BAZI kişilerin yaşamında sadece olayın içinde yaşayanın bildiği…
Kusur bulmak, hoşgörülü olmaktan çok daha kolay olduğu için ve başka etkenlerin de araya girip ortamı daha fazla germesine izin vermemek için kişinin anlatmak istemeyeceği…
Anlatmak istese de anlatamayacağı ya da anlaşılamayacağı veya anlamak istenmeyeceği olaylar vardır.
İnsan evreninde geçmişte kalan ve “Geçmiş”in kendine özgü koşulları ile biçimlenen yaşanmışlıklarla ve yıllar akıp geçerken değişen zamanın yarattığı yeni koşullara tabi olarak yaşanmakta olanların sanki zaman ve zamanın değişen koşulları hiç değişmiyor hep yerinde kalıyormuş gibi kıyaslama yapılmadan yorumlanması psiko/sosyal travmalara sosyal ve sosyo/kültürel ayrışımlara, farklı kitleler ve nesiller arsında yabancılaşmalara, kişilik çatışmalarına, sevgisiz ortamlar oluşmasına neden olur
Keşke herkes hakkında negatif şeyler düşündüğü kişi ya da kişiler hakkında bir de o kişinin içinde yaşadığı koşulları da göz önüne alıp kendini o kişinin yerine koyduktan sonra onun hakkında hüküm verse…
*
“İNSANLAR kötü yaratılmıştır çevresi onu iyi kılar” diyen İngiliz düşünür Thomas Hobbes’un tam tersi bir anlamdaki ünlü “Homo homini lupus” -insan insanın kurdudur- sözünden kitaplar karıştırmama rağmen yeterince felsefi düşünce disiplinine ve felsefi formasyona sahip olamadığım için ünlü İngiliz düşünürün ne amaçladığı sorusu hep kafamı kurcalarmıştır.
Hobbes acaba insanların yaratılış bakımından kurda benzer davranış özellikleri taşıdığı inancını mı vurguluyor veya “kişinin özgürlüğü, başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde biter” deyişinin bir başka versiyonu mu yapıyor, yoksa farklı, farklı zaman dilimlerinin koşullarında yaratılan oluşumların farklılığından etkilenen kişilerin aralarındaki çatışmalara mı gönderme yapıyor?
Oysa günlük hayatta çok sık kullanılan bir deyimle “dün dündür, bugün ise bugün” ve zaman sürekli akan bir nehire benzer, suların taşıdığı şeyler de geçer gider.
İşte bu nedenle evrensel düzende “değişmeyen tek şey değişimdir” söylemi yaygın biçimde de facto şekilde kabul edilen bir düşünce.
**
DÜŞÜNCE tarihine damgasını vuran önemli isimlerden biri olan Thomas Hobbes’u kendi zamanında ve yattığı mekânda rahat bırakıp daha geçmiş ötesine felsefi düşünce biçimlenmeye başlarken bilimlerin de tohumlarının atıldığı yerlerden biri olan antik Yunanla birlikte anılan İyonya’ya gidelim
Ama önce konumuzla fazla ilgisi olmasa da parantez içine alarak çağdaş uygarlığın Yunan kaynaklı olduğunu iddia eden Batılılar tarafından bu amaçla gizlendiği yönde sürülen bazı kayıtlara göre Anadolu’da yerleşik halklar olan Hititler, Frigler, Urartular İyonyalılar ve Truvalılar arasında kültürel benzerlikler olduğu ve bu nedenle bu halkların Türklük bağı olabileceği iddialarını, Etrüsklerin de genetik analizlerden alınan sonuçlara güre Ön Türklerden olduğunun artık netleşmiş bir bilgi olduğunu hatırlayıp yine ana konumuza dönelim
*
SOKRATES, Platon öncesi dönemde İyonya kenti Efes’te yaşayan diyalektik düşüncenin temellerini atanların başında gelen Efesli Herakleitos’a göre evrende hiçbir nesne yoktur ki, değişmeden kalsın. Her şey bir başka şeyin yıkımı/ölümü sayesinde varlığa gelmekte ve daha sonra yok olup gitmektedir
Bilemeyiz kesin bilgi sahibi olmadan iddia edemeyiz ama belki de Türk soyundan gelen Herakleitos “Aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız, çünkü nehir aynı nehir değildir ve siz aynı siz değilsiniz” der.
Yine “Her şey karşıtların çatışmasından doğar” diyen Herakleitos’tan ve günümüzde diyalektik düşünce denildiğinde akla ilk gelen isim olan Hegel’e uzanan yol üzerinde her şey siyah ile beyaz gibi, ölüm ile doğum gibi birbirlerinin tersi ile vardır ters olan şeylerin çatışmasından mükemmele varılır aksiyomuna varılır.
