TEMEL DEMİRER
“Dünya; zengin din adamlarının,
yoksul ve aç insanlara erdem üzerine
vaaz ettikleri bir rezillik yeridir.”[1]
Mehmet İnanç Turan’ın, ‘Müslümanlık Felsefesinin Doğuş Tarihi’[2] başlıklı çalışması, okurunu bir alay dogma üzerine düşünmeye davet eden, önemli, eleştirel bir çalışma.
“Müslümanlığın Ortaya Çıktığı Maddi Ortam” (s.11); “Mekke Toplumu” (s.14); “Kur’an ve Evrensellik” (s.29); “Kur’an’ı Anlamanın Diyalektiği” (s.35) ile ortaya koyduğu teorik çerçeveyi; yine İslâmın politikasının kronolojik dökümüyle destekliyor:
“Medine Vesikası (623)” (s.66); “Medine’de Müslümanlığın Güçlenmeye Başlaması (624)” (s.69); “Cihad Emri (624)” (s.72); “Medine’de İlk Terör (624)” (s.84); “Yahudilere İlk Saldırı (624)” (s.86); “Kıblenin Değişmesi (624)” (s.88); “Yahudi Şairin Katli (624-625)” (s.91); “Beni Nadir Yahudilerinin Sürülmesi (626)” (s.98); Kureyza Yahudilerin Başına Gelenler (627)” (s.121).
“İçki ve Kumarın Yasaklanması (626)” (s.102); “Tesettür (Örtünme) Emri (627)” (s.126); “Medine Devletinin Doğuşu ve Hudeybiye Antlaşması (628)” (s.130); “Mekke’nin Fethi (630)” (s.152); “Hz. Muhammed’in Oğlu ve Mariye Olayı (630)” (s.165); “Müslüman Arabistan Devletinin Temelinin Atılması (631-32)” (s.183.) vd. bölümlerle de İslâmın devletleşme pratiğini sergiliyor.
“Müslümanlığın bir felsefe olarak adlandırılması birçok insana doğru gelmeyebilir. Ne var ki, Müslümanlık bir felsefedir. Belirli bir dünya görüşünü ifade eder. Her dünya görüşü bir felsefedir. Dinsel inanışlar, dinsel görüşler bir felsefedir.
Müslümanlık felsefesi, hem yaşadığımız dünyayla ilgili hem de varsaydığı öteki dünyayla ilgili görüşleri içerir. Her felsefe dünyaya, topluma, toplumdaki düşüncelere farklı gözlerle bakar. Müslümanlığın felsefesini anlayabilmek için onun doğuşunu, gelişimini, tamamlanmasını diyalektik yöntemle incelemek gerekir.
Müslümanlık dinsel bir felsefe olarak 610-611 yılında doğmuş ve 632 yılında tamamlanmıştır. Bu anlamıyla dogmatik bir felsefedir.
Müslümanlık felsefesinin temel kitabı Kur’an-ı Kerim’dir. Müslümanlık felsefesinin kurucusu Hz. Muhammed’in sözleri (hadisleri) ikinci kaynaktır. Müslümanlık felsefesinin gelişim sürecini Kur’an-ı Kerim’i temel alarak incelemek gerekir,” (s.9) satırlarıyla Müslümanlık meselesinin felsefi tezatlarının altını çiziyor.
* * * * *
Friedrich Engels’in, “Mantık ve diyalektikten oluşan” notunu düştüğü felsefe Karl Marx’ın deyişiyle, “Dünyaya başkaldırır”ken; “gökteki”/ yeryüzündeki tüm otoritelere itiraz edip, sorgular; “Felsefe proletarya ortadan kaldırılmaksızın bir gerçeklik hâline getirilemez, proletarya da felsefe bir gerçeklik hâline getirilmeden ortadan kaldırılamaz,” ifadesindeki üzere Karl Marx’ın…
Kolay mı?
Max Horkheimer’ın, “Felsefeye inanmak, insanın düşünme yetisinin korku yüzünden körelmesine karşı çıkmak demektir.” “Felsefe, insanın kendini aptallaştırmasına izin vermemek için vardır,” diye tanımladığı konuda, “Cehalet bulutlarının altında mutlu olmaktansa, bilim ve felsefenin aydınlığı içinde mutsuz olmayı yeğlerim,” diye ekler Olympe de Gouges da…
Nasıl olursa olsun soru(n)lara felsefeyle bakmaktan başka hiçbir yolun olmadığı dünya; “Felsefi dile aldırmadığını iddia eden kişi yalan söylüyordur; zaten, bu saçmalığı ortaya koyan kişi, iddiasını dile getirmek için de felsefi dili kullanacaktır.”[3] “İnsanın körlüğünün ve zayıflığının gözlemlenmesi tüm felsefenin sonucudur ve ondan kaçma ya da kaçınma çabalarımıza rağmen her fırsatta karşımıza çıkar,” satırlarıyla altını çizdiği üzere David Hume’un…
Bunlar göz önünde bulundurulduğunda Mehmet İnanç Turan’ın eserinde yaptığına İslâm “felsefesi”nin eleştirilmesindense, İslâm felsefesî (mantıksal ve diyalektik) bir eleştiri olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Ziran Kur’an bir “felsefesi” olmadığı, bizatihi yazarın eseri gözler önüne seriyor.
