DEĞERLİ dostlarım önce vurgulamak isterim ki söyleyeceklerim satılmış medya ile ilgili olamaz.
“Sureti hak”dan yana görünen yayınlarda “seçim mağlubiyeti edebiyatı!” üstüne yazıları, yorumları, siyasi kişilerin açıklamalarını gördükçe “yoksa bunadım mı ben” diye kendimden şüpheye kapıldığım bile oluyor.
Ülkenin ulusun sorunları giderek büyürken başka konuşacak şey kalmamış gibi CHP liderine hala seçim kaybetti bahanesiyle sataşmalar sürüyor.
Böyle bir Yüksek Seçim Kurulu, böyle bir Anayasa Mahkemesi varken hiç kimse ne AKP’nin diktatoryal yönetimine ne onun patronunun kılına dokunamayacağının ve sittin sene geçse AKP önünde seçim kazanılamayacağı insanlarımızın hala bilincine girmedi.
Oysa sadece şu iki örnek bile her şeyi bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor;
Yüksek Seçim Kurulu Anayasa referandumu oylamasında mühürsüz zarflardan çıkan 2,5 milyon geçersiz oyu geçerli sayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek makamını hiç hak etmeyen bir kişinin yasalara aykırı şekilde işgaline kapıları açtı.
Buna itiraz eden CHP Genel başkanının itirazını YSK görevi RTE’den aldığı talimatlar gereği reddetti. O günlerde sahtekarlığın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, Danıştaya taşınması gündeme geldi. Görüldü ki minareyi çalan kılıfını önceden hazırlamış,
Yasalara göre YSK’nın kararına itiraz mümkün değil.
Ya Anayasa Mahkemesinin hali perişanı…
Al birini vur ötekine…
T.C. Anayasasına göre cumhurbaşkanı olmak için üniversite mezunu olmak gerekiyorken Cumhurbaşkanlığı makamı Anayasanın bu hükmü çiğnenmek suretiyle işgal altında tutuluyor.
Bazı kaynaklarda hem de iki tane farklı farklı şekilde hazırlanan biri ötekinin sahteliğini kanıtlayan iki ayrı diplomanın fotokopilerinin görselleri yayınlandı …
Suç üstüne suç
Marifet üstüne marifet…
***
BUNLARI bir yana koyup başka bir sahne perdesi açalım
Elbette CHP de Kemal Kılıçdaroğlu da her siyasetçi gibi eleştirilir ve elettirilmelidir de…
Ama seçim kaybetti diye değil…
Önce AKP’nin iktidara gelir gelmez yaptığı ilk icrasını hatırlayalım
“Nereden Buldun Yasası”nı iptal etmek…
Bu ne demek?
Soygun düzeninin temelini atıp, soygunların önündeki yasal engellerden kurtulmak demek…
Bugün ülkemizin, devletimizin, insanlarımızın yaşadığı maddi manevi dramanın marşına işte bu ilk adımla basıldı.
Şimdi de gelin soygunun mozaiğine bakalım;
Asgari ücretliler ve 11 milyon emekli başta olmak üzere TÜİK’in gerçek dışı enflasyon rakamlarının marifetiyle açlık sınırlarının altında yaşayan büyük kitleler üstelik nafakalarından kesilen vergilerle yine başta Suriyeliler olmak üzere emperyalizmin bir kurgusu olarak mülteci sıfatıyla gelen on milyon istilacıyı beslemek zorundalar.
Hal böyle iken günlük masrafı 18 milyon lira olan kaçak sarayın emrinde 268 tane makam arabası 8 uçak var.
Kaçak sarayın sultanı maaşını bizzat kendi imzasıyla 40 bin lira zam yaparak 140 bin liraya çıkardı
Millet vekili maaşı 56 bin TL’den 73 bin 379 TL’ye yükseldi
Emekli milletvekillerinin maaşı 55 bin liradan yaklaşık 69 bin TL’ye ve emekli olup da milletvekilliği devam edenlerin maaşı 147 bin TL’ye çıkarıldı.
8.668 TL olan ortalama öğretmen maaşı ise 12.281 TL’ye yükseltildi
Oysa Atatürk Cumhuriyet yönetimi kurulurken, milletvekili maaşının ne kadar olacağını soranlara “öğretmen maaşını geçmesin” talimatı vermişti.
Atatürk bunu neden söylemişti?
Cumhuriyetimizin inşası aşamasında yoksulluk, finansman, teknoloji, teknik eleman yoklukları içinde yaşanırken ve hem de köylüyü rahatlatmak için bütçenin en önemli gelir kaynağı olan Aşar Vergisi kaldırılmışken 40 paranın üstüne 40 para eklenerek tarımda, sanayide büyük hamleler yapıp ekonomik ve sosyal yapıyı kalkındırmak planlanıyordu.
Bu da ancak devlet kaynaklarını kullanmak suretiyle maddi kazanç peşinde koşan politikacılarla değil, amacı sadece ulusa, ülkeye hizmet etmek olan idealistlerle gerçekleşebilirdi.