**
BURAYA kadar söz konusu olan değişim planı adına artık “doğa” mı dersiniz Tanrı mı dersiniz maddesel alanda ilahi bir güç tarafından planlanan ve başka hiçbir güç tarafından engellenemeyecek bir değişimdir.
Konu “İnsanlık evreni”ne ve insan davranışlarına geldiğinde iş çatallaşır. Zira Tanrı insana akıl vermiş ve böylece ona değişim yapma inisiyatifi tanımıştır.
Öte yandan Tasavvufi düşüncenin büyük ismi Hallac-ı Mansur’a göre “insan Tanrı’nın bir yansımasıdır. İnsan Tanrı’dan ayrı düşünülemez ve eğer insan kalbini kötülüklerden arındırırsa Tanrı ile bütünleşebilir.
Bu inancını “tanrı benim içimde ben tanrının içindeyim” anlamında “enel hak” diye açıklayan Hallac-ı Mansur bu sözleri “ben tanrıyım” şeklinde algılayanlarca her bir organı parçalanarak öldürülmüştü.
Herakleitos evrensel alanda ilahi gücün planıyla gerçekleşen değişim için “Tanrı için her şey güzel, iyi ve adildir, çünkü Tanrı şeyleri olması gerektiği gibi düzenler, tüm şeyleri bütünün uyumunda eksiksizleştirir, ama insanlar kimi şeylerin adil olmadığını kimi şeylerin adil olduğunu sanırlar” der.
İnsan evreninde gerçekleşen değişim kişilik gelişiminde yaşanan olumlu ya da olumsuz değişimlerdir ve yalnız kişiyi değil şu veya bu şekilde toplumu da etkiler.
Tanrı insanoğluna akıl ile birlikte yüreklere sevgi vermiştir. Akıl ve sevginin önünde ölüm dışında hiçbir engel duramaz.
William Shakespeare’e göre iyi ya da kötü bir şey yoktur. Biz düşüncemiz ile iyi ve kötüyü yaratırız.
Değişimin Mevlana’nın “Hamdım piştim” diye tanımladığı olgunluğa erişmesi için akıl ve sevgi dışında kişinin kendini tanıması sonra bencillikten uzaklık, hoşgörü ve sebatkarlık nitelikleri taşıması gerekir.
Bunlardan birinin bile eksikliği kişinin hamlıktan kurtulmasına olanak bırakmaz.
Akıl nedir: Akıl doğru amaçla kullanıldığında birbirinden farklı olan şeylerin, birbirine benzeyen yanlarını ve birbirine benzeyen şeylerin, birbirlerinden farklı yanlarını bilmektir.
Sevgi: yaşamın her alanına taşınması gereken, kişiye ve nesneye kişinin bütün içtenliği ile davranılması başkalarının hayallerine, umut ve sıkıntılarına ortak olmak çabasıdır
Friedrich von Schiller “Sevgi birliğe, bencillik yalnızlığa götürür” der
Hoşgörü: başkaları hakkında hüküm vermeden önce kendini başkasının yerine koyarak ve onun yaşadığı koşulları kendisi de yaşamış gibi düşünerek yapmaktır
Kendini tanımak: aynı zamanda başkalarını tanımanın ve kararlılığın, Sebatkârlığın kilidini açan anahtardır.
Konfüçyüs’e göre gidilen yolda sebat edildikçe ne kadar yavaş gidildiğinin önemi yoktur.
Thomas H. Huxley de “Amaç uğruna sergilenen sabır ve sebatın ağırlığı, akıllılıkla birlikte iki katına çıkar” der.
Kendini tanımak ise aynı zamanda kişilik gelişiminin başkalarını daha kolay tanıyıp sağlıklı ilişkiler kurmanın kilidini açan anahtardır
Oscar wilde’e göre “insanın kendisiyle yüzleşmeye yüzü yoksa başkalarının hatalarıyla oynar durur”
Napolyon da benzer konuda “İnsanın kendisini fethetmesi zaferlerin en büyüğüdür” der
Keşke herkes kendisiyle baş başa kaldığı anlarda kendi özünü tanıyıp kendisiyle yüzleşmesi için kendisine “ben kimim eksiklerim meziyetlerim nedir” diye içinde yaşadığı toplumla olan bağlarını gözden geçirip kişiliğini daha ötelere taşısa “hamdım piştim” vuslatına erse …