Yazarın altını özenle çizdiği üzere “Kur’an tekrarlamalarla doludur. Çoğu ayetler farklı surelerde aynı biçimde tekrarlanmıştır. Dinsel olaylar defalarca değişik surelerde anlatılmıştır. Aşağıdaki konularda tekrarlar çok belirgindir.” (s.20)
“Kur’an’ın açık, kesin, anlaşılır ayetler içerdiğini belirten birçok ayet daha var (Mücâdele Suresi nin 5. ayeti, Hûd Suresi’nin 1-2. ayeti vb.). Ne var ki, Kur’an’ın bütün ayetlerinin anlaşılır (muhkem) olduğunu söylemek mümkün değildir. Örneğin Bakara Suresi’nin 1. ayeti şöyledir: ‘Elif Lâm Mîm.’
Yûnus Suresi’nin 1. ayetinde şöyle yazar: ‘Elif, Lâm, Râ. Bunlar hikmet dolu Kitab’ın âyetleridir.’
‘Elif Lâm Mim’, ‘Elif, Lâm, Râ’ ne demektir? Bunların hiçbir anlamı yoktur. Yirmi dokuz surenin başında buna benzer anlamsız kelimeler ayet içine sokulmuştur veya ayet hâline getirilmiştir. Müslümanlığın felsefesiyle uğraşan araştırmacılar bu anlaşılmayan kelimelere HURÛF-İ MUKATTAA demektedir. Bu ayetlerin veya kelimelerin anlamını bilmek olanaklı değildir.
Âl-i İmran Suresi’nin 1. ayeti de ‘Elif, Lâm, Mim’dir. Demek ki, Kur’an’ın bütün ayetlerinin açık-seçik, anlaşır olduğu doğru değildir. Bu gerçek, Kur’an’ın apaçık ayetlerden ibaret olduğunu anlatan ayetlere bir çelişki oluşturur.” (s.23)
“Tanrı, ayetlerini ortadan kaldırıp (iptal edip) yerine başka bir ayet koyabilir mi? Müslümanlık felsefesine göre bu olanaklıdır. Bir ayetin yürürlükten kaldırılmasına veya değiştirilmesine nesh (nesih) denir. Ortadan kaldırılan ayete mensuh (geçersiz) ayet denir. Mensuh ayetin yerine konan ayete nâsih (geçerli) ayet denir.” (s.26)
“Nahl Suresi’nin 67. ayetinin, Maide Suresi’nin 90. ayetiyle Mensuh (geçersiz) kılındığını onayladığımız zaman Tanrı’nın fikir değiştirdiğini kabul etmiş oluruz. Ama bu sefer Tanrı fikri de zedelenmiş olur.
– ‘İçki serbesttir.’ (Nahl Sûresi’nin 67. âyetine göre.)
– ‘İçki yasaktır.’ (Maide Sûresi’nin 90. âyetine göre.)
Bu iki önerme birbirleriyle çelişen iki fikirdir. ‘Ayet kaldırma’ olayın kabul edilmesi, bizi Kur’an’da çelişkilerin olduğunu onaylamaya zorlar.” (s.28)
* * * * *
Elbette “Din kadar hakkında ileri geri konuşulan bir başka mesele yok… Aklın alanı olmayan böyle bir mesele hakkında bu ümmetle kavgalı insanların dediğine bakmaktansa, Resulüllah’tan günümüze uzanan âkiller ve âlimler ittifakına uymak daha garantili ve daha akıllıcadır,”[4] denilen coğrafyamızda bu konuda söz etmek, kolay değildir; ancak Mehmet İnanç Turan zor ve gerekli olanı yapıyor.
“Zor ve gerekli olan” vurgusu karşılıksız değil!
“Nasıl” mı? Birkaç örneği alt alta sıralamak bile yeter…
Diyanet’in, “Depremzede çocuklar evlat edinebilir mi?” sorusuna verilen yanıtta, “Evlat edinen ile evlatlık arasında evlenme engeli doğmaz” ifadeleri kullanıldı…[5]
Diyanet AFAD’ı 17’ye katladı Genel bütçe kapsamındaki idarelerin yılın ilk ayında harcamalarına göre sıralandığı liste, iktidarın doğal afetlere hazırlık konusunda kayıtsızlığına ayna tuttu. Diyanet ocak’ta 4 milyar TL, AFAD ise 233 milyon TL harcadı…[6]
“Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2024 bütçesinden aldığı pay 79 milyar 557 milyon 847 bin TL… 6 Bakanlığınkinden fazla… 2023’e göre yüzde 151 artış var… İstediğinde daha çok kaynağı kullanmanın önü açık olmak kaydıyla… 211 bin 164 personeli var… Devlet aygıtı içinde bir din ordusu…
‘Laik demokratik’ dedikleri Türkiye’de 87 bin 806 cami var… Nüfusu yaklaşık aynı olan İran İslâm Cumhuriyeti’nde 48 bin cami var… Ve cami inşaatları hız kesmeden devam ediyor… Okul sayısı da 67 bin… Bu rakamlar size bir şey ifade ediyor mu?
Öyle laik bir ülke ki, bir mezhebin finansmanı için 85 milyondan vergi alınıyor… Ve sadece Sünnî Müslümanlara ‘hizmet veriyor’…”[7]
Diyanet şimdi de çocukların evlerine kadar girecek. Adeta zamanında Fethullahçıların yaptığı gibi yeni bir “abi-abla modeliyle” karşı karşıyayız. Tüm bunlar yukarıdan aşağıya dayatılırken Diyanet, MEB’e paralel bir eğitim düzeni yaratıyor… Adına manevi danışman denilen imamlar, vaizler okullarda derse girmeye başladı. Bununla da yetinmeyen Diyanet’in yeni bir proje daha başlattığı ortaya çıktı. Üstelik bu sefer Milli Eğitim Bakanlığı’nı bile dahil etmeden… Adına Genç Gönüller denilen bu projeye göre Diyanet çocukları camiye götürecek, evlerini ziyaret edecek ve ev ödevlerini bile yaptırabilecek. Diyanet bu yolla çocukların hayatına daha fazla müdahale etmeyi amaçlıyor…[8]
Turan Dursun’un, “Dinler insana gözyaşı getirmiştir, ölümler getirmiştir. İslâm da bunların arasındadır,” vurgusuyla altını çizdiği üzere dogmalar varsa, insan(lık) köledir; sorgulayamayan; boyun eğendir.
Din, düşünmekten kaçmanın kolay yoluyken; “Eğer din ölümden önce bir işe yaramazsa, ölümden sonra hiçbir işe yaramayacaktır,” diyen Ali Şeriati haksız olabilir mi?
Oysa bilincimiz ve vicdanımızın dışında, ona rağmen bir dogmanın değeri/ anlamı yoktur.
Temel olarak bilinmeyene karşı duyulan korku olarak dinler sıradan insanlar için “gerçek”, iktidarlar içinse kullanışlı bir prangadır; “Cinayet üzerine çok görkemli imparatorluklar, yalan dolan üzerine çok soylu dinler kurulabilir,” ifadesindeki üzere Charles Baudelaire.
* * * * *
Müslümanlık da her dinsel dogma, aklın tükendiği yerde başlıyor. Çünkü onun aklın yok edilmesinden başka bir şey olması mümkün değil. Malum dogma insan(lık)a yanıt vermez; sadece sorular sormanı durdurur.
Çünkü teolojik dogma için, sadece kutsal sayılan “doğru”dur, oysa felsefe için doğru olan sadece eleştiridir. Bilgi arttığı oranda, dogma yok olur; “Bilgi iyidir, ancak şundan dolayı iyidir. O insanı önyargılardan, dinsel inançlardan, gereksiz korkulardan kurtarır,” saptamasındaki üzere Aristippos’un…
Yazar yapıtında sözünü ettiğim meseleleri net biçimde ortaya koyarak, “İlginç ve önemli olan diğer nokta, evrensel olduğu (bütün insanlığa) gönderildiği kabul edilen bir kutsal kitapta, Hz. Muhammed’in özel sorununu çözmek için ayet gönderilmesi bir sorun yaratmaktadır,” (s.111) diyerek “Cüveyriye ve İfk meselesi (626 -627)” (s.108) ve “Zeyd ve Zeyneb olayı (627)” (s.112) ortaya koyar ve ekler: “Tanrı, Hz. Muhammed’in özel hayatını onun istediği biçimde düzenlemekte en büyük yardımcısıydı.” (s.171)
“Demek ki; Hz. Muhammed, Müslüman Arap devletini kurmak isterken her yola başvurmayı meşru sayıyordu. Makyavelizm prensibini (gayeye varmak için her yol meşrudur ahlâkını) Makyavel’den önce keşfetmişti. Dehalığı hak etmesi bundandı. İkna, kılıç, rüşvet, devletin gelişmesinin araçlarıydı.” (s.190)
“Nasıl” mı?
Yine Mehmet İnanç Turan’dan aktaralım…
“Kur’an’ın ayetlerini düşünce düzleminde şöyle sınıflandırabiliriz.
* Müslümanlığın güçsüz olduğu dönemde gelen ayetler.
* Müslümanlığın güçsüzlükten güçlülüğe geçerken gelen ayetler.
* Güçlülük döneminde gelen ayetler” (s.38)
Örneğin “Müslümanlığın güçsüz olduğu dönemde CİHAT savunulmaz. Nedir cihat? Cihat, din uğruna yapılan kutsal fiziksel savaştır. Cihat ancak Müslümanlar Medine’ye taşındıktan ve güçlendikten sonra (Hicret’in ikinci yılından itibaren) savunulmaya başlanmış ve bununla ilgili ayetler gelmiştir. Müslümanlık felsefesi yayılıp yerine oturduktan sonra yeryüzünü ikiye ayırmıştır:
– “Dar-ül İslâm” (Müslümanların yaşadığı yerler)
– “Dar-ül Harp” (Müslüman olmayanların yaşadığı yerler)
Dünya “Dar-ül İslâm” olana kadar Cihat yapmayı Müslümanlık felsefesi savunmaktadır.” (s.36)
“Kur’an Mekke döneminden itibaren Tanrı’yı ‘âlemlerin Tanrısı’ olarak tanıtır. Tanrı bütün âlemlere (dünyaya) egemen olan güçtür. Ama Hz. Muhammed’i Arap kavmine (Mekke toplumuna ve çevresine) uyarıcı olsun diye peygamber tayin etmiştir. Müslümanlık felsefesi güçlendikçe ve yayıldıkça Tanrı’nın bütün insanların Tanrısı olması bir gerçeğe dönüşecektir.
Kur’an’ın ta başından itibaren tüm insanlığa gönderildiğini, Hz. Muhammed’in bütün dünyanın peygamberi olduğunu kabul edersek ne olur? Yine ortaya felsefi bir çelişki çıkar.
1) Kur’an Arap toplumuna gönderilmiştir.
2) Kur’an dünyadaki bütün toplumlara gönderilmiştir.
Bu iki fikir antagonist (uzlaşmaz) bir çelişki içerir. İlkini anlatan ayetlerin, ikinci fikri anlatan ayetler tarafından ortadan kaldırıldığını (Nesh edildiğini) kabul edersek, Tanrı’nın fikir değiştirdiğini onaylamak zorunda kalırız. Bu ise her şeyi başından bilmesi gereken Tanrı’nın bilgeliğiyle, yanılmazlığıyla uyuşmaz. Kur’an’- daki çelişkilerin maddi-bilimsel bir açıklaması olmalı!” (s.34)
* * * * *
Ancak şunları diyen(ler)in hiçbir açıklaması ol(a)maz!
– “İslâmiyetten gayrı bir dine yönelenler sapıktır.” (Âl-i İmran, ayet 19, 85)
– “Müşrikleri nerede görürseniz öldürün.” (Tevbe, ayet 5)
– “Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi -eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin.” (Tevbe, ayet 23)
– “Kitap verilenlerden (Yahudiler, Hıristiyanlar)… hak dini (İslâmı) din edinmeyenlerle boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye (kafa parası) verene kadar savaşın.” (Tevbe, ayet 29)
– “Ey Müslümanlar, Yahudileri ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin; onlar birbirlerinin dostudur; sizden kim onlarla dost olursa, o da onlardandır.” (Maide, ayet 51)
– “Allah onları (Yahudileri, Hıristiyanları vs.) yok etsin.” (Tevbe, ayet 30)
– “(Yahudiler ve Hıristiyanlar) nerede bulunsalar, onlara alçaklık damgası vurulmuştur.” (Âl-i İmran, ayet 112)
– “Allah ve peygamberlerine karşı gelenlerin (münafıkların)… cezası, öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir.” (Maide, ayet 12)
– “İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir.” (Bakara, ayet 228)
– “(Mirasta) erkeğe, kadına nispetle iki pay verilir.” (Nisa, ayet 176)
– “(İtaatsizlik, inatçılık) etmelerinden endişelendiğiniz (kadınları) dövün.” (Nisa, ayet 34)
– “Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’a mahsustur; fakat onların çoğu bilmezler.”[9]
Burada durup, coğrafyamızın yöneltildiği güzergâhta yazarın yapıtının müthiş bir önem arz ettiği bir kere daha belirtmeliyim. Çünkü görülmesi gerek, AKP hükümete geldiğinden beri coğrafyamız -liberallerin de “katkıları”yla- bir tür “pasif devrim” güzergâhında ilerledi; kimi zaman bir “cephe savaşı”yla (bütünü etkileyen bir hamle) sıçrayan “mevzi savaşlarıyla” (parçaları etkileyen hamleler) yol aldı.
Diyanet Akademisi Başkanlığı 1. Dönem Aday Din Görevlileri Mezuniyet Merasimi’nde konuşan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, adliye koridorlarında şeriat sloganları atan ve mitinglerde hilafet bayrağı açan gruplara sahip çıkıp, şunları söyledi:
“Farklı maskeler altında şeriat düşmanlığı var. İslâmın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık esasında dinin bizatihi kendisine husumettir. İnanıp inanmamak, yaşayıp yaşamamak elbette bir tercih meselesidir. Ama dinin emirlerine dil uzatmak başka bir konudur.”[10]
Erdoğan’ın Diyanet Akademisi’ndeki konuşması bir “cephe savaşı” noktasında olduğumuzu düşündürüyor.
Erdoğan, 1994’de Refah Partisi’nin Ümraniye ilçe teşkilâtının açılışında yaptığı konuşmada “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor… Yahu bu millet istedikten sonra, tabii elden gidecek yahu!…” demiş ve eklemiş “Biz hazmettire hazmettire geliyoruz…”[11]
“Hazmettire hazmettire gelen”in kavranması için Mehmet İnanç Turan’ın, ‘Müslümanlık Felsefesinin Doğuş Tarihi’ mutlaka okunmalıdır.
Bu konuda V. İ. Lenin’in, “Bugün dinin en derine uzanan kolu, emekçi kitlelerin toplumsal ezikliği ve her gün her saat emekçilere en dayanılmaz acıları, savaş, deprem vb. doğal afetlerden çok daha beter kahırları çektiren kapitalizmin karanlık güçleri karşısındaki çaresizliğidir.” “Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir… Din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir”; Friedrich Engels’in, “Her din, günlük yaşamlarında onlara hâkim olan dış güçlerin insanların zihinlerindeki fantastik bir yansımasından, dünyevi güçlerin doğaüstü bir şekil aldığı bir yansımadan başka bir şey değildir”; Karl Marx’ın “Dinin hayali çiçekleri insanın zincirlerini süslüyor. İnsan çiçekleri de, zincirleri de atmalı,” ifadeleri hemen her şeyi yeterince aydınlatmış olsa da…
6 Nisan 2024 17:18:47, İstanbul.
N O T L A R
[*] Avrupa Demokrat, Nisan 2024…
[1] Umberto Eco.
[2] Mehmet İnanç Turan, Müslümanlık Felsefesinin Doğuş Tarihi, Ütopya Yay., 2024, 208 sahife.
[3] Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, çev: Işın Gürbüz, Metis Yay. 2011, s.216.
[4] Faruk Beşer, “Şefaat Meselesi ve İslâm’ın Protestanlaşması”, Yeni Şafak, 18 Ağustos 2017, s.16.
[5] Sefa Uyar, “Evlatlıkla Nikâh Olur”, Cumhuriyet, 18 Şubat 2023, s.8.
[6] Hüseyin Bildircin, “Diyanet AFAD’ı 17’ye Katladı”, Birgün, 17 Şubat 2023, s.6.
[7] Fikret Başkaya, “Siz Dine Karışırsanız, Din de Size Karışır…”, Yeni Yaşam, 2 Ocak 2024, s.10.
[8] “Mustafa Kömüş, “Eğitimdeki Yeni Paralel Yapı: Diyanet”, Birgün Pazar, 28 Ocak 2024, s.12.
[9] İlhan Arsel, Şeriat Devleti’nden Laik Cumhuriyet’e, Kaynak Yayınları, 6. Basım, s. 20-21.
[10] Aktaran: Özdemir İnce, “Şeriat Dedikleri…”, Cumhuriyet, 12 Mart 2024, s.3.
[11] Ergin Yıldızoğlu, “Siyasal İslâmın ‘Uzun Yürüyüşü’…”, Cumhuriyet, 5 Şubat 2024, s.9.