Advert Advert
Yalman ÖZGÜNER
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yazarlar
  4. Kakistokrasi mi, Kakokrasi mi?

Kakistokrasi mi, Kakokrasi mi?

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
YAKLAŞIK yarım yüzyıldır Türk ulusu devlet adamı nitelikleri ile, çağdaş değerlerle uzak, yakın hiçbir ilgisi olmayan ve çeşit çeşit hilelerle ve sahtekarlıklarla ülke yönetimini gasp eden Tek adam rejiminin boyunduruğu altında adeta pranga mahkumları gibi yaşıyor.
Böyle bir ortamda kasten cahil bırakılıp zihinleri afyonlanan, sadaka kültürüyle adeta köleleştirilmek için kasten yoksullaştırılan derin uykudaki onur savaşı nedir bilmeyen büyük kitleler bir yanda…
Gaflet dalalet ve hatta ihanet içindeki sözde aydınlar bir yanda …
Hangi inanç ve ideolojiye sahip olursa olsun yönetimin başındaki soygun ve irtica çetesi kadar günahı büyük, toplumun huzuru, mutluluğu için mücadele vermek yerine “ben dümenime bakarım”cı oportünist politikacılar öte yanda……
Kısaca tam bir fetret dönemi hatta daha ötesi, daha kötüsü…
Ancak hiçbir oluşum sonsuza kadar süremez.
Er ya da geç günü gelecek “iyi” ile “kötü” savaşı başlayacak ve savaş eşyanın tabiatı gereği iyilerin utkusuyla sonuçlanacak, Soygun ve irtica çetesi, emperyalizmin uşağı içimizdeki hainler tarihin çöplüğüne gömülecekler.
Elbette kıyıda köşede kalmış vatansever, ulusun mutluluğu ülkenin yücelmesi ideali ile yaşayan, düşüncesi hür, anlayışı hür, vicdanı hür, onurlu, erdemli insanlarımız var.
O gün geldiğine tıpkı eşsiz önderimiz Atatürk’ün ulusu tek bir hedef ekseninde birleştirerek zafere ulaştığı gibi ve tıpkı çeşit çeşit yoksulluklara, yoksunluklara karşın çağdaş bir ülke yarattığı gibi, onlar da Atatürk cumhuriyetini yeniden inşa edecekler.
****
BÖYLE bir ortamda yapılması zorunlu olanları iki ayrı bazda düşünmek gerekir.
Birincisi Atatürk’ün CHP’si olmaktan uzaklaşan CHP’nin yeniden “Atatürk’ün CHP’si” kimliğine dönüşmesini sağlamak…
Böylece Atatürkçü düşüncenin, Kemalizm’in sağlam bir kalesi oluşacak ve 10 Kasım 1938 günü saat 09.05 den itibaren erimeye başlayan Atatürkçü düşünce felsefesi yeniden çalışmaya başlayacak.
Atatürk ilkeleri temeli üzerine kurulup da aldığı ağır darbelerden hasar gören laik Türkiye Cumhuriyeti yeniden o eski güvenilir, saygıdeğer haline kavuşacak…
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk ulusu yeniden TAM BAĞIMSIZLIK, ULUSAL EGEMENLİK ve ÇAĞDAŞLAŞMA hedefleri yönünde ve Atatürk’ün sadece Türk ulusuna değil, bütün insanlığa öğrettiği o ışıklı aydınlık yoldan hiç sapmadan, hiç ödün vermeden ve hiç duraksamadan ilerleyecek.
***
İKİNCİ bazda yapılacak olanlar zor görülse de özellikle Atatürk ilkelerinden sapmadıkça kolaydır aslında…
Hepsi de birbirleriyle ilintili olan ve eş zamanlı olarak yapılması gereken, liyakatli, onurlu, erdemli devlet adamlarının kolayca üstesinden geleceği operasyonlar…
Atatürk ekonomik bağımsızlık ile iç içe olmadan tam bağımsızlık olamayacağını bize örnekleri ile göstermiş, öğretmişti.
“Uzunçalar” adı yakıştırılmasını haklı çıkarırcasına tek adam iktidarı kurulur kurulmaz ilk iş olarak ülke ekonomisinin uğradığı çöküntünün, devletin, ulusun yoksullaşmasının başlıca nedenlerinden biri olan devleti soymanın önündeki yasal engelleri kaldırmak için “Nereden Buldun Yasası’nı iptal etmişti.
O yasa hiç zaman kaybetmeden yeniden hayata döndürülerek devletten çalınanların devlete, ulustan çalınanların hak sahiplerine iade edilmesi için gereği neyse o yapılmalıdır.
