TÜRKİYE Cumhuriyeti 1923-938 yılları arasında yaşanan altın dönemden sonra başlangıcı yıl, ay ve saat itibariyle 1938 yılı 10 Kasım saat 9’u beş geceden itibaren cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde daha önce benzeri yaşanmamış bir karanlık dönemden geçiyor.
Yani Atatürk göklere yükseldi, Türk ulusunun güzel günleri bitti.
Konuya girmeden önce besmele çeker şunu söylemek isterim;
Yürekleri Atatürk sevgisiyle dolu herkes görebilir ki ülkenin kurtarıcısına hakaret etmek vatana ihanettir, vatan hainliğidir
Atatürk’ü sadece sevmek yetmez “Atatürk olmak” ne demektir önce bunu bilmek gerekir.
Bunu bütün insanlık öğrendi biz öğrenemedik.
İşte bunun için yıllardır çektiğimiz çileler bitmiyor, azdıkça azıyor.
***
ÜLKEMİZİN yaşadığı başlıca sorunlar şöyle sıralanabilir:
Ekonomi, hukuk ve adalet, eğitim, din istismarcılığı, Suriyeli ve Afgan istilacılar, irticai faaliyetler, bütün bunların bileşiminden nemalanan terör ve ayrılıkçı hareketler.
Kemalizm’in altı oku Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Milliyetçilik, Devletçilik, Devrimcilik nasıl ki birbirine bağlı ve biri olmadan kalanların etkinliği ve yetkinliği yetersiz kalıyorsa aynı şekilde Atatürk’ün yolundan uzaklaşmadan kaynaklanan ve aralarında neden-sonuç bağı olan başımızdaki dertler de öyledir.
****
BEN uzun süredir neredeyse her saat başı ekranlarda boy gösterip farklı düşüncelere tahammülsüzlüğünü kişilere hakaretler ederek gösteren malum şahsın ve benzerlerinin suratlarını görmemek için…
Topluma hiçbir eğitsel, kültürel katkısı olmayan, aile bireylerini ekrana kilitleyerek adeta birbirine yabancılaştıran dizilerden ve iktidar yandaşı yayınlarından ötürü televizyon seyretmiyorum.
Ancak son günlerde ekonomi haberlerine daha doğrusu ekonomik çöküş haberlerine gözlerim takılır oldu.
Enflasyon, vergiler, zamlar, kamu maliyesi, iş hayatı açmazları, tüketici sorunları, istihdam sorunları…
Ekonomi konusunda başlıca konuşulanlar sadece bunlardan ibaret. Oysa ekonomi bütün alanlarda battıkça batıyor.
Konuşulacaksa bunun nedenleri konuşulmalı.
Ekonomik çöküşe başlıca neden olan yolsuzluklar, tarım ve orman alanlarının talan edilip yağmalanması, üretim ve hizmet sektörlerinin yabancıların tekeline girmesi ya da kapatılıp kamu gelirlerinin erozyona uğratılması ve bunlara önlem alınması gereği hiç konuşulmuyor.
Oysa saylamayacak kadar çok kötü örnekler var.
Bu iktidar ülke yönetimine talip olduğunda “3Y” formülüyle1anse ettiği “Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklarla Mücadele” vaadinde bulunmuştu.
Ne vaat ettiyse hepsinin tersini yaptı.
Daha önce zaten Anavatan Partisi iktidarının “Ben zenginleri severim” diyen başı Turgut Özal zamanında erimeye başlayan orta sosyal katmanlar büsbütün yok oldu.
Zenginlik, yoksulluk, açlık sınırları sınırların ötesine taştı
İktidarın ilk icraatı Namuslu vicdanlı onurlu ve hesap vermekten korkan hiçbir siyasetçinin aklından geçirmeyeceği şekilde “Nereden Buldun Yasası” iptal edilip yolsuzluk düzeninin önündeki bütün engellerin kaldırılmasıyla yolsuzluklar arşa yükseldi.