Öyle de oldu.
Eşsiz önderimiz Atatürk’ün büyük öngörüsüyle Aşar Vergisinin kalkması köylüyü rahatlatmış, böylece tarım sektörünün üretimi artmış, bu da sanayileşmenin ilk kaynağının oluşmasını sağlamıştı .
Ruslara hiç para ödemeden narenciye ürünleri karşılığında akıllı fabrikalar kurduruldu. Böylece hem çiftçinin emeği değerlendirilmiş ve hem de sanayi devriminin temeli atılmış oldu.
Sonuçta üstelik Osmanlı imparatorluğundan miras kalan dış borçlar ödenirken 1923-1938 yılları arasında Türkiye kümülatif olarak yüzde 196 büyüyerek dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi oldu ve böylece Atatürk’ün eşsiz devrimlerine bir de ekonomi mucizesi eklendi
***
YA bugün…
Ulusun mutluluğunun hizmetkarı olarak devlet kurumlarını yöneten erdemli, onurlu, liyakatli siyasetçiler döneminden, servetlerine servet katmak için ulusu kendilerinin hizmetkarı gibi kullanıp sömüren onursuz, liyakatsiz siyasetçilerin devlet yönetimine egemen olduğu bugünler…
Hatırlarsınız soygun düzeninin mimarı artık “alıştıra, alıştıra geliyoruz” demişti
Tam da dediği gibi oldu
Devlet yönetim çarkının içinde yer alan bütün kurum ve kuruluşlar soygun düzeninin hizmet aracı haline getirildi ve hatta TSK bile bin küsur yıllık geleneklerinden koparılarak kurumsal yapısı yozlaştırılarak asli görevine yabancılaştırıldı.
Araplaşma sevdasıyla Atatürk ilkeleri çiğnenerek Atatürk düşmanlığı zirve yaptı.
Din henüz ergenlik çağına bile girmemiş çocukların evlenebileceklerine fetva verecek kadar pedofili batağına saplanarak din olmaktan çıktı.
Hukuk bitti, eğitim çağdışı eğitime döndü ve toplum çağdaş uygarlık alemine yabancılaştırıldı.
Ekonomik yapı her alanında yalama oldu.
Başta Atatürk döneminde kurulanlar olmak üzere üretim ve hizmet kurumları, altyapı tesisleri ya talan edildi ya yok edildi.
Büyük kitleler hızla yoksullaşırken vurgun ustası yeni zenginler burjuvazisi yaratıldı.
Kamu maliyesi iç ve dış borç batağına saplanmış durumda…
Ormanlar, sahiller tarım arazileri yağmalandı, tarım sektörü çöktü, sanayi artık ha var ha yok…
Özgür düşünceye kelepçe vurulurken, can ve mal güvenliği kalktı.
Sahtekarlık, eş dost kayırmacılığı kamu yönetiminin bir kuralı haline geldi
Alıştırıla, alıştırıla getirildiğimiz ortamın kuşbakışı panoraması işte bu…
***
ŞİMDİ ulusa, devlete, demokrasiye, devrimlere saygılı muhalefet partilerine, siyasetçilere, medyaya, çağdaş yapıdaki sivil toplum örgütlerine, aklı başındaki Türk halkına seslenmek istiyorum;
Gelin iç ve dış çekişmeleri bir yana atıp, insana, ulusa Atatürk ve onun devrimlerine etik değerlere, demokrasiye, hukuka, insan özgürlüğüne, çağdaşlığa saygısı olmayan bu her türde istismarcı soygun yönetiminden kurtulmak için Atatürk’ün gösterdiği şekilde el ele verip birlik olun.
Siz, siyasi parti yöneticileri, çağdaş düşünceli sivil toplum örgütleri, bilim adamları toplumun uyuyan kesimini uyandırmak için meydanlara çıkın, ücra yerlerde kalmış köylere kadar gidin.
Gerekirse ve mümkünse ülkemizin de hükümlerine tabi olduğu uluslararası hukuk kurumlarına durum bildirimi yapın.
Atatürk’ün Bursa nutkunu okumadıysanız okuyun ve ne yapılması gerektiğini görün
Tıpkı 2017 yapılan Adalet Yürüyüşü gibi sessiz yığınları artık seslerini yükseltmeye teşvik edin.
****
ÜLKEMİZİN selameti, ulusumuzun huzuru için şunu da akıldan hiç çıkarmayalım
İktidarın oy deposu olarak görerek baş tacı yaptığı, fakir fukaranın nafakasına ortak olan, toplumun huzurunu bozan, Türklük etnisitesine, kültürüne leke düşürecek kadar üreyen istilacıları geri gönderme savaşımı ne ırkçılık ve ne de insanlık düşmanlığı değil, Türk vatandaşlarının hakkını savunmaktır
Toplumun sesi yükseldikçe tepe noktalardaki işgalcilerin soluğu kesilmeye başlar
Son sözü zalimlere seslenen Yunus Emre’ye bırakalım
“Zulüm ile abad olanın akıbeti berbat olur”