Mali kurumlardan, ağır sanayi alanından, silah sanayiinden gıda sanayiine kadar yağmalanan yok edilen, yandaşlara, yabancılara peşkeş çekilen bütün kurumlar eğitim, sağlık ve benzeri hizmet kurumları niteliklerine göre ulusallaştırılmalı, kamulaştırılmalı yok edilenler yeniden kurularak ekonominin, üretimin, istihdamın, teknolojinin hizmetine açılmalıdır.
Ekonominin kalkınması için, istihdam olanaklarını geliştirmek için, adil gelir dağılımı için, erken cumhuriyet döneminde Kemalizm yarattığı ekonomi mucizesinin temeli olan karma ekonomi düzeni ve planlı kalkınma stratejisi yeniden uygulanmalıdır.
Bugün ülkemizdeki bankacılık ve benzeri mali kurumların neredeyse tamamı yabancıların tekelinde.
Kimse çıkıp da bunun risklerinden söz etmiyor.
Sözgelişi ülkemizde banka sahibi olan bir ülke ile bir sorun yaşandığında ya da uluslar arasında bir soğuk ya da sıcak savaş çıktığında para-sermaye akışının sekteye uğrayacağından kimse söz etmiyor ama bu yabancılara satılan bankaların ulusallaştırılması zorunluluğu gerçeğini değiştiremez.
Bugün saman için bile dövizle ödeyerek dışalım yapan ülkemiz tek adam iktidarından önce tarımsal üretim alanında kendine yeten 4-5 ülkeden biriydi
Tarım alanları, orman alanları imara açılarak yapsatçıların, dışardan gelip de maden arayan yabancıların rant alanına dönüştürüldü ve hala doymadılar. Geçtiğimiz günlerde TOKİ idaresi bir kısım tarım arazisinin imara açılacağını duyurdu.
Tarım bitti hayvancılık bitti köylü ve kırsal kesimler yoksullaştı.
Erken Cumhuriyet döneminde her türlü yoksulluk ve yoksunlukla mücadele edilirken ve yanı sıra Osmanlıdan miras kalan borçlar ödenirken devlet maliyesinin en önemli gelir kaynaklarının başında gelen kırsal kesimden alınan Aşar Vergisinin köylüyü rahatlatmak için kaldırıldığını ve bunun tarımın gelişmesine dolayısıyla tüm ekonomik alanların gelişmesine katkısını düşünün.
Tarım kesimin gelişmesiyle birlikte beş kuruş ödemeden tarım ürünleri karışlığında Ruslara yaptırılan sanayinin, teknolojik gelişmenin motoru olan akıllı fabrikaları düşünün.
0 fabrikalar kurulurken tarım ve sanayi sektörlerinin karşılıklı etkileşim yoluyla birlikte gelişmesini, kalkınmakta olan ülkelere de model olan Atatürk’ün yarattığı ekonomi mucizesini düşünün.
Bazı tamamına ulaşılamamış kayıtlara göre muhtemelen 1932 yılında Türkiye’de üretilen uçakları görmeye gelen Amerikalı bir uçak mühendisinin “Türklerin zekâ ve tekniğine hayran kaldım” şeklinde sözleri Türk ekonomi mucizesinin bir göstergesi bir tür simgesi gibidir.
Giderek daha da yoksullaşan Türk insanının ekmeğine, aşına, işine ortak olmakla, istihdam ve mesken sorunlarını büyüterek ekonomik düzende girdaplar yaratmakla kalmayıp, ayıca sosyo/kültürel alanda Türklük değerlerine, geleneklerine yozlaştırma riski bulaştıran ve bazı yerleşim bölgelerinde nüfus çoğunluğu oluşturarak yerli halkın huzurunu bozan, neredeyse bağımsızlık ilan eden milyonlarca Suriyeli istilacı tez elden geldikleri yere geri gönderilmelidir.
Soygun ve irtica çetesinin önemli bir mensubunun söylediği şu lafa bakın.
“3,5 milyon mülteciyi ağırlıyor, her türlü ihtiyaçlarını karşılıyoruz ve onların Avrupa’ya gelmesinin bir anlamda önüne geçiyoruz.”
Bunu nasıl bir mantık?
Önce Türk halkının ulaşamadığı ihtiyaçlarını huzurunu sağlamayı düşün.
Avrupalıları istiladan uzak tutmanın bedelini Türk halkı ödemek zorunda değil.
Avrupalılar nasıl olsa alışık oldukları, bildikleri usullerle mülteci istilasına karşı kolayca kendilerini rahatlatacak çözümler yaratırlar.
