Yazık ki ne yazık!..
İzmir’de ve Türkiye’de yaşamını yitiren tüm çocuklara…
“Her insan, yapmadığı tüm iyiliklerden suçludur.”Voltaire
Artık kadın cinayetlerine, işçi ölümlerine, çocuk cinayetlerine yönelik yazı yazmanın bir anlamı kaldı mı bu ülkede?…
.
Alt alta sıralamaya kalksam Soma’yı, Çorlu’yu, Aladağ’ı, Özgecan’ı, Şule Çet’i, Narin’i, Rüya’yı, Rojin’i ve daha onlarcasını hatta yüzlercesini yazıyoruz. Yazmaya devam ediyoruz…
22 yıldır süren bu kasırga hepimizi şair veya yazar yaptı…
Halbuki herkes kendi mesleğini gücünün yettiği kadar yapmaya çalışıyordu…
Kayyım dayatmasını protesto İçin alanda toplanıyoruz. Yine sen, ben ve bizim oğlan…
Aynı kişiler, aynı yüzler. Sendikaya gittiğimiz de aynı yoldaşları, meslek odamıza gittiğimiz de yine bidik arkadaşları, çevre derneğimize gittiğimiz de bildiğimiz dostlarımızı görüyoruz…
Kısacası halk dediğimiz o sessiz çoğunluğu aramızda maalesef göremiyoruz…
Kabahatin çoğu bizde mi? Onlarda mı? Hem bizlerde hem onlarda mı?…
Gelelim İzmir Selçuk’ta yanarak can veren çocuklarımıza…
İzmir’deki bu olay bence çok farklı olup, ortada bir katil ve bir zanlının olmadığı görülüyor…
Daha açıkçası ortada hapse atılacak birileri bulunamamış(!)…
Ama Narin’in veya Rüya’nın ya da başka bir çocuğun, bir kadının, bir emekçinin ölldürülmesinden farklı bir tarafı var mı?…
Hekim gözlüğü ile; yani olaya toplumsal, fiziksel, ruhsal ve siyasi olarak bakarsak, bu olayın da bir cinayetten farksız olduğu gerçeğini söyleyeyim. Yanlış mı?..
Bu olay toplumsal, yani daha açıkçası siyasi bir cinayet değil mi?..
Suçlusu da var olan yönetimin sorumlu ve sorumluları değil mi?..
Çözümü de bu Selefi Faşizmin biran önce yok edilmesi dersem yanlış mı olur?…
Bilindiği gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni Yüksel Çakmur’dan beri, yani 1989 yılından beri KRONİK ANA MUHALEFET PARTİMİZ(KAMP) yönetiyor…
CHP’li Çakmur’dan sonra Burhan Özfatura, ondan sonrada Ahmet Piriştina gelmiş…
Piriştina gitmiş. Yerine Aziz Kocaoğlu gelmiş…
Kocaoğlu’ndan sonra Tunç Soyer, şimdi de meslektaşımız Cemil Tugay yönetiyor…
1989’u başlangıç alırsak; yani aşağı yukarı 30 yıldan fazla sürede KAMP’li belediye başkanlarımız İzmir’i yönetiyor…
İyi veya kötü her belediye başkanının güzel İzmir’e bir tohum muhakkak ektiğini kabul edelim…
İzmirli’nin yaşamına öyle veya böyle katkı sundular diyelim…
KAMP belediyeleri özellikle son dönemde yaşanan belirgin ekonomik kriz karşısında yoksulluğa karşı mücadele vermek için sosyal yardım yaptıklarını açıkladılar…
Bunların en bilineni Ankara Büyükşehir Belediyesidir…
30 yılı aşkın süredir KAMP tarafından yönetilen bir büyükşehirden yani İzmir’den söz ediyoruz…
İzmir gerçeğinde ne farklı bir parti İzmir’i yönetti, ne de farklı bir ideoloji İzmir’e egemen oldu…
İzmir her seçimde, her referandumda KAMP’nin kalesi sayıldı…
Ama sosyal belediyecilik yaptığıyla övünen, sosyal yardımlar yaptığını söyleyen, üstelik 30 yıldır yönetilen bir şehirde 5 çocuk elektrikli sobanın devrilmesinden yaşamını yitiriyor(!)…
Olay soba devrilmesi olabilir. Ama 2024’ün son diliminde sobadan beş çocuk göz göre göre, hem de Selçuk gibi bir İlçede yaşamını yitiriyorsa, bunun adı sosyal belediyeciliğin sadece söylemden ibaret olduğunu göster mez mi?..