Sonuçta yolsuzluk ve hırsızlıkta Meksika’dan sonra dünya ikincisi olduk.
Hapishaneler yetmedi yeni yapılanlarla birlikte sayılara 383’e yükseldi ama bu da yetmedi yapımı planlanan 36 hapishane ile bu sayının 419’a ulaşması hedefleniyor.
Ülkemiz yakın zamana kadar dünyada hapiste yatan gazetecilerin en çok olduğu ülkeler arasında ikinci sıradaydı. Ayrıca pek çok aydın ve bilim insanı da bu uygulamadan nasiplerini aldılar
***
BU CUMHURİYET kırk paranın üstüne kırk para eklenerek ve özellikle Atatürk’ün dehasının ürünü olarak Sümerbank tarafından uygulamaya konulan Sosyal Fabrikalar projesiyle sanayide, tarımda, teknolojide, kültürel gelişmede mucizeler yaratmıştı.
Ya bugün?
ANAP iktidarının 24 Ocak 1980’de uygulamaya koyduğu neo-liberalizme geçiş kararları ile başlayan süreçte AKP iktidarının Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın “Satacağız, Her şeyi satacağız. Kâr edeni de satacağız, zarar edeni de satacağız” dediği özelleştirmelerle, elden çıkarılanların yerlerine yenisi konmadığı için Cumhuriyetin yüz yıllık ekonomik değerleri heba edildi.
Sadece iki örnek;
Atatürk’ün eseri olan ve “Akıllı fabrikalar”, “Fabrika kuran Fabrikalar” diye de anılan, 1935 yılında yaşama geçirilen Sosyal Fabrika Projesi’nin devamı olarak 1970 yılında 32 milyon dolar harcanarak 780 dönüm arazi üzerine kurulan Giresun Aksu SEKA kâğıt fabrikası.
Öyküsü tam bir drama…
2002 yılında kâr ederken gerekçe gösterilmeden faaliyeti durdurulan, 2003 yılında mahkeme tarafından değeri 40 milyon dolar ve Selüloz-İş Sendikası Giresun Şube Başkanlığının açıklamasına göre ise değer tespit raporunda 60 milyon TL değer belirlenen tesis lojmanları, sosyal tesisleri, arazisi ve makinalarıyla birlikte 5 milyon TL’ye, o günkü değerle 3,5 milyon dolara özel sektöre satılıyor.
Nedense (!) özelleştirilince zarar eden tesisin makineleri 2010 yılında 11 milyon liraya hurdacıya satılıyor
2013 yılında da 68 milyon 270 bin TL’ye değer biçilen tesisin arazisi Giresun İl Özel İdaresi kanalıyla 68 milyon 500 bin TL’ye TOKİ’ye satılıyor.
Bir de yine Sosyal Fabrikalar projesi kapsamında 1936 yılında temeli alıp 1939 yılında ilk yerli kâğıdı üreten Balıkesir Sümerbank SEKA kâğıt fabrikasının öyküsü var ki her halde benzerlerine yalnız 2000’li yılların Türkiye Cumhuriyeti’nde rastlanan bir olay
Tesis 2003 yılında değeri 200 milyon dolar iken ve kasasında 50 milyon dolar varken 1,1 milyon dolara
Albayraklar firmasına satılıyor.
Bu da ulusumuz içine düştüğü derin kuyunun çamurlu zemininde çırpınıp dururken son beş yılda oluşan ve çoğu İmam Hatip mezunu olan 113 bin ultra zengin ailenin nasıl türediğinin göstergesi.
İşte özelleştirmelerin yüzde 90’ını gerçekleştiren AKP elinde Cumhuriyetin heba olan değerlerden sadece iki örnek…
Sadece bu alanlarda değil eğitim sisteminin müfredatının çağdaşlıktan uzak hale getirilmesiyle eğitim sistemi de çöktü.
