanarak ordunun ihtiyacı olan serumu üretti.
Kütahya Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kurulmasında görev aldı.
Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra doktorluk yaptığı ve Atatürk’le ilk kez karşılaştığı Mersin’de Türk Ocağı Başkanlığı, Mersin Lisesinde Sağlık Dersleri Öğretmenliği, Mersin Gazetesinde başyazarlık yaptı.
Hıfzısıhha’da Müdür Muavini, İstatistik Müdürü, Antep Sağlık Müdürü görevlerinde bulundu.
Aydın Milletvekili, , Türk Ocakları, Türk Tarihi Tetkik Encümeni, Türk Tarih Kurumunda yönetici alarak görev aldı.
İstiklal Mahkemesi üyeliği yaptı.
Halkevlerinin kurucularındandı.
Anadolu Medeniyetler müzesinin, bir milyon kitaplı Kütüphanenin, İlimler ve Sanatlar Akademisinin kurulmasında ön safta yer aldı.
Ezanın Türkçe okunması çalışmalarında görev aldı.
Milli Eğitim Bakanlığı yaptı
11 Ay süren bakanlığı sırasında okuma yazma seferberliği düzenledi. Antalya ve Artvin’de yatılı bölge okulları kurdu.
Atatürk 1931 yılında, Kurtuluş Savaşına soğuk bakan İstanbul Darülfünunun çağdaş üniversiteye dönüştürülmesi kararını vermişti.1933 yılına kadar medrese düzenini sürdüren Darülfünunda Müderrisler bilgi üretmeyip, sadece ansiklopedik bilgiler veriyor, kitap yazmıyor, tercümeler tez olarak kabul ediliyordu.
Dr. Reşit Galip bakanlığı sırasında Nazi rejiminden kaçan Musevi asıllı Alman bilim adamlarıyla anlaşarak Üniversite Reformunu gerçekleştirdi.
Darülfünun yerine İstanbul Üniversitesi’nin kurulmasına ilişkin yasa 31 Mayıs 1933’te TBMM’de kabul edildi.
Bu mu üniversiteyi harabeye çevirmek?
Atatürk’ün Manevi kızı Afet İnan İsviçre’de sosyoloji eğitimi alırken Atatürk’e Fransızca bir tarih kitabında Türklerin mongoloid sarı ırktan uygarlığa katkısı olmayan ilkel bir toplum diye anılmasından duyduğu rahatsızlığı ve antropometrik bir anket yaptırma arzusunu iletmişti.
Yapılan Antropometri çalışmalarını Atatürkün isteğiyle Dr. Reşit Galip yönetmiş 64 bin mezar açılarak kafatası ölçülmüştü. Araştırma sonuçlarına göre Laz, Kürt, Çerkez fark etmeksizin Türkiye’de bir ırk birliğinin bulunduğu ve Türk halkının kafa yapısının brakisefal olduğu, “Homo Alpinus” denilen Avrupa’nın beyaz ırkına mensup olduğu belirtildi.
Temmuz 1932’de düzenlenen 1.Türk Tarih kongresinde konuşan Dr. Reşit Galip araştırmaların Türk ırkının mongoloid insan tipiyle alakası olmadığını, örnek olarak Etrüsklerin Anadolu üzerinden İtalya’ya gelen Türk soylu bir halk olduğundan, Etrüsk kelimesinin Turskus şeklinde de yazıldığı, atı Türklerin ehlîleştirdiği, gittikleri her yere kendi uygarlıklarını taşıdıklarından söz etti.
Atatürk 1932 yılı Ramazan ayında Ebu Hanife’nin ibadetlerin anadilde yapılmasının caiz olduğuna ilişkin fetvasına dayanarak Dr. Reşit Galip’i din dilinin Türkçeleştirilme çalışmasına yönlendirdi.
29 Ocak 1932 tarihinde Sultanahmet Camii’nde Türkçe Kuran okunması kararlaştırıldığında Dolmabahçe Sarayına davet edilen İstanbul’un ünlü hafızlarını Dr. Reşit Galip şu sözlerle karşılamıştı:
“Camilerde Türkçe Kur’an okuyacaksınız. Din, dil vasıtasıyla insanın milliyetine girmektedir. Burada din milli bir unsur oluyor. Binaenaleyh din milliyetin birbirinden ayrılmaz bir parçasıdır. Müslümanlığın milli bir unsur olarak özümlenmesi Türk milliyetçiliği için de zarurettir.”
Kaçak saraylıya göre “son derece tartışmalı isim, Türkçe ezan zulmünün mimarı, sözde bilim insanı” olan Dr. Reşit Galip…
Yürekten bağlandığı önderi Atatürk’ün “Hem doktordur, hem hukuk doktorudur, hem siyaset doktorudur, hem edebiyat doktorudur ve güzel arkadaştır” diye tanımladığı Türk insanı Müslümanlığı doğru anlasın diye ezanı Türkçeleştiren Dr. Reşit Galip…
İki yorum arasındaki uçurum ülkemizin içine düştüğü uçurumun da ifadesi değil mi?
****
Dr. REŞİT GALİP tam adıyla Mustafa Reşit Baydur upuzun bir ömre sığdırılamayacak kadar çok başarıları geride bırakarak 5 Mart 1934 günü hayata veda etti.
Bir deniz kazasında kızlarını kurtarmaya çalışırken üşütüp hastalanmıştı. Henüz 41 yaşındayken Keçiören’deki bağ evinin kütüphanesinde kitapları arasında basit bir demir karyolada vefat ettiğinde cebinde sadece beş lirası vardı.
Ölümünden sonra kendisini anmak için yapılan bir toplantıda Behçet Kemal Çağlar şunları söylemişti:
“Reşit Galip’ten konuşmak istiyorum;
Yurt ve şeref sevgisinin, ideal ve ihtirasın bizim neslimize güzel bir remzi olan Reşit Galip’ten…
Gözlerinde zekâyı ve saffeti, sözlerinde enerjiyi ve uysallığı, fikirlerinde kültürü ve imanı birleştiren Reşit Galip’ten…
Son döneminde Türklük ülküsünü sayıklayarak ölen, bütün hayatınca imanlıların amansız müdafii kesilen, baş eğmesini ve kafa tutmasını bir genç ilah gibi başarabilen Reşit Galip’ten…
Analar çocuğunun beşiğini sallarken en güzel ve en candan temenni olarak ‘Bir Reşit Galip ol yavrum’ diyebilirler ve yeni bir umudu kutlulamaya gelenler ‘İnşallah bir Reşit Galip olur’ demekle en kalbi, en layık temenniyi izhar etmiş olabilirler.
Türk gençliğine ne mutlu, Reşit Galiplerin peşinden geliyor.”
Yener Oruç’un yazdığı kitaba verdiği isimle “Atatürkün Fikir Fedaisi” Dr. Reşit Galip’i tanımadan Atatürk devrimleri, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ruhu yeterince anlaşılamaz.
Dr. Reşit Galip’i unutmak, tanımamak Cumhuriyet tarihinin en büyük vefasızlıklarından biridir.
Eğer o başka bir ülkede yaşıyor olsaydı mutlaka heykelleri dikilirdi.
***
SON SÖZÜM
Atatürk’ün emaneti Atatürk Orman Çiftliği üzerine büyük bir üniversite…
…ve o üniversiteye Dr. Reşit Galip adı çok güzel yakış