Yoksulluğu tabii ki bir büyükşehir belediyesi engelleyemez. Bu merkezi yönetimin siyasi iklimine, yani emekten yana olmasıyla ilgili temel duruşuna bağlıdır…
Bunun için temel hükümet politikaları gereklidir…
Ancak yoksulluğa karşı verilecek bir mücadeledebelediyeler her ne kadar esas görevli olmasa da; çok önemli görev üstlendikleri hepimizin gerçeğidir…
Tıpkı bugün Ankara’da, İstanbul’da, Eskişehir’de, Uşak’ta, Bursa’da ve daha birçok KAMP’li belediyede yapıldığı gibi…
Kaldı ki belediyelerin büyük bölümü 2019 veya 2024 seçimlerinde KAMP’e geçti…
Yani hiçbiri 30 yıldır yönetilen bir İzmir gibi değil…
Elbette sorun sadece İzmir’e özgün de değil…
22 yılda geçim sıkıntısı yaşayan milyonlar, ihalelerine katılacak firma bulamadığı için iptal edilen kamu kurumları, okuluna gidemeyen öğrenciler varsa; hepsi 22 yıllık ekonominin yani bu talan ve yağma ekonomisinin faturasıdır…
İnsanlar 17 bin lira ile geçinerek ay sonunu getirmenin derdine düşmüşken, hak ettiği yaşamı hakkıyla yaşamadığını vurgulayalım…
Emekliler ek iş yapmak, öğrenciler ise hem okuyup hem çalışmak zorunda kalıyorlar…
Hatta kimisinin ekonomik kriz nedeniyle üniversite eğitimini bıraktığını işitiyoruz…
Kabahatin sahibi bu dikta yönetimi değil mi?..
Türkiye’de ki insanlar da öyle bir yoksulluk oluştu ki; bu yüzden canını kıymaya başlayan insanlarımızın giderek arttığını görüyoruz…
Bu ülkede işsizlik olduğu için saç kurutma makinesiyle çocuklarını ısıtmaya çalışan, diğer odada kendini tavana asarak intihar edenler…
Geçinemediği için uyuşturucu bataklığına düşen ve katil olan kişiler var…
Hangisini yazalım, neyi anlatalım?..
Ölenler, geçinemeyenler, yaşayamayanlar…
Beş çocuğun ölümü 2024’ün Türkiye’sinde adı konulmamış vahşi bir cinayettir….
Enflasyonun, belediyenin yetersiz sosyal yardımının, kısaca dikta yönetimin ekonomi politikalarının yaptığı gerçek bir cinayettir…
Baktığınızda bir zanlı yok. Ama bu olayın zanlısı bu düzeni değiştiremediği için uykudan kalkamayan Türkiye diyebilir miyiz?…
Yıllarca herkesin kötünün iyisi diyerek boyun eğdiği; bizlerin resmen kalesi haline dönen şehirlerimizin yöneticileri şüpheli değil mi? …
Bilinmeden verilen oylar, salt çıkar için yapılan girişimler…
Son olarak vicdanımız bunun gibi binlerce olaydan dolayı; ne bu olayda ne de bundan öncekilerde ceza almadı…
Kimbilir göz göre ölen sayamayacağımız binlerce çocuktan sadece bu beş çocuk bile; eğer birilerini ağlatmadıysa, işimiz çok zor dostlarım…
Sözlerimi Durmuş Yazıcıoğlu’nun derlediği, acıklı bir Adana türküsü ile bitireyim…
Bu türküyü her dinlediğimde gözlerim yaşarır…
Şu Kışlanın Kapısına
Mail Oldum Yapısına
Telli Kurban Bağlayayım
Asker Yarin Kapısına
Sevgilerimle…
Dr. Mustafa Torun