Bir yılda içlerinde hiçbir bilimsel makalesi olmayıp da rektör yapılan 68 kişinin de olduğu ve çoğunluğu
Akraba-i taallukat mensubu 4 bin kişi Profesör yapıldı.
84 Tıp Fakültesine karşılık ilahiyat fakültesi sayısı 105 ve 302 Fen Fakültesine karşılık İmama Hatip Okulu sayısı 3394.
Çağdaş eğitimin hedefi beyinleri sadece bilgi ile doldurmak değil, düşünen beyinler yaratmaktır. Bilgi her ortamda edinilebilir. Önemli olan beyinin içini doldurmak değil onu çalışır hale getirmektir.
Eğitimin amacı eşsiz önderimiz Atatürk’ün sözleriyle “aklı hür, vicdanı hür irfanı hür” gençler yetiştirmek olmalıdır “dindar ve kindar” nesiller diye büyük kitleler beyinlerini çalıştıramaz, sorgulayamaz oldular. Ülkemizin yaşadığı açmazların başlıca nedenlerinden biri bu.
Atatürk’ün kadınlara kazandırdığı özgürlüklerle birlikte yüksek eğitim almış kadınlarımızın sayısı hızla arttı. Ne var ki içlerinde irfanı hür olmayıp dinin emri diye Araplaşma özentisiyle çağdaşlaşmaya aykırı kılık kıyafete bürünen doktorlar, hukukçular hatta saçları görünmesin diye önce bone onun üstüne başörtüsü onunda da üstüne resmi şapka takan garip kıyafetli kadın polisler bile var.
Keşke Tanrı kadını saçlı yarattıysa neden saçlarını gizlemesini istesin diye düşünebilseler.
****
EZOTERİZMİN insanların doğmadan önce haklarında yazılmış bir kader planı uyarınca yaşamlarını sürdürdüğü…
Yine bireylerin ve toplumların hayatında çöküşler yükselişler olduğu, çöküşlerin dip yaptığı anda yükselişler ve yükselişlerin tavan yaptığı anda çöküşlerin başladığı tezini hatırlayalım.
Osmanlı imparatorluğu çökerken Türk ulusunun karanlık günler yaşadığı dönemde 1881 yılında doğan tan vakti aydınlığının 19 Mayıs 1919 günü giderek parlamaya başlamasının ardından tarih 10 Kasım 1938 gün güneşin batmasıyla birlikte günümüzde ortalığı zifiri bir karanlık kaplamış durumda.
Bu elbette sonsuza kadar böyle gitmeyecek.
Güneşimiz sönse de bıraktığı ışık hiç sönmedi
Sönmeyecek.
***
DİYALEKTİK düşüncenin antik çağdaki önemli isimlerinden Efesli Herakleitos “Aynı nehirde iki kez yıkanmaz, sular akıp gittiği için nehir aynı nehir değildir. Evren sürekli bir oluş ve değişim içindedir. Her şey her zaman durmaksızın değişmektedir” der.
Yine diyalektik düşüncenin ilk öncülerinden olan Herakleitos’a göre “Evrende her şey siyahla beyaz gibi, ölümle doğum gibi birbirlerinin zıttı ile vardır. Zıtlıkların çatışmasından mükemmele ulaşılır”
Günü, saati geldiğinde bugünlerin karanlığının nedeni olan “Dindar ve kindar genç” yetiştirme hedefiyle Atatürk’ün gösterdiği “aklı hür, vicdanı hür, ifanı hür” zihniyetlerinin çatışmasından ve yine Atatürk’ün “Vatandaşlar! Vatanınızda herhangi bir kişiyi, istediğinizi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evlâdınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, millî varlığınızı bütün sevgilerinize rağmen herhangi bir kişiye, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır. Bunun tersine hareket kadar büyük hata olamaz” uyarısına uyulduğunda Türk ulusu yeniden parlak günlere kavuşacaktır.