Atatürk’ün mülteci politikasına ilişkin uyarı niteliğindeki sözlerini de unutmayalım:
“Anadili Türkçe olmayanlar müstakil mahalle kuramaz, işçi ve sanatçı kümesi oluşturamaz. Türk soylu olmayanlar istedikleri yere yerleşemez. Ecnebilerin bir belediyedeki nüfusu yüzde 10’u geçemez.”
***
YILLARIN kapanmayan yarası:
Bir milyonun üstünde atanma bekleyen öğretmen…
Okulları kapatılan 20 binin üstüne okulsuz köy…
Dindar ve kindar genç yetiştirmek için dağ tepe doldurulan İmam Hatip Okulları ve ilk öğretim okullarında görevlendirilen İmamlar…
İşte eğitim sisteminin getirildiği yer…
İşte ülkemizi yönetenler ve onların laik Cumhuriyetine yönelik amaçları…
Yapılaması gerekenler açık seçik ortada
O İmam Hatip okulları kapatılıp yerleri çağdaş eğitim kurumlarıyla doldurulmalı ve ülkenin gereksindiği kadar sayıda aydın din adamı yetiştiren teoloji okulları kurulmalıdır.
Diyanet işleri camiası hurafeciliği, cinsiyet farkından dolayı kadını ikinci sınıf varlık olarak görme zihniyetini bırakıp, bütün semavi ve pagan dinlerin günah saydığı usulsüzlükleri dinin emri diye yapmanın, hurafeciliğin ve Arap’ın kültürünün gerçek İslamiyet’le hiç ilgisi olmadığını…
Dinlerin ana felsefesi ve varlık nedeninin sadece düzgün ahlaklı, erdemli insan olmanın, bilime, akla değer verilmesinin, Tanrının yarattığı her şeye saygılı olmanın ve yarattıklarından dolayı tanrıya şükran duygusu beslemenin, hangi dinden olursa olsun, tanrının elçilerinin gösterdiği yoldan ayrılmamaları gereğini …
Elinde kutsal kitapla kürsüye çıkıp insanların dini duygularını sömürerek oy toplama çabasının dine ve dinin ilkelerine saygısızlık olduğunu, İslamiyet’i hurafelerden arındırdığı için Atatürk’e din düşmanı diyenlere doğruları göstermeyi kendine görev edinmelidir
Hiç üretmeden, çalışmadan din esnaflığıyla servet sahibi olan akılcılık, bilim düşmanı, ahlak düşkünü din burjuvazisinin inleri olan tarikatların, cemaatlerin yeniden dirilmesi mümkün olmayacak şekilde kökleri kurutulmalıdır.
Bu alan bir eğitim sorunudur ve eğitim sistemi çağdaşlaşmadıkça ülkemizin yeni dönemdeki yöneticileri en büyük zorluğu bu alanda yaşayacaklardır
***
TEK ADAM yönetimi devrildikten sonra nasıl eğitim sorunları irtica ve cehaletle savaş en zor mücadele olacak gibi görünüyorsa, tam tersine çöken demokrasi de muhtemelen kolayca rayına oturacaktır.
Tek adam rejiminin bitmesi demek demokrasinin filizlenmesi demektir.
TBMM Tek adam tayfalarından değil, ulus temsilcilerinden oluşacaktır
Yargı kurumları bağımsızlaşacak, hukuk evrensel hukuk kurallarına geri dönecek, bürokrasi yönetiminde liyakat ilkesi uygulanacaktır.
Hayvanat Bahçesi müdürü TUBİTAK başkanı olamayacak, tek kelime yabancı dil bilmeyen adam yabancı bir ülkede basın ataşesi, eşi din ataşesi olamayacaktır.
TSK binlerce yıllık geleneğine, hastahane, askeri okul ve benzeri kurumlarına yeniden kavuşacak ne sivil Harp okulu zırvalığı ne de askerliğini bedelli olarak yapmış biri Harp Okulu başkanı olamayacaktır.
***
ÇEYREK yüz yıla yakındır demokrasi adı altında ucube bir sistemle yönetiliyoruz.
Demokrasi ile ilgili literatürde az kullanılan kökleri antik Yunancadan gelen “monokrasi”, “Kakistokrasi”ve “kakokrasi” gibi kavramlara rastlanır.
Monokrasi, Tek kişinin yönetimi veya belirli bir siyasal amacın gerçekleştirilmesi için tek kişinin desteklendiği geçici yönetim biçimidir.
Kakistokrasi en kötü kişilerin yönetimi demektir. Kakokrasi ise yaptığı her işi beceriksizlikle eline yüzüne bulaştırdığı halde sanki çok da iyi becermiş gibi yapan ve kendi bekasından başka bir amacı olmayan kişinin yönetimidir
Bizim yönetim sistemimiz hangi tarife uyuyor dersiniz?

Kakistokrasi mi, Kakokrasi mi?
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin