Temel DEMİRER
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Gerçek(ler) VE Gelecek: Soru(N)lar ve Sorumluluk(lar)[1]

Gerçek(ler) VE Gelecek: Soru(N)lar ve Sorumluluk(lar)[1]

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

TEMEL DEMİRER

 

“Tarih asla elveda demez,

ileride görüşürüz der.”[2]

 

‘Rejimin İç Çatışmaları: Güç Mücadelesi ve Siyasal Dinamikler!’ meselesine ilişkin olarak, Edip Cansever’in, “Bazı sözlerin anlamı/ O sözlerin söylenişindedir…” dizeleri eşliğinde şunların altını öncelikle çizmem gerek:

İlk gençliğim(iz)de toplumsal, sınıfsal ya da ulusal bir sorunsalı tartışırken, bütünden parçaya, genelden özele, soyuttan somuta vb., bir başka deyişle tekil (olaylar, olgular, görüngüler) ile tümel arasındaki diyalektik bağı kavramaya çalışan bir yönteme başvururduk.

Şimdilerde, yani post-modern zamanlarda bütünden değil, parçadan, genelden değil özelden, soyuttan değil somuttan söz eden karşılıksız bir pragmatizmle “uzlaşma”, “demokrasi”, “müzakere-mutabakat” gibi bir retorik hâkim oldu düşünce ve söylemlere…

“Emperyalizm”den söz edil(e)mez oldu; sınıf mücadelesinden de…

Fyodor Dostoyevski’nin, “Çift süren mandalar gibi çalışıyoruz. Köpekler gibi açız, yoksuluz! Başkaları yan gelip yatıyor, çalışmıyor; ama onlar zengin biz fakiriz,” sözleriyle betimlediği koşullarda “Yeni-Liberal Kapitalizm”, “Sosyal Sorumluluk Kapitalizmi”, “Sürdürülebilir Kapitalizm”, “İnsan Yüzlü Kapitalizm” vd’lerinin, yani hepsinin bir sömürü ve yıkım sistemi olan kapitalizm olduğu gerçeği hasıraltı edildi!

“Kapitalizm öldürür kapitalizmi öldürün!” hakikâtine yabancılaştırıldık; Julius Fučík’in, “Kapitalizmin öldürmesi gerekir ve öldürmeyi öğretir”; Fidel Castro’nun, “Kapitalizm dünyaya ne sundu? Gerçeğini temsil eden dört milyar aç insan. Kimsenin ne zaman nasıl ve nerede patlayacağını bilmediği bir volkan. Kapitalizmin dört asırdır doğurduğu şey bu – yoksulluk,” diye haykırdığı tarihimize rağmen!

Tıpkı V. İ. Lenin’in, “Cumhuriyet hangi biçimlere bürünürse bürünsün, isterse en demokratik cumhuriyet olsun, bir burjuva cumhuriyetiyse, onda toprağın, fabrikaların özel mülkiyeti sürüyorsa ve özel sermaye toplumu ücretli kölelik içinde tutuyorsa, bu devlet birilerinin diğerlerini ezmesi için bir makinedir,” ifadesiyle hatırlattığı gibi.

Dünyayı post-modern kolaycılığın kaçışlarıyla ele alırsanız, onu anlamak ya da değiştirmek bir yana, dibi-bucağı olmayan bir labirentin içinde kaybolup, karanlıkta ıslık çalmaktan başka bir şey yapmış olmazsınız!

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, “Filistin devleti istiyorlarsa Suudi Arabistan’da kurabilirler,”[3] diye haykırdığı; 79 ülkenin ABD’nin Netanyahu hakkında tutuklama kararı çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yaptırım uygulamasına karşı yayınladığı bildiriye T. “C”nin katılmadığı; Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Devlet Denetleme Kurulu’na her kademedeki kamu görevlisini görevden alma yetkisi veren bir düzenleme yürürlüğe giren[4] Türkiye’nin de içinde yer aldığı Ortadoğu tablosunda Suriye’deki rejimin çöküşü Sykes-Picot’nun sonuyken; farklı olmak gerekiyor!

Artık bir mercimek gibi altı-üstü belli olmamak yerine, köşeli olmak, dik durup diklenmek gerekiyor, güçsüz olsak da, yolumuzu açabilmek için…

Türkiye’de resmi tarihe yaslanan klasik okumalar miadını doldurmuştur. Çünkü sermaye birikim modeli “resmi tarih”i -kısmen temellük ederek- devre dışı bırakmıştır.

Henry Kissinger’ın, “Bunları kendimize yakışan bir İslâm yapacağız,” ifadesindeki realite en net hâliyle gözlerimizin önünde artık; Suriye’deki HTŞ (Heyet Tahrir eş-Şam/ Şam Kurtuluş Heyeti) hikâyesinin net biçimde anlattığı üzere!

Şimdi(lerde) bir şeylerin değişmemesi için değişir gibi yapan “yeni iktidar bloku”, Enverist pan-Türkizmin yerine, onu da içeren neo-Osmanlıcı hayalleriyle yayılmacı tekçiliği ikame ediliyor.

Baş aktörün Donald Trump olduğu bu tabloda Michel Foucault’nun, “Günümüzün sorunu artık ne olduğumuzu keşfetmek değil, olduğumuz şeyi reddetmektir”; John Fowles’un, “Esas trajedi, bir insanın kötü olmaya cesaret etmesi değil, milyonlarca insanın iyi olmaya cesaret edememesiydi”; Dante Alighieri’nin, “Cehennemin en azap verici yeri, büyük ahlâki çöküntü dönemlerinde tarafsız kalanlara ayrılmıştır”;[5] Anooshirvan Miyandji’nin, “Had bilmezlerin, had bilenlerin önünde olduğu bir çağdayız”; Cemal Süreya’nın, “Ama ülkemizde düşüncenin mutlaka ödenmesi gereken bir bedeli vardır,” sözleriyle Attilâ İlhan’ın, “o sözler ki kalbimizin üstünde/ dolu bir tabanca gibi/ ölüp ölesiye taşırız/ o sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan/ uğrunda asılırız,” dizelerini yüksek sesle telaffuz etmeliyiz…

 

DÜNYA HÂL(LER)İ

Finansallaşmış kapitalizmin yükseliş sürecinin karaya oturduğu, düşüş dönemiyle zembereğin aniden boşaldığı tabloyu herkes nefesini tutmuş izliyorken; sürdürülemez özellikleriyle savaş dışında derde “deva” hiçbir imkânı kalmayan “III. Büyük Bunalım” yeni(den) paylaşım hakikâtini karşımıza dikiyor…

Yerküreyi kucaklayan “Stagflasyon” (durgunluk+enflasyon), geçerli “standart modelinin” iflas ettiğini gösteriyor; örneğin ‘Almanya Federal İstatistik Ofisi’ne (Destatis) göre 2024’ün ilk yarısında 10 bin 702 işletme iflas etti; bu 2023’ün aynı dönemine kıyasla yüzde 24.9 artış demek;[6] kapitalist dünyanın hemen her yerinde durum aynı.

Tıpkı yoksulluk ve yıkım gibi.

“Nasıl” mı?

Almanya’da evsizlerin sayısı iki yıl içinde önemli bir artış göstererek 500.000’in üzerine çıktı. 2024 yılı başındaki resmi açıklamalara göre Almanya’da 531.600 civarında insanın kalıcı bir barınma yeri yok. Bu durum 2022’deki verilere kıyasla büyük bir artışa işaret ediyor. Ayrıca ‘Evsizlik Raporu’na göre yaklaşık 439.500 kişi acil barınma yardımlarından yararlanırken, 47.300 kişi sokaklarda ya da geçici konaklama yerlerinde yaşamını sürdürüyor.[7]

Bunun yanı başında ‘Küresel Servet Raporu’na göre, ABD’de 21.9 milyon, Çin’de 6 milyon, 9.5 milyon nüfuslu İsrail’de ise 180 bin dolar milyoneri bulunuyor. Küresel servetin en büyük bölümü 169 trilyon dolarla Kuzey Amerika bölgesinde. Onu 134.5 trilyon dolarla Asya-Pasifik ve 103 trilyon dolarla Batı Avrupa izliyor. Kuzey Amerika’nın en büyük özelliği, servetin üçte ikisinin 126.5 trilyon dolarlık finansal varlıkları toplanmış olması![8]

Söz konusu eşitsizliklerle birlikte küresel ısınmanın denetim altında tutulabilmesi ve iklim krizinin önlenmesi için sıcaklık artışının sanayi devrimi dönemine kıyasla 1.5 °C altında kalması gerekiyorken; 2024’de bu sınır aşıldı…

Küresel ısınmanın yarattığı, giderek ağırlaşan su, gıda kıtlığı krizlerinin bir sonucu da geri bıraktırılmış, eski sömürge, yoksul ülkelerden zengin eski sömürgeci ülkelere doğru bir göç dalgasının güçlenmesi. Bu göç dalgasının bir sonucu olarak ABD ve Avrupa devletleri, yerel halk arasında giderek güçlenen ekonomik, kültürel hoşnutsuzluklar ve ırkçı eğilimler karşısında göçmen akımını durdurmaya yönelik baskıcı önlemleri artırmaya başladılar. Şimdi, “yeni faşist” hareketler yükseliyor, ulusal çapta siyaseti, dinamikleri belirlemeye başlıyor ve bir “süreç olarak faşizm” küresel çapta şekilleniyor…

ABD’de Donald Trump, sanayi ve teknolojik gelişmelerin önderi sermaye gruplarının ve ‘Proje 2025’ denen faşist programın desteğiyle başkanlık seçimlerini kazandı…

Emperyalizm ve savaş kavramları da ana akım medyada normalleşmeye başladı…

Trump klasik ilhakçı emperyalizm kavramını olağanlaştırdı: “Panama Kanalı bize geri dönmelidir” diyor, “Grönland’ı satın almak” istiyor, “Kanada 51. eyalet olursa (bağımsız devlet olmaktan çıkarsa) Kanada halkının da zenginleşeceğini” ifade ediyor. Meksika’ya “göçmen akımını önlemezsen biz gelir önleriz” gibi tehditler savuruyor…

Bu sözlerin arkasında “yaşamsal ulusal çıkarların” olduğu iddiası, bu toprakların ABD savaş makinesinin gittikçe artan stratejik madde gereksinimi bağlamında zengin kaynaklara sahip olması, bu çıkışları “Trump’ın hezeyanları” deyip geçmeyi engelliyor. Dahası Trump’ın bu “hezeyanları” aslında, Rusya’nın Ukrayna’dan toprak alma, Çin’in Tayvan’ı topraklarına katma arzuları, İsrail’in Gazze’yi yerleşime açacak biçimde bir soykırımla temizlemesi, Batı Şeria’yı ve Suriye topraklarını ilhak etmeye başlamasında olduğu gibi, klasik ilhakçı emperyalizm eğilimiyle de örtüşüyor…[9]

Ve de işçi sınıfı ve küçük burjuvazi, faşist hareketlerin etkisi atına girmeye başladı…

 

TRUMP’LI ABD

Seçimi Trump’ın kazanmasıyla, “Bu duruma nasıl geldik”, “Bundan sonra ne olacak?” sorularının gündemde olduğu ABD’de Trump’ın imzaladığı ilk kararnameler ve dış politikada sırada bekleyenler bu savı destekler yönde; yani devletin yargı, güvenlik ve istihbarat kurumlarını kendine bağlama niyeti emperyalizm-haydut devlet-faşizm resmini tamamlıyor.

Hızla aktaralım: Trump, seçim kampanyaları sırasında dile getirdiği vaadini tutarak 6 Ocak Kongre baskını olaylarına karışmakla suçlanan, yargılanması devam eden veya ceza almış yaklaşık 1600 kişi için af kararnamesi çıkardı.

Trump, başkanlık koltuğuna oturduktan sonra hızlı ve güçlü bir şekilde yönetimde ciddi değişiklikler yapacağını, en hızlı adımı ise yasa dışı göçmen sorunu konusunda atacağını açıkladı.

Düzensiz göçmenler için “suçlu” nitelemesi yapan Trump, ayrıca ABD’nin güney sınırına asker göndereceğini açıkladı.

ABD’de yasa dışı göçü önlemek amacıyla hırsızlık ve soygun gibi çeşitli nedenlerle suçlanan düzensiz göçmenlerin gözaltına alınmasını gerektiren yasa tasarısı kabul edildi.

ABD’ye yasal yollarla göç etme imkânı tanıyan “CBP One” adlı uygulama kaldırıldı.

Trump, Biden döneminde ABD’nin yeniden taraf olduğu Paris İklim Anlaşması’ndan ayrılacağını açıkladı.

Şurası çok açık: Trump’ın, MAGA (Make America great again) hareketinin yükselmesiyle birlikte ABD’de İtalyan, Alman, İspanyol faşizmlerinin kültürlerini anımsatan bir dönüşüm yaşanıyor. Bu da, tükenmiş bir kapitalizmin kültürel dejenerasyonunun etkisiyle erkekliği, fiziksel gücü, gösteri ve egemen sembollerle harmanlayarak sunan vülger bir performansa dönüşüyor.

ABD yönetici seçkinlerinin yükselen güçler karşısındaki, giderek artan anksiyetesiyle birleşince dış politikada Kanada ve Grönland’ı ilhak etmek, Meksika Körfezi’nin adını Amerika Körfezi olarak değiştirmek ve Panama Kanalı üzerinde Amerikan egemenliğini yeniden tesis etmek gibi tehlikeli fantezilere yol açıyor.

‘The Financial Times’tan Gideon Rachman da “Trump’ın ABD’yi bir haydut devlete dönüştürme tehlikesine” işaret ediyorken; MAGA ideologlarından Steve Bannon’un deyimiyle, “Büyük oyunun modern bir yinelemesini temsil eden jeostratejik bir vizyon şekilleniyor.”

Tarih de bize “büyük oyunun”, “büyük savaşlara” yol açtığını, faşizmle-haydut devletin aynı madalyonun iki yüzü olduğunu gösteriyor.[10]

 

ELLER TETİKTE AÇMAZI

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini” ilan ettiği yanılgının ortaya çıktığı tabloda emperyalistlerin askeri ittifakı aradan geçen sürede daha da büyüdü, güçlendi. Böyle giderse daha da güçlenecek, belki daha da büyüyecek…

Örneğin NATO Genel Sekreteri Mark Rutte Ukrayna işgalinin ardından Almanya’nın İttifak’a önemli katkı sağladığını; ancak, “Ekonomik büyüklüğüne bakınca daha fazlasını beklediklerini” dile getirip, Almanya’dan askeri harcamalarını artırmasını istedi.[11]

Bu arada Alman hükümeti, 2024’de yaklaşık 13.33 milyar euro değerinde silah ve askeri malzeme ihracatına izni verdi. Böylece Almanya’nın 2024’te silah ve askeri malzeme satışı rekoru kırdı. Berlin yönetiminin 2023’te silah ve askeri malzeme satış tutarı12.13 milyar euro idi.[12]

Ayrıca ABD’nin peşinden Ukrayna Savaşı’nda cepheye koşan Almanya’nın Litvanya’da yapacağı askeri üssün inşaatı başladı; bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri bir ilk. Yayılmacı emelleri iki büyük dünya savaşına yol açan Almanya, Ukrayna Savaşı’nı fırsata çevirme peşindeyken; Rusya’ya savaş açan Alman militarizmi, Baltık bölgesine yerleşmek için ilk adımı attı. Litvanya’da savaşa hazır 4 bin Alman askerine ev sahipliği yapacak askeri üssün inşaatına başlandı.[13]

Kolay mı? Sadece Almanya değil, tüm AB, savaş hazırlıklarına hız verdi. Dış tehditlere karşı hazırlıkların yeterli olunmadığı belirtilen AB Komisyonu raporunda, savunma yatırımlarının artırılması gerektiği kaydedildi.

Eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, Avrupa’nın sivil ve askeri hazırlığına ilişkin Avrupa Komisyonu’na sunduğu raporda, AB’nin giderek karmaşıklaşan krizlere yanıt verirken “daha proaktif olması” önerisinde bulundu.[14]

Asya Pasifik’deki durum da farklı değil.

Hint-Pasifik’teki jeopolitik rekabet giderek kızışırken NATO’nun “kalesi” Japonya, ittifakın Savunma Bakanları toplantısına ilk kez bakan gönderecek. Japonya’da iktidardaki Liberal Demokrat Parti’nin lideri ve Başbakanı Şigeru İşiba, “Asya NATO’su” kurulması gerektiğini savunuyor.[15]

ABD bir süredir askerileştirdiği ve NATO zirvelerine davet ettiği iki müttefikini, Japonya ve Güney Kore’yi, merkezinde kendisinin olduğu üçlü bir ittifakta bir araya getirmeye çalışıyordu. Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol ve Japonya Başbakanı Kişida Fumio’nun anlaştığı üçlü ortaklık bildirisi, ABD’nin temel hedefini de açıkça ortaya koymaktaydı. Zira bildiri Çin’i, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni (Kuzey Kore) ve Rusya’yı hedef alıyordu.

ABD, Çin’i “baş rakip” ilan ettiğinden beri Asya-Pasifik’te bu ülkeye karşı çevreleme uygulamaya çalışıyorken; QUAD da, AUKUS da boşuna değil. ABD bir yandan Avustralya’yı Çin’e karşı nükleer üs hâline getirmeye çalışıyor, bir yandan da Hindistan’dan Japonya’ya uzanan geniş bir yay ile ülkeyi kuşatmaya gayret ediyor.

Bu doğrultuda ABD, Güney Kore ve Japonya, Doğu Çin Denizi’nde ‘Freedom Edge’ isimli üçlü bir tatbikat gerçekleştirdi;[16] bir başka deyişle, ABD’nin Ukrayna cephesinin ardından Pasifik’te de gerilimi tırmandırma hamleleri sürüyor. ABD’nin “olası bir Çin işgaline” karşı Tayvan’a yakın Japonya adalarına ve Filipinler’e üs açarak füze yerleştireceğinden söz ediliyor.

Özetle V. İ. Lenin’in “kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak formüle ettiği emperyalizmin, dünyayı yeniden paylaşma iştahının nüksettiği tarihsel bir kırılmanın eşiğindeyiz. Emperyalist-kapitalist sistemin krizi derinleşirken güç merkezleri arasındaki hegemonya ve paylaşım savaşı da şiddetleniyor. Aynı bloktaki -kapitalist- güç merkezlerinin birbirine düştüğü bu yeni bölüşüm sürecinde pazarlar-kaynaklar fethedilmeye, haritalar yeniden çizilmeye çalışılıyor.

İrtifa kaybeden Amerikan emperyalizmi, gerileyen hegemonyasını tahkim etmek için pervasızlaşıyor. “Pastadan daha fazla pay kapmak” için küresel düzeni kendi emperyal çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmenin, dizayn etmenin peşinde.

Hâliyle, Amerikan emperyalizminin 47. Başkanı Donald Trump’ın, Panama Kanalı’nı, Grönland’ı istemesi, Kanada’ya göz koyması, Filistinlileri Mısır ve Ürdün’e sürmekten dem vurması şaşırtıcı değil, bu yönelişin dışa vurumu.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun dediği gibi “Trump’ın şakası yok”, multimilyarder başkan Amerikan topraklarını genişletmenin peşinde. Grönland’ın alınmasını “mutlak zorunluluk” ilan eden Trump’ın gerekirse askeri seçenekleri göz ardı etmeyeceğini aktaran Rubio’ya göre de Grönland’ın ABD topraklarına katılması, Panama Kanalı’nın alınması Amerikan ulusal çıkarlarının bir gereği ve acilen yerine getirilmeli.

ABD’nin bir numaralı rakibi Çin’in artan küresel etkisi, Washington’ı harekete geçiren temel etken. Rubio, “Gerçek şu ki, Panama Kanalı’nda herhangi bir yabancı gücün, özellikle de Çin’in bu tür bir potansiyel kontrolü elinde tutmasına izin veremeyiz” sözleriyle niyetlerini açıkça belirtiyor.

Meksika Körfezi’nin adının Amerikan Körfezi olarak değiştirilmesi de bu yayılmacı zihniyetin bir ürünü.

Grönland ve Panama Kanalı’na göz koyan ABD, yeni paylaşım savaşında saldırganlaşıyor. Rusya, Çin, Kanada ve İskandinav ülkeleri ile giriştiği Arktik bölgesi paylaşım kavgasında Grönland, merkezi önemde. Kuzey Kutbu’ndaki yarışta Trump, Rusya’nın ve Çin’in artan varlığına karşı Grönland’ı istiyor.

Soğuk Savaş döneminde Grönland’da askeri üs kurarak bölgedeki varlığını artıran ABD, burayı mineraller, nadir toprak metalleri ve petrol rezervleri de dâhil olmak üzere doğal kaynaklar açısından “yaşamsal önemde” görüyor.

Danimarka Dışişleri Bakanı Lars Lokke Rasmussen ve Grönland Başbakanı Mute Egede, “Grönland satılık değil ve asla satılık olmayacak” sözleriyle Trump’a tepki gösterse de, New York Times gazetesi de tıpkı Dışişleri Bakanı Rubio gibi, “Trump’ın Grönland ve Panama Kanalı’nı kontrol etme isteği”nin şaka olmadığını yazdı.

Amerikan sermayesinin sınırsız desteğini arkasına alan Trump’ın “Amerika’yı yeniden şaha kaldıracağım” sözleri emperyal iştahın dışa vurumu. “Amerika’yı yeniden büyük yapma”ya söz veren Trump’ın “toprak talepleri”, sözcülüğünü yaptığı sermayenin talebi. Trump’ın (ve çetesinin) ABD topraklarının genişlemesi için planları olduğu açık.

Emperyalist-kapitalist kapışmada yeni bir evreye giriliyor. Emperyalist-kapitalist sistemin krizi her alanda kendisini farklı semptomlarla dışa vuruyor.[17]

 

III. PAYLAŞIM GÜZERGÂHI

III. Paylaşım gerçeği kapımızı yumruklarken, Quaris Quarty’in “Ya ırk-din-para gibi sosyal ayraçların hükmünü ortadan kaldıracağız, ya da bunların hükümleriyle birbirimizi ortadan kaldıracağız,” ifadesi daha sık anımsanmalı…

Ve III. Paylaşım güzergâhında yeniden ve bir kere daha hatırlanmalı: “Savaş, savaşan güçlerin hâkim sınıfları tarafından savaşın patlak vermesinden çok önce izlenen politikanın, zor kullanma araçlarıyla devamıdır. Barış, aynı politikanın, askeri hareketler sonucunda rakipler arasındaki güç ilişkilerinde meydana gelen değişikliklerin dikkate alınarak sürdürülmesidir.”[18]

Evet, “Savaş siyasetin devamıdır. Öyleyse savaş öncesinde güdülen siyaseti, savaşa yol açan, savaşı ortaya çıkaran siyaseti incelememiz gerekir. Bu siyaset emperyalist bir siyasete, yani mali-sermayenin çıkarlarını güven altına almak, sömürgelerle yabancı ülkeleri soymak, ezmek amacını güdüyorsa, o zaman bu siyasetten doğan savaş emperyalisttir.

Eğer güdülen siyaset ulusal kurtuluş siyasetiyse, yani ulusa zulmedilmesine karşı olan yığın hareketinin ifadesiyse, o zaman bu siyasetten doğan savaş, ulusal kurtuluş savaşıdır. Dar kafalı, savaşın, ‘siyasetin devamı’ olduğunu kavramaz; savaşta nelerin tehlikede olduğunu, savaşı hangi sınıfın verdiğini, hangi siyasal amaçlarla verdiğini düşünmek yerine durmaksızın, ‘düşman bize saldırdı’, ‘düşman ülkemi istila etti’ gibi kalıplarla yetinir.”[19]

“Emperyalist burjuvazi, tam da bu yöntemle, ‘ulusal’ ideoloji ve ‘anayurdun savunulması’ gibi kavramları kullanarak, köleliği sağlamlaştırmak ve güçlendirmek için köle sahipleri arasında yürütülen savaşlar konusunda halkı kandırıyor…”

“Savaş, ücretli köleliği devam ettirmek ve güçlendirmek içindir; çünkü proletaryayı bölüp sindirir, kapitalistler ise, savaşla zenginleştikleri, ulusal önyargıları kışkırttıkları ve tüm ülkelerde, en özgürlükçü ve cumhuriyetçi olanlarında bile hortlayan gericiliği güçlendirdikleri için bundan faydalanır.”[20]

“Burjuva toplumsal düzeni ayakta kaldığı sürece savaşı izleyecek barış, savaşın sonucu her ne olursa olsun, kitlelerin ekonomik ve siyasi şartlarındaki bu kötüleşmeyi kalıcı hâle getirmek zorundadır.”[21]

“Kendi ulusunun başka uluslara karşı en ufak şiddetine göz yuman bir proletarya sosyalist olamaz…”

“Başka ulusları ezen ulus özgür olamaz.” “İşçilerin vatanı yoktur.”[22]

“Savaş artık bir olgu hâline geldiğine göre, bu dönüşümün ne kadar zor görünürse görünsün sosyalistler, bu doğrultudaki çalışmalarını sistematik bir biçimde ve sabırla sürdürmekten vazgeçmeyecek, asla bu yoldan dönmeyecektir…”

“Sosyalistler, halklar arasındaki savaşları daima barbarca ve canavarca bulmuşlardır, kötülemişlerdir…”

“Her sosyalist, ezilen, bağımlı, eşit olmayan devletin, ezen, köleci, soyguncu ‘büyük’ devlete karşı kazanacağı zaferi sevgi ile karşılar…”

“Enternasyonal, savaş zamanlarında etkili bir araç değildir, o asıl olarak bir barış aracıdır… Barış için mücadele, barış zamanında sınıf mücadelesi.”[23]

“Silahsızlanma sosyalizmin bir idealidir.”[24]

O hâlde şimdilerde barış yanlıları, savaşı körükleyenler kadar etkin biçimde emek ekseninde örgütlenmeli ve Lev Tolstoy’un, “Sadece kitap okumak yetmez insana. Bazen meydan okumalı; kendine, hayata, dünyaya,” sözleriyle birlikte tarihi insan(lar)ın yaptığı unutmamalıdır.

 

İNSANLIK DURUMU(MUZ)

Sürdürülemez kapitalist yıkımın devreye soktuğu “Uygarlık Krizi” yabancılaşmayı büyütüp, yaygınlaştırırken, insan(lık) devasa bir yabancılaşmayla çürü(tülü)yor;[25] korku yaşamın ta kendisi olup çıkıyor.

Alexander Berkman’ın ifadesiyle, “Kirliliğin ve bozulmanın kaynağı bireylerden ziyade sistem”ken; baskının beslediği korkuyla direnci kırılan insan(lık), korkuyla korkutulup biçimlendiriliyor; iktidar terörünün yarattığı korkuyla geri çekilip, susuyor.

Kolay mı? Korku öncelikle bir savunma refleksidir. Bu refleksin arkasında, insan(lık)ın kendini toplumsal anlamda koruma muhasebesi bulunur. Böylece korkudan korkma hâli derinleştikçe geriye aslında savunulacak pek bir şey kalmaz. Çünkü korku tüketici bir nitelik kazandığında iktidarın yararına çalışmaya başlar; yaşamların yalnızlaşmasına yol açar.

Bu çerçevede, sürdürülemez kapitalizmin yaşan(ıla)maz hâle dönüş(tür)düğü coğrafyamızda işçiler ve emekçi halk kesimleri için geçinmek, belki de hiç olmadığı kadar zor. Üstelik ülkedeki tek sorun geçim sıkıntısı da değil. Bir yanda emekçilere dönük saldırılar, bir yanda çetelerin sokaklardaki hâkimiyeti, bir yanda iş cinayetleri, bir yanda kadın cinayetleri, bir yanda giderek çoğalan nice başka toplumsal soru(n)…

Halkın yüzleştiği toplumsal sorunların yalnızlaşma ve yalıtılmışlığın hem nedeni hem sonucu olduğu söylenebilir. Nedenidirler, çünkü tek başına bu sorunlarla başa çıkmakta zorlanan bireylerin enerjisini ve zamanını emerek, onları kendi kabuğuna çekilmek zorunda bırakırlar. Diğer yandan sonucudurlar, çünkü bireylerin birlikte mücadele ederek bu sorunları aşabilme olanağı vardır. Kişilerin birbirinden yalıtılmış yaşamlar sürdürmeleri, sorunların kalıcılık kazanıp sürekli daha da ağırlaşmasına mahal verir. Oysa, dayanışmacı bir ortaklıkla düşlenen daha özgür ve adil bir toplumu yaratmak mümkündür.[26]

“Tanıdığım en güzel insanlar yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi, kaybı yaşamış olan ve diplerden çıkış yolunu kendileri bulmuş insanlardır. Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar, onlar oluşurlar,” ifadesindeki üzere Elisabeth Kübler-Ross’un…

O hâlde kaybedecek bir şeyi olmayanların, her şeyi kazanabilecekleri unutulmadan; yabancılaşmadan kurtulabilmenin insan(lık)ın acı çekmeyi göze almasıyla başladığı not edilmelidir.

Teslim olup diz çökmüş sıradanlığın yabancılaşmışlığından daha berbat, aşağılayıcı ve moral bozucu bir şey olmadığı bilinciyle Alexander Herzen’in, “Bireyin özgürlüğü her şeyin en büyüğüdür, insanların gerçek iradesi ancak bunda gelişebilir”; yine Herzen’in, “Hayat bana düşünmeyi öğretti; fakat düşünmek bana yaşamayı öğretmedi”; Albert Schweitzer’in, “Etiğin evrimindeki ilk adım, diğer insanlarla dayanışma duygusudur,” satırları not edilmeli…

Bu(nlar) elbette kolay değil; hem de insanları biçimlendirenin maddi koşullar olduğu düşünüldüğünde!

Coğrafyamız adeta cinnet geçiriyorken, kapitalist iktidar çözüm değil sadece kötülük üretiyor.

Yaygınlaşarak derinleşen kriz, işsizlik, yoksulluk gelecek kaygısı milyonlarca yurttaşın ruh sağlığını bozdu. Bu koşullarda antidepresan kullanımı da zirveye çıktı. 2014’de 39 milyon 134 bin 225 kutu olan antidepresan kullanımı geçtiğimiz yıl 65 milyon 591 bin 252 kutuya yükseldi.

Resmi verilere göre işsiz sayısı 3 milyon 72 bin olsa da, gerçek işsiz sayısı 11 milyon 477 bin kişiye yükseldi. Sadece 2024 yılında en az 1 milyon 661 bin 329 kişi işini kaybetti. Günde 4.551 kişi işsiz kaldı. Ama sadece 798 bin 981 kişiye aslanın ağzında olan işsizlik ödeneği bağlandı. İşsiz kalan vatandaş, ekonomik krizde herhangi bir gelirden yoksun, kaderine terk edildi.[27]

Bertolt Brecht’in, “Sofradan en fazla payı alanlar, bize kanaatkâr olmayı öğretiyor. Karnını doyuranlar, açlara seslenip gelecek güzel günlerden bahsediyor.” “Yaşamak için yemek gereklidir. Ama yemek yiyen herkesin de yaşadığı söylenemez”; Johann Wolfgang von Goethe’nin, “Açlık en akıllı balıkları bile oltaya getirir,” satırlarıyla müsemma tabloda 2025 Ocak ayı ücret maaş ve aylık artışları, izlenen ekonomi politikasının vahşi bir kemer sıkmaya dayandığını gösterdi. Ücret maaş ve aylıklarda sembolik iyileştirmeler bile yapmadılar. Bütün işaretler kemer sıkma programının acımasız biçimde uygulanacağını gösteriyor.

Hükümetin TÜİK’in şaibeli enflasyon verisine bile kulak asmadığı da işin bir başka yönüyken; asgari ücret, memur maaşları, emekli aylıkları ve kıdem tazminatı resmi enflasyon oranının altında kaldı. Pahalılık çalışanların üzerinden silindir gibi geçti.

TÜİK yargıyı hiçe sayarak şaibeli veriler açıklamaya devam ediyor; bütün o “yerli ve milli”lik iddiaları bir yana, asgari ücrete bile uluslararası sermaye çevrelerinin karar verdiği bir coğrafyada yaşıyoruz.

Özetle 2024 boş tencerenin siyaseti etkilediği, kemer sıkmanın emekçiyi zorladığı bir sene olarak hafızalara kazındı; yasaklar ve düşük ücret politikası emek dünyasını daha da karanlık bir tabloya sürüklerken, 2025’in de farklı olmayacağından kimsenin şüphesi olmasın…

Açlık ve işsizlik yine ve daha da ağır gündemde olacak…

“Nasıl” mı?

İşte işsizlik!

DİSK-AR İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu’na göre, geniş tanımlı işsizlik bir yılda 1.5 milyon artarak 9.6 milyona fırladı.[28]

Babası işsiz çocuk sayısı 2 milyona yaklaşırken çalışanı olmayan ailelerde yaşayan çocukların sayısı toplam çocuk nüfusunun yüzde 14.4’ü olarak gerçekleşti.[29]

TÜİK’e göre dar tanımlı işsizlik düşerken, gerçek işsizliği gösteren geniş tanımlı işsiz sayısı bir yılda 1 milyon 631 bin kişi arttı. Yarı zamanlı çalışan ve daha fazla çalışabilecek olanların oranı da artmaya devam ediyor.[30]

Mart 2024’de genç işsizliği yüzde 15.1; gençler arasında geniş tanımlı işsizlik yüzde 24.1 idi.[31]

Yine TÜİK verilerine göre sayıları 2.6 milyonu bulan eğitimli istihdam dışı gençlerin yüzde 13’ü yükseköğretim mezunu.[32]

İşte yoksulluk!

2018’de 2 milyon 588 bin 969 olan düzenli sosyal yardımlardan faydalanan hane sayısı, 2024’ün ilk yarısında 3 milyon 786 bin 109’a çıktı.[33]

OECD verilerine göre Türkiye’de her beş çocuktan biri yeterli beslenemiyor;[34] 3 kişiden biri işsiz, 4 çocuktan biri aç.[35] Ankara’da 60 bin emekli yardıma muhtaç.[36]

Hesabında sıfır ila 10 bin lira olan 157 milyon banka hesabının ortalama bakiyesi 800 lira oldu. Yurttaş geçim zorluğu yaşarken milyonerlerin hesap bakiyesi ortalaması ise 7.2 milyon liraya kadar ulaştı.[37]

Tüm bunlara ek olarak Diyanet, siyasi partilerin ardından en güvenilmeyen kurumlardan biri oldu. Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün araştırmasına göre yüzde 18.8 ile Diyanet en çok güvenilmeyen ikinci kurum![38] Öte yandan, totaliter sistem en güçlüden aşağıya doğru şiddetin normalleştirilmesini sağlıyor. Kendinden güçlü olana boyun eğmek yetmiyor, kendinden aşağıda olana da şiddet uygulamayı öneriyor.

Bir şizofrenin vahşice öldürdüğü, parçaladığı eski sevgilisinin baş ve kollarını İstanbul surlarından caddeye attığı dehşet olayında görüldüğü üzere… Katil Semih Çelik’in, İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil adlı iki genç kızı katletmesi, coğrafyamızın geldiği vahim durumu bir kez daha gözler önüne sererken, psikiyatrist Dr. Zafer Atasoy, “Bu durumu toplumsal şizofreni olarak da değerlendirebiliriz,” diyor.[39]

Evet, toplumsal şizofreni, kapitalist yabancılaşmanın versiyonlarından birisi; ‘Yenidoğan çetesi’nden Narin’e, yanarak ölen beş kardeşten MESEM’lerdeki iş cinayetlerine, katledilen çocuklara -ölüm, istismar, iş cinayetleri ve zorla çalıştırma vb’leriyle- kıyılıyor…

Böylesi bir tabloda “barış” konuşuluyor.

 

“BARIŞ KONUŞULUYOR”KEN…

Meseleye ilişkin tavrımızı “Kürt Kardeş(ler)imize ‘Maruzat’ım(ız) Var” ile “Ortadoğu’nun Suriye’si ile Rojava’sı” başlıklı yazımızda ifade etmiştik.[40]

Kürtlerin UKTH’nı nasıl kullanacağı, bizatihi ezilen ulusun iradesine bağlıdır. Hakkın kullanım biçimine karşı çıkıp itiraz etmesek de, onaylamamız da mümkündür; “Uzlaşma vardır uzlaşmacık vardır. Her uzlaşmanın ya da uzlaşma çeşidinin durumunu ve somut şartlarını tahlil etmesini bilmelidir… Varılacak sonuç açıktır: ilke olarak her türlü uzlaşmayı reddetmek, genel olarak bütün uzlaşmaları gayrimeşru sanmak, ciddiye alınması çok güç bir çocukluktur,”[41] ifadesindeki gibi; UKTH konusunda da nirengi noktam(ız) elbette M-L’dir:

“Bir halk için bir başka halkı köleleştirmek ne büyük felâket.”[42]

“Herhangi bir toplumsal sorun incelendiğinde, o sorunun, belirli tarihsel sınırlar içinde formüle edilmesi ve eğer özel olarak bir ülke söz konusuysa (örneğin belli bir ülke için ulusal program gibi) o ülkeyi öteki ülkelerden aynı tarihsel dönem içinde ayırt eden özelliklerin hesaba katılması, Marksist teorinin kesin bir gereğidir…”

“Her ulusal kültür, gelişmiş olmasa bile, demokratik ve sosyalist bir kültürün öğelerini içerir, çünkü her ulusta, yaşam koşulları zorunlu olarak demokratik ve sosyalist bir ideolojiyi doğuran, sömürülen bir emekçi yığını vardır.”[43]

“Her ‘ayaklanmış ulus’ kendini, dilini, ülkesini, ata topraklarını, ezen ulusa karşı ‘savunur’. Uluslara yapılan her baskı, geniş halk yığınlarının direncini davet eder; ulus olarak baskı altında kalan halkın direnci, her zaman, ulusal ayaklanma eğilimi gösterir.”[44]

“Her türlü ulusal boyunduruğa karşı savaşım mı? Elbette evet. Her türlü ulusal gelişme için, genel olarak ‘ulusal kültür’ için savaşım mı? Elbette hayır.”[45]

“Özgürlük” büyük bir sözcüktür, ama sanayi özgürlüğü bayrağı altında en yağmacı savaşlar verilmiştir, emek özgürlüğü bayrağı altında çalışan halk soyulup soğana çevrilmiştir.”[46]

“Ulusal kültür sloganını savunan birinin yeri, Marksistler arasında değil, milliyetçi küçük burjuvalar arasındadır…”

“Burjuvazinin ulusal kültürü bir olgudur (ve yineliyorum ki burjuvazi, büyük toprak sahipleri ve papaz takımıyla her yerde suç ortaklığı etmektedir). Çağımızın temel olgusunu da, işçileri burjuvazinin çoban değneği altına almak amacıyla onları alıklaştıran, beyinsizleştiren ve birliklerini bozan militan burjuva milliyetçiliği oluşturuyor.”[47]

“Boşanma serbestliğini savunan bir kimseyi aile bağlarını yıkmak istemekle suçlamak ne kadar ahmakça ve ne kadar ikiyüzlüce bir davranışsa, ulusların kendi kaderlerini tayin etme özgürlüğünü savunanları da, yani ayrılma özgürlüğünü savunanları da ayrılmaya isteklendirmeyle suçlamak, o ölçüde ahmakça ve ikiyüzlü bir davranıştır.”[48]

Yeri geldi, belirtmeden geçmeyeyim: İlk gençlik yıllarım(ız)da ‘Herne Pêş’i söylemeyi öğrendiğim(iz) geleneğin değerlerine hep sadık kaldım/k.

Kürtler ile dayanışmaya ihanet etmedim/k. M-L’in öğrettiği gibi onlarla oldum/k gücüm/üz yettiğince.

Yaşadıklarım(ız)a asla ihanet etmedim/k, etmeyeceğim/z de

Ancak soru sormaktan da vazgeçmeyeceğim/z. Bunda ne gibi bir beis olabilir?

Bir sorun olmamalı; “Eleştiri, yağmur gibi, bir insanı köklerine zarar vermeden besleyecek kadar nazik olmalıdır,” ifadesindeki üzere Judith Malika Liberman’ın.

Nikolay Gavriloviç’in, “Pek çok kimse açık yürekliliği her zaman sertlik sayıyor”; Michael Moore’un, “Söylemekten korkmayan bir vatandaşa ihtiyacımız var,” vurguları eşliğinde ve Marcus Tullius Cicero’nun, “Göz yummak dost kazandırır, hakikât ise nefret,”[49] sözleri ile birlikte, ekleyelim: Kürtlerin tercihlerine asla karışmadan, sosyalist olarak pozisyonumu(zu) belirlemem(iz); hep savunduğumuz ifade ve düşünce özgürlüğünün vazgeçilemez parçasıdır, değil mi?

Gerçek çıplakken, yaşananların izaha gereği var mı?

Gerçeklerle baş başa kalmak veya onunla helalleşmek zor bir imtihandır!

Çıplak gerçeğe tahammül zor; bunu biliyorum. Ama yine de bilinmelidir ki, gericiden ve faşistten özgürlük çık(a)maz.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın, “12 metrekarede müzakere de olmaz, demokrasi de olmaz,”[50] tespiti ya da ‘Yeni Özgür Poltika’daki, ‘Müzakerenin Dili de Anti Sömürgeci Olmalıdır’ başlıklı yazıda, Ahmet Türk’ün “50 milyon Kürt’ün yüzü Türkiye’ye dönüktür,” sözüne atfen, “Bu, gerçekliğin farkında olmaktan, özgüvenden uzak, kendini sömürgeciyle eşit olarak görmeyen yerden geliştirilen talihsiz bir söylemdir,” denilmiş olması; veya Murat Karayılan’ın, Stêrk TV’deki değerlendirmeleri;[51] Abdullah Öcalan’ın ikinci görüşmede İmralı Heyeti’ne sürece dair “Çok kıymetli buluyorum. Bu sefer başarmamız lazım,”[52] ifadeleriyle pek uyumlu görülmüyor.

“Nasıl” mı?

“… ‘The Economist’de Kandil Dağları menşeli makalede Cemil Bayık, ‘Yeni PKK, eski PKK’den farklı’ diyor. Marksist-Leninist doktrinci geçmişinden uzaklaşan Bayık şimdi, ‘Proletarya diktatörlüğü, parti diktatörlüğünü reddediyoruz’ diyor. Bayık’a göre PKK artık, Kürtlerin çoğunlukta olduğu Türkiye’nin güneydoğusunda ayrı bir devlet istemiyor.”

Dergiye konuşan Bayık sözlerini şöyle sürdürüyor: “Tüm isteğimiz, kendi kimliğimiz, kültürümüz ve demokratik koşullarımız altında özgürce yaşamak. Kendi kaderini tayin hakkı, bağımsız bir devlet olarak yorumlanmamalı.”

Derginin makalesi şöyle devam ediyor: “Bayık da dört farklı ülkede yaşayan Kürtleri birleştirecek ‘Büyük Kürdistan’ arayışında değil. Irak’taki Kürtler kendilerine ait bir devlet istiyorlarsa, bu onların işi’ diyor.”

“Bayık, onun yerine Türkiye içinde ‘kanton sistemi’ ve ‘demokratik konfederalizm’i savunuyor. Bunun da, Abdullah Öcalan’ın görüşü olduğunu öne sürüyor. Bayık, muhtemel modeller olarak da konfederal bir devlet olan İsviçre’yi ve hatta AB’yi sayıyor.”

“Doğrusu, PKK’nın kulağa tuhaf gelebilecek son fikirleri aslında devamı olan fikirler. Öcalan’ın en beğendiği düşünür, bir anarşist, özgürlükçü sosyalist ve diyalektik natüralist (ekolojik düşünsel) olarak tanımlanan Amerikalı Murray Bookchin (1921-2006)…”[53] ifadeleri unutulmadan, “TC devletinin desteklediği ‘Yeni Paradigma’ ile başlayan süreç, DEP parti heyetinin İmralı cezaevini ziyareti sonrası Abdullah Öcalan’ın destek veren açıklamasıyla birlikte bir dizi görüşmeler yapıldı.

‘Yeni Paradigma’ olarak adlandırılan ve ‘önce barış, sonra çözüm’ yaklaşımını benimseyen strateji, barış sürecinin öncelikli olarak ele alınmasını ve ardından mevcut sorunların çözülmesini amaçlamaktadır. DEM Partisi heyetinin bu çerçevede yürüttüğü görüşmeler ve açıklamalar, Türkiye’de barış sürecine yönelik yeni bir perspektif sunmayı hedeflemektedir.

Bu strateji, barış ortamının sağlanması için bir temel oluşturma girişimi olarak değerlendirilebilir. Ancak eleştiriler, bu yaklaşımın karmaşıklığını ve olası risklerini vurgulamaktadır. ‘Önce ateş etmek, sonra nişan almak’ benzetmesi, stratejik planlamanın ve adımların önceden belirlenmemesi durumunda beklenmedik ve potansiyel olarak olumsuz sonuçlara yol açabileceğini ifade etmektedir.”[54]

“Yeni Paradigma”nın ne olduğu hâlâ müphemken; Ergin Yıldızoğlu’nun, “Kürtlerin haklara, özgürlüklere ve özgünlüklerine ilişkin taleplerini destekleyen biri olarak kaygılıyım. Çözüm süreci diye sunulan ilk gelişmelerde, siyasal İslâmın liberalleri sırtından attıktan sonra, siyasi blokta açılan yeri şoven milliyetçilerle dolduracağı belli olunca Kürt dostlarımı uyarmıştım: ‘Aman dikkat, güvenilen dağlara kar yağacak.’ (Cumhuriyet, 03.10.2007) Ne yazık ki gelişmeler kaygılarımda haklı olduğumu gösterdi.

Şimdi Kürt dostlar yine tarihsel bir fırsat yakaladıklarını düşünüyor olabilirler. Ancak, karşılarındakilerin amacının son tahlilde Kürt hareketini imha etmek olduğunu da anımsamalarında yarar olabilir. Bu kadar ‘nezakete’ bakarken aklıma bir Anglosakson deyişi geldi: ‘Bir şey gerçek olamayacak kadar iyiyse, gerçek değildir.’ Ve bu ‘tarihsel fırsat’, aslında bir ‘varlık yokluk noktasında duruyor olmanın’ sancılarını bastırmaya yetmeyecek kadar zayıf bir fantezidir,”[55] ifadeleri ve Nelson Mandela’nın zindandayken takındığı tutum[56] dikkate alınmalı diye düşünüyorum. Karar elbette Kürtlerindir…

 

NİHAYET

Şimdilerde DEM Partili liberal Cengiz Çandar, “Abdullah Öcalan’dan beklenen açıklamanın ‘Beklenen açıklama yeni bir dönemin miladı olacak… Bir şeyin sonu değil, yepyeni bir dönemin miladı’ olacağını söyledi,”[57] dese de; aslında Gültan Kışanak’ın, “… ‘İktidarla konuşarak sorunu çözemiyoruz. Birbirimizle konuşalım.’ Birbirimizden kasıt halklar elbette,”[58] biçiminde betimlediği bir ufuktayız.

Artı öforileri bir kenara bırakıp, gerçeklerle yüzleşme zamanıdır;[59] ve geleceği kazanmak için en hayırlısı da bu olacaktır elbette.

O hâlde Tuncer Bakırhan, “Öcalan’ın mesajı Çanakkale ruhuna uygun olacak!” dese de; ruhların yol aç(a)mayacağı, soru(n)ları çözmeyeceği sır değil; bunun için ruh çağırmak nafiledir; işlevsel değildir; tıpkı “Çanakkale Ruhu” söylenceleri gibi…

“Çanakkale Ruhu”nun ardında; “Gerçek şudur ki, demokratik cumhuriyet aracıyla burjuvazi diktatoryasını uygulayan burjuva devlet, halkın yüzüne karşı burjuvaziye hizmet ettiğini itiraf edemez; doğruyu söyleyemez o, kurnazca davranmak zorundadır,”[60] ifadesiyle müsemma devlet var.

Bu görülmeli: Mao Zedung’un, “Geleceğe bakmak istiyorsanız tarihe bakmalısınız”; Karl Marx’ın, “Toplumsal reformlar; asla güçlünün zayıflığından ötürü değil, her zaman zayıfın gücünden ötürü gerçekleşir”; Hannah Arendt’in, “İtaat, bütün kötülüklerin kökenidir. İyi bir toplum, bireyin eleştirel düşünmesini teşvik eder,” vurguları eşliğinde.

Öyleyse Hasan Hüseyin’in, “…üç nokta koyup/ yeniden başlamalıyız/ bu yozluk bir gün yıkılacak/ bir başka gülecek bu sokaklar…” dizelerini telaffuzdan vazgeçmeyerek; “Eğer bütün utanç verici haksızlıklara karşı yeteri kadar geniş, çarpıcı ve anında teşhirleri hâlâ örgütleyemiyorsak, suç bizdedir,”[61] ısrarının öne çıkartmalıyız.

Hatırlatmak zorundayım: İnsan(lık) ısrarla “yapamam” derse, böyle düşünmeyi içselleştirirse; o zaman da gerçekten yapamaz.

“Bugünü yaşamak için önce geçmişin kefaretini ödememiz, onun hesabını görmemiz gerekir. Bu kefaret de ancak acı çekerek, olağanüstü, sürekli bir emekle ödenir”ken;[62] yaşamın en büyük hatalarından birisi de, başarıya ne kadar yaklaştıklarını kavrayamayanların vazgeçişleridir.

Evet, en büyük zaaf vazgeçmektir. Oysa başarmak, bir kez daha denemekten geçer. Bu yolda göze alarak düşünen insan(lar)ın, çok sayıda insana yapmayı öğretmesi gerekiyor; “Fransız sosyalisti Paul Golay’ın deyimiyle yeni doğan sosyalizm ‘devrimci, uslanmaz ve isyancı olacaktır’,”[63] vurgusundaki üzere.

7-11 Şubat 2025, 23:56:17, Muğla.

N O T L A R

[1] 9 Şubat 2025’de Türkiye saati ile 22.00: ‘Rejimin İç Çatışmaları: Güç Mücadelesi ve Siyasal Dinamikler!’ Denge Kürdistan TV’de yapılan konuşma… https://www.youtube.com/watch?v=2QUk5RZ6Klk… Avrupa Demokrat, Şubat 2025…

[2] Eduardo Galeano.

[3] “Netanyahu: Filistin Devleti İstiyorlarsa Suudi Arabistan’da Kursunlar”, 7 Şubat 2025… https://odakdergisi2.com/netanyahudan-suudi-arabistana-filistin-devleti-istiyorlarsa-suudi-arabistanda-kursunlar/

[4] “TMSF ve DDK’nin Yetkilerini Artıran Kanun Yürürlükte”, 4 Şubat 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/tmsf-ve-ddknin-yetkilerini-artiran-kanun-yururlukte-belediye-2296012

[5] “Kayıtsızlardan nefret ederim. Yaşamanın taraf tutmak olduğuna inanıyorum. Gerçekten yaşayanlar, vatandaş olmaktan ve partizan olmaktan kendilerini alamazlar. Kayıtsızlık ve ilgisizlik asalaklıktır, sapıklıktır, yaşam değil. Bu yüzden kayıtsızlardan nefret ediyorum.

Kayıtsızlık tarihin ölü ağırlığıdır. Kayıtsızlık tarihin akışında büyük güce sahiptir. Kayıtsızlık pasif olarak çalışır ama etkilidir.

Kaderdir, güvenilemeyecek olandır. Programları çarpıtır ve en iyi tasarlanmış planları mahveder. Aklı bozan hammaddedir.

Olanlar, herkesin üzerine çöken kötülük, insan kitlesinin boyun eğmesi nedeniyle meydana gelir; kayıtsızlık, yalnızca isyanın geçersiz kılabileceği yasaların çıkarılmasına izin verir ve iktidarı, yalnızca bir isyanın devirebileceği insanlara bırakır.

Kitle umursamaz olduğu için olanları görmezden geliyor ve sanki her şeye ve herkese hükmeden kaderin ürünü gibi görüyor: rıza gösteren de, muhalefet eden de; hem bilen hem bilmeyen; hem aktif hem de kayıtsız. Bazıları dindarca inliyor, diğerleri müstehcen küfürler ediyor, ama hiç kimse veya çok azı kendisine şunu soruyor:

Eğer irademi açıkça ortaya koysaydım, tüm bunlar yaşanır mıydı?” (Antonio Gramsci)

[6] “Şirket İflasları Ocak-Haziran Döneminde Yüzde 24.9 Arttı”, 28 Eylül 2024… https://www.avrupademokrat3.com/sirket-iflaslari-ocak-haziran-doneminde-yuzde-249-artti/

[7] “Almanya’da Evsiz Sayısı Yarım Milyonu Aştı” 8 Ocak 2025… https://odakdergisi2.com/almanyada-evsiz-sayisi-yarim-milyonu-asti/

[8] Hayri Kozanoğlu, “Gelir Adaletsizliği Öldürür: Servet Vergisi Şart”, Birgün, 30 Temmuz 2024, s.5.

[9] Ergin Yıldızoğlu, “2024’ten 2025’e”, 2 Ocak 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/2024ten-2025e-2285131

[10] Ergin Yıldızoğlu, “Bugün Bir ‘Taç Giyme’ Töreni Var”, 20 Ocak 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/bugun-bir-tac-giyme-toreni-var-2290938

[11] “NATO: Almanya Askeri Harcamalarını Artırmalı; Savaşa Hazırlanmalı”, 2 Şubat 2025… https://nupel.tv/nato-almanya-askeri-harcamalarini-artirmali-savasa-hazirlanmali/

[12] “Almanya, 2024’te Silah İhracatında Rekor Yeniledi”, 8 Şubat 2025… https://www.avrupademokrat5.com/almanya-2024te-silah-ihracatinda-rekor-yeniledi/

[13] “Almanya’dan Baltıklar’a Üs”, Birgün, 21 Ağustos 2024, s.11.

[14] “AB’de Savaş Hazırlığı”, Birgün, 1 Kasım 2024, s.11.

[15] “NATO’ya Adım Adım İlerliyor”, Birgün, 14 Ekim 2024, s.11.

[16] “ABD, Güney Kore ve Japonya, Doğu Çin Denizi’nde Ortak Tatbikat Başlattı”, 13 Kasım 2024… https://odakdergisi2.com/abd-guney-kore-ve-japonya-dogu-cin-denizinde-ortak-tatbikat-baslatti/

[17] İbrahim Varlı, “Trump, Grönland ve Yeniden Çizilen Haritalar”, 4 Şubat 2025… https://www.birgun.net/makale/trump-gronland-ve-yeniden-cizilen-haritalar-596549

[18] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.

[19] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979.

[20] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.

[21] V. İ. Lenin, Devrime Doğru, çev: Alper Birdal, Yazılama Yay., 2018.

[22] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.

[23] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.

[24] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.

[25] Derya Gümüş “İnsanlıktan Çıkma Kültürü”, Güney Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, No: 111, Ocak Şubat Mart 2025, s.6-7.

[26] Önder Kulak-Kurtul Gülenç, “Kalabalıklar Nasıl Yalnızlaşıyor?”, Birgün, 16 Kasım 2024, s.4.

[27] “Ekonomik Kriz Ruh Sağlığını Alaşağı Etti”, 3 Şubat 2025… https://halktv.com.tr/gundem/ekonomik-kriz-ruh-sagligini-alasagi-etti-antidepresan-kullaniminda-korkunc-910935h

[28] “1 Yılda Geniş Tanımlı İşsiz Sayısı 1.5 Milyon Arttı”, Cumhuriyet, 13 Şubat 2024, s.9.

[29] Mustafa Bildircin, “Babalar İşsiz, Çocuklar Yoksul”, Birgün, 6 Haziran 2024, s.4.

[30] “İş Bulma Ümidi Bitti, İşsizlik Zirve Yaptı”, Birgün, 11 Haziran 2024, s.4.

[31] “İşsizlik Rakamları Açıklandı”, Cumhuriyet, 11 Mayıs 2024, s.9

[32] “348 Bin Üniversite Mezunu Ev Genci”, Birgün, 18 Mayıs 2024, s.4.

[33] Mustafa Bildircin, “37 Milyon Hane Yardımla Yaşıyor”, Birgün, 18 Ağustos 2024, s.4.

[34] “OECD: Türkiye’de 172 Bin Çocuk Yatağa Aç Giriyor”, 9 Ağustos 2024… https://sendika.org/2024/08/oecd-turkiyede-172-bin-cocuk-yataga-ac-giriyor-709273

[35] Hakan Öztürk, “3 İnsandan Biri İşsiz, 4 Çocuktan Biri Aç”, Yeni Yaşam, 16 Ağustos 2024, s.9.

[36][36] Mustafa Bildircin, “Emeklilerin Sefaleti Derinleşiyor” 15 Ocak 2025… https://www.birgun.net/haber/emeklilerin-sefaleti-derinlesiyor-baskentte-60-bin-emekli-yardima-muhtac-590813

[37] “Pastanın Büyüğü Milyoner Hesabında”, Birgün, 8 Ekim 2024, s.4.

[38] Mustafa Bildircin, “Güvenilmeyen 2. Kurum Diyanet”, Birgün, 18 Ekim 2024, s.9.

[39] Fikri Sağlar “Kim Şizofren Yaptı?”, Birgün, 8 Ekim 2024, s.7.

[40] Bkz: i) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Kürt Kardeş(ler)imize ‘Maruzat’ım(ız) Var”, Rojnameya Newroz, Ocak 2025… https://rojnameyanewroz3.com/kurt-kardeslerimize-maruzatimiz-var/ ii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Ortadoğu’nun Suriye’si ile Rojava’sı”, Görüş, Şubat 2025… https://temeldemirer.blogspot.com/2025/02/ortadogunun-suriyesi-ile-rojavasi.html

[41] V. İ. Lenin, Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı, çev: Ferit Burak Aydar, Agora Kitaplığı, 2010.

[42] Karl Marx, aktaran: V. İ. Lenin, Ulusal Siyaset ve Proleter Enternasyonalizm Sorunları, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1998.

[43] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.

[44] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979.

[45] V. İ. Lenin, Ulusal Siyaset ve Proleter Enternasyonalizm Sorunları, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1998.

[46] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.

[47] V. İ. Lenin, Ulusal Siyaset ve Proleter Enternasyonalizm Sorunları, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1998.

[48] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.

[49] Marcus Tullius Cicero, Dostluk Üzerine, çev: Çiğdem Dürüşken, Afa Yay., 1994.

[50] “Bakırhan: 12 Metrekarede Müzakere Olmaz”, 8 Şubat 2025… https://www.avrupademokrat5.com/bakirhan-12-metrekarede-muzakere-olmaz/

[51] “Karayılan’dan ‘Silah Bırakma’ Çağrılarına Yanıt”, 7 Şubat 2025… https://www.avrupademokrat5.com/karayilandan-silah-birakma-cagrilarina-yanit/

[52] Mehmet Aslan, “Öcalan İkinci Görüşmede Ne Dedi?”, 24 Ocak 2025… https://www.avrupademokrat4.com/abdullah-ocalan-ikinci-gorusmede-ne-dedi-detayli-aciklama-neden-yapilmadi/

[53] “Economist: Kürtler Bağımsızlık Yolunda”, Cumhuriyet, 21 Şubat 2015, s.8.

[54] Denge Welad, 12 Ocak 2025… https://www.facebook.com/photo?fbid=2087365335059161&set=a.210230826105964

[55] Ergin Yıldızoğlu, “Kürt Sorunu ve Kimi Kaygılar”, 6 Ocak 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/kurt-sorunu-ve-kimi-kaygilar-2286318

[56] Nelson Mandela’nın hapisten mesajı: “Ben, Afrika Ulusal Kongresi’nin bir üyesiyim. Her zaman Afrika Ulusal Kongresi’nin bir üyesi oldum ve hayatımın son gününe kadar da Afrika Ulusal Kongresi’nin bir üyesi olarak kalacağım.

Oliver Tambo benim için bir kardeşten çok daha fazlasıdır. O, neredeyse elli yıldır benim en büyük dostum ve yoldaşımdır. Eğer aranızda özgürlüğümü önemseyen biri varsa, bilin ki Oliver Tambo bunu benden bile daha çok önemser ve beni özgür görmek için hayatını feda etmeye hazırdır. Onun görüşleri ile benim görüşlerim arasında hiçbir fark yoktur.

Hükümetin bana dayatmak istediği koşullara şaşırıyorum. Ben şiddet yanlısı bir insan değilim. 1952 yılında, ben ve çalışma arkadaşlarım, ülkemizin sorunlarına bir çözüm bulmak için Malan’a yuvarlak masa toplantısı düzenlenmesi çağrısında bulunduk ama bu çağrımız görmezden gelindi. Strijdom iktidardayken aynı teklifi yine yaptık. Yine görmezden gelindi. Verwoerd iktidardayken, Güney Afrika’daki tüm halkın kendi geleceğini belirlemesi için ulusal bir kongre düzenlenmesini talep ettik. Bu da karşılıksız kaldı.

Ancak tüm diğer direniş yolları artık bize kapandığında silahlı mücadeleye yönelmek zorunda kaldık. Botha, Malan, Strijdom ve Verwoerd’den farklı olduğunu göstersin. Şiddeti reddetsin. Apartheid rejimini ortadan kaldıracağını ilan etsin. Halkın örgütü olan Afrika Ulusal Kongresi’nin üzerindeki yasağı kaldırsın. Hapishaneye atılmış, sürgün edilmiş ya da hapsedilmiş olan herkesi serbest bıraksın. Halkın, kendilerini kimin yöneteceğine özgürce karar verebilmesi için siyasi faaliyetin önünü açsın.

Kendi özgürlüğümü elbette çok önemsiyorum, ama sizin özgürlüğünüzü daha da çok önemsiyorum. Hapishaneye girdiğimden beri çok fazla insan öldü. Çok fazla insan, özgürlük aşkı yüzünden acı çekti. Ben, onların dul eşlerine, yetim çocuklarına, yas tutan annelerine ve babalarına borçluyum. Yalnızca ben acı çekmedim bu uzun, yalnız ve boşa geçen yıllar boyunca. Ben de sizler gibi hayata bağlı bir insanım. Ama doğuştan sahip olduğum hakları satamam ve halkımın özgür olma hakkını da pazarlık konusu yapamam. Ben burada, halkımın ve yasaklanmış olan örgütünüz, Afrika Ulusal Kongresi’nin temsilcisi olarak bulunuyorum.

Halkın örgütü hâlâ yasaklıyken bana hangi özgürlük teklif ediliyor? Bir belge suçundan ötürü tutuklanabilme tehdidi altındayken bana hangi özgürlük sunuluyor? Sevgili eşim Brandfort’ta sürgündeyken, bir aile olarak yaşama hakkım elimden alınmışken bana hangi özgürlükten bahsediliyor? Bir şehirde yaşamak için izin almak zorundayken bana hangi özgürlük teklif ediliyor? Çalışmak için geçiş belgeme bir damga vurulmasına muhtaçken bana hangi özgürlükten bahsediliyor? Kendi ülkemin vatandaşı olarak haklarım tanınmazken bana hangi özgürlük sunuluyor?

Sadece özgür insanlar müzakere edebilir. Mahkûmlar anlaşma yapamaz. Herman Toivo ja Toivo serbest bırakıldığında herhangi bir taahhütte bulunmadı ve böyle bir talebe de maruz kalmadı. Ben de ne şimdi ne de sizler özgür olmadan önce hiçbir taahhütte bulunamam ve bulunmayacağım.

Sizin özgürlüğünüz ve benim özgürlüğüm birbirinden ayrı düşünülemez. Geri döneceğim.” (18 Ocak 2025…https://m.nerinaazad2.com/tr/columnists/ahmet-onal/mandelanin-hapisten-mesaji-678b4eda447b8)

[57] “Çandar: Öcalan’dan Beklenen Açıklama Yeni Bir Dönemin Miladı Olacak”, 8 Şubat 2025… https://artigercek.com/politika/candar-ocalandan-beklenen-aciklama-yeni-bir-donemin-miladi-olacak-333130h

[58] Ercüment Akdeniz, “Barışın Dostlarını Artırmak”, 10 Şubat 2025… https://ilketv.com.tr/barisin-dostlarini-artirmak/

[59] “Bir şeyleri olduğundan farklı gösterip sunmak veya bazı şeylere, o şeylerin öz gerçekliğinden çok daha farklı bir şeyler atfetmek; kimi kesimlerin adeta amentüsü olmuş gibi… Bu tutum, özellikle de Kürt Ulusal Hareketi somutunda çok daha yaygın ve baskın… Ne kadar bilinçli bir tercih olarak devreye sokulmuştur, bilinmez ama, bir algı oluşturma metodu olarak kullanılmaya başlandığı kesin: Yaptıkları ve yapacakları her şeyin müstesna olarak görülmesini istiyorlar. Keza yaptıkları veya yapmakta oldukları şeylere bir kutsiyet atfederek; onların güçlü bağlılık ve kenetlenme motivasyonuyla sahiplenilmesini istiyorlar.

Bilindiği üzere Öcalan somutunda ise bu, tam olarak ifrata vardırılır: Öcalan, gelmiş geçmiş tüm fanilerin en ulusu, en akıllısı, en zekisi, en yakışıklısı ve en direngenidir, vs., vs. O, bu dünyaya ve insanlığa ışınlarıyla kurtarıcı olabilen bir Güneş’tir. Onun rehberliğini kabul eden Kürtler de ‘Güneş’in çocukları’ payesiyle onore olma şansına kavuşanlardır. (İlginçtir, Öcalan da kendisini böyle görmekte ve böyle görülmesini de istemektedir.)” (Halil Gündoğan, “Gerçekten de ‘Emperyalistler Rojava Modelini Yıkmak (mı) İstiyor?”, 10 Şubat 2025… https://www.avrupademokrat5.com/gercekten-de-emperyalistler-rojava-modelini-yikmak-mi-istiyor-halil-gundogan/)

[60] V. İ. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2013.

[61] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev Muzaffer Erdost, Yay., 1968.

[62] Anton Çehov, Vişne Bahçesi, çev. Ataol Behramoğlu, İş Bankası Yay., s.51.

[63] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.

 

Gerçek(ler) VE Gelecek: Soru(N)lar ve Sorumluluk(lar)[1]
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin