TEMEL DEMİRER
“sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.”[1]
Federico Fellini’nin ‘Amarcord’unda (1973), “Dedem duvar örerdi. Babam duvar örerdi. Ben duvar örüyorum. Peki niçin hâlâ bir evimiz yok?” diye sorar bir işçi!
Bertolt Brecht’in, “İşçi sınıfının insanlığa karşı hiçbir borcu yoktur. İnsanlık ona borçludur,” uyarısı eşliğinde sınıflı-sömürücü toplum tablosunda, yerkürenin en haklı sorusudur bu! Üstüne üstlük Bronson Alcott’un, “Emek insanlaştırır, yüceltir,” gerçeğini anımsarken…
* * * * *
Girizgâhta aktardıklarım eşliğinde burada konuşacağımız -ve daha önce de defalarca ifade ettiğim[2]– 15-16 Haziran 1970 meselesi sadece tarihsel değil, aynı zamanda da güncel soru(n)larımızdandır.
Kolay mı?
Geçmiş, bugün, gelecek arasında kurulan bir köprü olarak tarih, günceli kavrayarak geçmişe açılan kapıdır. O kapıdan girer, geçmişte neler yaşandığının izini sürer, bugünümüzü aydınlatır ve geleceğin yol haritasını çizeriz. Geçmişini unutan, geleceğe uzanan sağlam köprüler kuramaz. Tarih bilgisi ve bilinci, işçi sınıfının mücadelesinin olmazsa olmazıdır. Sınıfının tarihini öğrenip sınıf bilinciyle donanmayan işçi, sermaye sınıfı karşısında güçlü duramaz.
Yeri geldi, ifade etmeden geçmeyeyim: 15-16 Haziran, geçmişte kalmış tarihsel bir anımsama öğesi değildir. O, dünden bugüne ışık tutup, geleceğimizi aydınlatıyor.
Bugünlerde “Ne ve nasıl yapacağız?” sorusuna yanıtlar aranırken, 15-16 Haziran’ın güncelliğini koruduğuna ve kolektif işçinin iradesi ortaya çıkaran 15-16 Haziran’ın hâlâ yolumuzu aydınlattığa dikkat çekmek gerek. Tam da bunun için direnişi derinliğine incelenip, kavranması gerek.
Evet, günümüzde 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin derslerini hatırlamak çok büyük önem taşıyor; o günlerde coğrafyamız işçilerin eylemiyle çalkalandı ve cesaretin bulaşıcı olduğunu dalga dalga büyüyen işçi eylemleri tereddütsüzce ortaya koydu.
En önemlisi de 15-16 Haziran’da işçi sınıfı “Hakkımı elimden alıyorlar; direnirim,” dedi. Öylesine haklıydı ki, ardından 12 Mart darbesi devreye sokuldu.
İşçi sınıfı mücadelesi verenler açısından 15-16 Haziran gelecek için yeniden okunmalı. Bizlere düşen, mirası hamasetle değil, ileriye yönelik olarak yaşatmakken; 15-16 Haziran’ın, işçi sınıfının kendisinin, “kendisi için sınıf olma” yolunda attığı tarihsel bir adım olduğu da unutulmamalı.
15-16 Haziran hareketinden, İşçi sınıfının onurlu direnişi şahsında çıkarılacak, kullanılacak dersler vardır. Eksikli bir eylemler bütünü olmasına rağmen işçi sınıfının devrimci dinamizmini, devrimci disiplinini ve devrimci öncünün olmadığı eylemlerin nasıl sonlanacağını, kifayetsiz sendikacıların neler yapabileceğini gösteren önemli dersleri çıkarmamız gereken bir kalkışmadır.
* * * * *
“15-16 Haziran 1970’in anlamı nedir?” mi!
Direnişle ilgili bazı gazetelerde yer alan, “İstanbul yeniden fethedildi,”[3] ifadeleri her şeyi anlatmıyor mu?
Evet, sözünü ettiğimiz kapitalistlere korku salan; işçilere kararlılık ve mücadele azmi aşılayan iki uzun gün, 15-16 Haziran 1970’i işçi sınıfının şanlı mücadele günleridir. İşçi sınıfının devlet güdümündeki sermaye sendikacılığına itirazını haykırdığı -öncesi ve sonrasıyla- iki uzun gündür…
Yani sermayenin direktifleri ile harekete geçen Süleyman Demirel hükümetinin çalışma yaşamını ve temel sendikal hakları düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası’nda değişiklik yaparak 11 Haziran 1970’de yürürlüğe koyduğu yasayla boğmaya çalışılan zorbalığa meydan okumadır.
Ya da işçilerin sendikal haklarını, özgürlüklerini ve haysiyetlerini koruma eylemidir…
Bu özellikleriyle 15-16 Haziran sadece burjuvaziye değil, özellikle “sosyalizm” adına konuşan reformist akımlara karşı konulan devrimci tavırdır.
Bu anlamıyla XXI. yüzyılda gelecek için yeniden okunmalı ve yorumlanmalıdır…
* * * * *
Bir geleceği olduğu konusunda hiçbir tereddüde düşülmemesi gereken 15-16 Haziran’ın, elbette bir arka planı da vardı.
Kaldı ki işçilerin mücadeleleri ne 15 Haziran sabahı başlamıştı ne de 16 Haziran gecesi sona erdi. Kurulduğu 1967’den üç yıl gibi kısa bir süre sonra DİSK’in Türkiye’yi sarsan büyük direnişin öncüsü hâline gelişi, toplumsal yaşamda meydana gelen büyük sarsıntıları bir sismograf gibi yansıtır.
Kolay mı?
15-16 Haziran kapitalizmin saldırısına karşı işçilerin politik direnişiydi ve işçiler 17 Haziran günü değilse de sonunda kazandılar. Hızla aktaralım:
1963’te 2 milyon 745 bin olan işçi sayısı 1971’de 4 milyon 55 bine yükselmişti.
1963’te 296 bin olan sendikalı işçi sayısı ise 1971’de 1 milyon 200 bindi.
Aynı dönemde sendikalaşma oranı üç kat artışla yüzde 10.8’den yüzde 29.6’ya yükseldi.
1963’te imalat sanayinde ücretlilerin büyük bir kesimi 10 kişiden az işçi çalıştıran iş yerlerinde çalışıyordu. Toplam 354 bin işçi 158 bin işyerine dağılmıştı; 1968’deyse 100’den fazla işçi istihdam eden işyerlerinde çalışan işçilerin sayısı 1963’e göre yüzde 50 artarak 252 binden 360 bine çıktı.
Sermayenin üretim maliyetlerini yükselttiğinden sürekli o]arak yakındığı ücretlerin maliyet içindeki oranı yalnızca yüzde 10,53’tü. Aynı dönemde iş kazalarıyla kaybolan işgünü sayısı grev ve direnişlerin yol açtığı kayıpların 8 katıydı.
Resmi sayılara göre 1963’te 7 olan grev sayısı 1969’da 82’ye, 1970’de ise 111’e yükseldi.
Greve katılan işçi sayısı 1963’te 1374 iken 1970’de 27 bine yükseldi.
İşçiler “kendisi için sınıf” oluyordu.
1970 yazına gelirken İstanbul 2 milyon 849 bin nüfusuyla 35 milyon nüfuslu Türkiye’nin en büyük kentiydi. Ülkede üretilen toplam sermayenin yüzde 50’si, büyük ölçekli sanayi işletmelerinin yüzde 43’ü, sanayi işçilerinin yüzde 35’i İstanbul’da yoğunlaşmıştı. Madeni eşya, kimya, konfeksiyon ve elektrikli aletler sanayinin de yüzde 50’den fazlası İstanbul’daydı.
1970 yazında 20’den fazla işçi istihdam eden 700 büyük işletmede 116 bin 605 işçi çalışıyordu. 4 büyük işletmede 3’er bin, 26 büyük işletmede 3 bin dolayında işçi istihdam ediliyor; 250 kadar işletmedeyse 100 ile 500 arasında işçi çalışıyordu. İstanbul’daki merkezileşmiş ve yoğunlaşmış büyük ölçekli modern sanayi işletmeleri bu yapılarıyla modern sanayi işçilerinin ve onların sınıf mücadelelerinin üretken zeminiydi.[4]
Sonrası geldi… 1963’teki Kavel direnişiyle başlayan bir başka gelenek Demir-Döküm’de, Sungurlar’da, Singer’deki işgallerde yeniden doğdu. Fabrikalar çevresindeki yerleşmelerde, mahallelerde yaşayanlar direnişin içinde yer aldılar; işçilerle dayanıştılar. İşçilerin kardeşleri ve eşleri de mücadelenin içine girdiler. 1969 Demir-Döküm işgalini kırmak üzere fabrikaya saldıran polis güçlerine çevredeki gecekondu halkı işçilerle birleşerek karşı koydu.
Özetle 15-16 Haziran 1970, işçi hareketinin bir sosyal gerçekliği ve maddi gücü olduğunu, sendikal düzeyi aşan bir mücadele yeteneğine sahip olduğunu kanıtladı. İşçi merkezli politik ve entelektüel paradigmaya hayat verdi; coğrafyamızın zihin haritasını ebediyen değiştirdi.
* * * * *
Hatırlanır: 15-16 Haziran, kamuoyunun gündemine, Türk-İş’in Erzurum’da yapılan kongresinde AP’li Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk ’ün “yakında DİSK’in çanına ot tıkanacak” sözleriyle ile girmişti.
Gerçekten, bu konuşmadan kısa bir süre sonra AP iktidarı Sendikalar Kanunu ’nu temelden değiştiren, DİSK ve bağlı sendikaları yok etmeyi amaçlayan değişiklik tasarısını TBMM’ne sundu.
Malum, coğrafyamızdaki, kökeni Osmanlı dönemine kadar uzanan sendikal mücadeleyi, 1950’li yıllardan itibaren Amerikan modeli Türk-İş sendikacılığına mahkûm etme anlayışı, 1967’de kurulan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ile aşıldı.
Bu nedenle, 1960’lı yılların sonlarına doğru, işçilerin DİSK’e yönelimi yoğunlaşınca, dönemin sağcı iktidarı bunu çıkardığı bir yasa ile önlemek istedi.
1970’te Adalet Partisi (AP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekilleri 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Grev ve Lokavt Kanunu’nda değişiklik yapılması için ayrı ayrı taslak hazırladı. “Güçlü sendikacılık yaratılması” iddiasıyla gündeme gelen değişikliğin asıl amacı sendikal örgütlenmenin ve grev hakkının kısıtlanmasıydı. Değişiklik, işçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlıyor, sendika değiştirmeyi güçleştiriyordu. Yasa 11 Haziran 1970’te Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın onaylamasıyla yürürlüğe girdi. Kanunlaşan tasarı esas olarak Türk-İş’ten DİSK’e işçi akışını önlemeyi amaçlıyordu. DİSK ve bağlı sendikalar yeni yasaya tepki gösterdi.
Görüşmelerden bir sonuç alınamayınca DİSK, 14 Haziran 1970’te eylem kararı aldı. 15-16 Haziran’da bir çok kentte işçiler şalterleri indirip, işyerlerini, fabrikaları boşaltarak gün boyunca sokaklarda hükümeti protesto ettiler.
Direniş İstanbul’la sınırlı kalmadı, Ankara, İzmir, İzmit başta olmak üzere tüm yurda yayıldı. İstanbul’da 200 kadar büyük fabrikadan yaklaşık 150 bin işçi iş bırakmış, sokakta sendikal örgütlerine sahip çıkmak için protesto gösterileri yaparken, DİSK’in örgütlülüğü dışında kimi fabrikalarda çalışan işçilerin DİSK’lilerle buluşmasını engellemek için fabrika kapıları kilitlenmiş, dışarı çıkamayan işçiler de gün boyu üretimi durdurmuşlardı. İstanbul’un her iki yakasında, işçiler birleşmesin diye vapur seferleri iptal edildi, Galata Köprüsü kaldırıldı. Askeri birlikler seferber edilerek merkezi yerlerde, özellikle Vilayet önünde işçilere karşı tanklar ve zırhlı araçlarla barikatlar kuruldu.
DİSK’li sendikacıların ve yöneticilerin tepkileri, 15 Haziran 1970 sabahı, İstanbul’un belli başlı merkezlerine doğru yürüyüşe geçmeleriyle yeni bir evreye girdi.
Anadolu Yakası’nda Ankara Asfaltı (E-5 Karayolu) üzerinde bulunan fabrikaların işçileri, Kartal’a doğru yürüyüşe geçti. Eylemlere Avrupa yakasındaki işçiler de katıldı. Eyüp bölgesindeki işçiler Topkapı’ya yürüdü. Bakırköy’deki fabrikalarda çalışanlar Londra Asfaltı’nı trafiğe kapattı. Levent bölgesindeki işçiler de Şişli-Taksim yönüne yürüdü. İstanbullu işçiler eylemler sırasında gözaltına alınan iki arkadaşlarını da protestolarla serbest bıraktırdı.
İşçiler Başbakan Süleyman Demirel’in kardeşi Şevket Demirel’in ortağı olduğu Haymak fabrikasını işgal edince Kartal Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay’a ait birlikler fabrikayı kuşattı. Tuzla-Çayırova fabrikalarından çıkan işçiler de yolu keserek Gebze’ye doğru yürüyüşe geçti. İzmit bölgesindeki işçiler de iki koldan İzmit’e yürüdü.
15 Haziran günü önemli bir çatışma çıkmamış, DİSK’in verilerine göre 75 bin sanayi işçisi İstanbul ve Kocaeli’nde yürümüştü. İşçiler 16 Haziran günü tekrar iş bırakıp sokaklara çıkma kararı aldılar. Bu arada DİSK binalarında bir telaş hâkimdi. Hiçbir şekilde eylemlere müdahil olamıyorlardı. Basına, devlete, polise olayla ilgilerinin olmadığını anlatmaya çalışıyorlardı. Daha sonra tutuklanan DİSK yöneticileri olaylarla hiçbir ilgileri olmadığını ısrarla vurguladılar. Dahası 16 Haziran günü -daha büyük bir kalkışmanın yaşandığı gün- radyodan DİSK Başkanı Kemal Türkler işçilere şöyle sesleniyordu:
“İşçi kardeşlerim! İşçi sınıfının bilinçli temsilcileri! Sizlere sesleniyorum. (…) Bizler anayasaya sımsıkı bağlı işçiler olduğumuzdan hiçbir hareketimiz Anayasa’ya aykırı olamaz. (…) hatta kötüsü, gözbebeğimiz şerefli Türk ordusunun bir mensubuna kötü maksatla taş atabilir, tahrikler yapabilirler. DİSK Genel Başkanı olarak sizi uyarıyorum.”[5] (İfadeler DİSK yönetiminin ruh hâlini ve yöneticilerin siyasal tercihlerini yansıtıyordu!)
16 Haziran, 15 Haziran’a göre daha kalabalıktı. Kimi verilere göre işçi sayısı 150 bini geçmişti ve Türk-İş yasanın arkasında olduğunu açıklasa da eyleme katılan Türk-İş üyesi işçilerin sayısı da bir hayli fazlaydı.[6]
Anadolu Yakası’nda iki koldan yürüyüş yapılırken Üsküdar yönüne yürüyen işçiler polis barikatının kurulması üzerine polisle çatıştı. Polisin silah kullanmasına karşın dağılmayan işçiler barikatı aşarak yola devam etti. Katılımlar sürekli artarken çok büyük bir işçi kitlesi Kartal’a girmeyi başardı. Bir diğer kol Şaşkınbakkal’a geldiğinde buradaki polis barikatını aşarak yoluna devam etti. Fenerbahçe stadyumu önünde kurulan barikattan ise işçilere ateş açıldı. Burada çıkan çatışmada çok sayıda işçi yaralandı. Kadıköy İskelesi civarında da polis işçilere silahla ateş açtı. Açılan ateş nedeniyle ölen işçiler oldu.
16 Haziran akşamüstünde İstanbul ve Kocaeli’de 60 günlük sıkıyönetim ilan edildi. DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin pek çoğu sıkıyönetim mahkemelerince tutuklandı ve yargılandı. 5 binin üzerinde işçi önderi işten atıldı. Yasa değişikliğine direnen pek çok fabrikanın işçisi üretimi durdurma eylemine devam etti. Bu nedenle bazı sanayi bölgeleri askeri birlikler tarafından denetim altına alındı.[7]
Kadıköy’de meydana gelen olaylarda Mutlu Akü Fabrikası işçisi Yaşar Yıldırım, Vinileks işçisi Mustafa Bayram, Cevizli Tekel Fabrikası işçisi Mehmet Gıdak olmak üzere 3 işçi, esnaf Doğukan Dere ve polis memuru Yusuf Kahraman hayatını kaybetti. Eyleme bağlı direnişlerde ise 2 işçi daha yaşamını yitirdi. Gıslaved işçilerinden Lastik-İş sendikası üyesi işçi Hüseyin Çapkan ve Aliağa rafinerisi inşaatında çalışan ve greve giden Yapı-İş Sendikası Genel Başkanı Necmettin Giritlioğlu hayatını kaybetti.
15-16 Haziran olayları değerlendirilirken nedense Ankara’da gerçekleştirilen destek eyleminden pek bahsedilmez. Oysa Ankara’da da işçi ve öğrencilerin birlikte yapmak istedikleri yürüyüş, polis tarafından dağıtılmış ve bir kısım işçi ve öğrenci tutuklanmıştır.
Akşam saatlerinde İstanbul ve Kocaeli’de sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetime rağmen bazı fabrikalarda işçiler bir hafta işbaşı yapmadılar. Pek çok işçi gözaltına alındı, yargılandı. TİP İl Merkezi ve DİSK binalarında aramalar oldu.
Bu büyük direnişin sonunda Anayasa Mahkemesi 19 Ekim 1972 tarihli Resmi gazetede yayınlanan kararıyla, 274 ve 275 sayılı yasalarda yapılan değişikliği iptal edecekti.[8]
* * * * *
Evet, coğrafyamızda işçi sınıfı gerçeğinin altını çizip, sosyalist harekette bir zihniyet devrimine yol açan 15-16 Haziran’ın önemi, coğrafyamızı yöneten kapitalistlerin, düzen partilerinin, askerlerin, bürokrasinin tabandan yükselen bir toplumsal hareket karşısında ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koymasıydı. Bunu da o dönemin Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç daha sonraları “Toplumsal gelişme iktisadi gelişmeyi aştı” diyen ünlü cümlesiyle özetlemişti.
O hâlde şimdi devrimci sınıf mücadelesi verenlerin, 15-16 Haziran’ı, geçm(em)işin imkânlarını kavrayıp aşabilmeleri için Karl Marx’ın Birinci Enternasyonal Tüzüğü girişindeki, “Emeğin kurtuluşu yerel ya da ulusal değil, modern bir toplumun var olduğu bütün ülkeleri bir arada bağrına alan toplumsal bir meseledir (…) ve Avrupa’nın en çok sanayileşmiş ülkelerinde işçi sınıflarının bugünkü uyanışı bir yandan yeni umutları ayağa kaldırırken hem bir kez daha eski hatalara düşülmesine karşı ciddi bir uyarı gönderiyor hem de hâlâ bir birinden kopuk duran hareketleri derhâl bir araya gelmeye davet ediyor,”[9] uyarısını kulaklarımıza küpe edip…
Nâzım Hikmet’in, “Ve elbette ki, sevgilim, elbet,/ dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,/ dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla/ bu güzelim memlekette hürriyet”…
“Paranın padişahlığını,/ karanlığın, yobazın/ ve yabancının roketini/ yenecek işçi sınıfına selam!” dizelerini terennüm etmek gerekiyor…
27 Mayıs 2024 18:04:47, İstanbul.
[*] 2 Haziran 2024’de (Türkiye Saati: 21.00 Avrupa Saati: 20.00) Denge Kürdistan TV sosyal medya hesapları Facebook, YouTube ve Xeta Sor X Twitter’da canlı olarak yayınlan söyleşide yapılan konuşma… Birleşik İşçi Kurultayı’nın 22 Haziran 2024 tarihinde İzmir’de düzenlediği ‘15-16 Haziran İşçi Direnişi Yolumuzu Aydınlatıyor’ Etkinliği’nde yapılan konuşma… Kaldıraç Dergisi, No:276, Temmuz 2024…
[1] Nâzım Hikmet.
[2] Bkz: i) Temel Demirer, “Tanktan Duvar(lar)ı Yıkan 15-16 Haziran’ın Hatırlattığı”, Kaldıraç, No:157, Temmuz 2014… ii) Temel Demirer, “15-16 Haziran’dan Günümüze İşçiler”, Kaldıraç, No:171, Ekim 2015… iii) Temel Demirer, “Öncesiyle 15-16 Haziran’dan Bugün(ümüz)e”, Rojnameya Newroz, Temmuz 2018… iv) Temel Demirer, “40 Yıl Sonra 15-16 Haziran’dan Tek-El’e”, Kaldıraç, No:112, Temmuz-Ağustos 2010… v) Temel Demirer, “15-16 Haziran İşçi Sınıfınındır; Öğreten Tarihimizdir”, Kaldıraç, No:228, Temmuz 2020… vi) Temel Demirer, “1970 Haziran’ının 15-16’sı”, Sosyalist Mezopotamya, No:12, Haziran 2022… vii) Temel Demirer, “15-16 Haziran, Gezi İsyanı Yolumuz; Sosyalizm de Geleceğimizdir”, Kaldıraç, No: 252, Temmuz 2022…
[3] Tuğçe Yılmaz, “Mehmet Karaca 16 Haziran’ı Anlatıyor”, 16 Haziran 2022…https://bianet.org/haber/mehmet-karaca-16-haziran-i-anlatiyor-263348
[4] Ertuğrul Kürkçü, “Bir İşçi Sınıfı Kazanımı Olarak 15-16 Haziran”… https://bianet.org/yazi/bir-isci-sinifi-kazanimi-olarak-15-16-haziran-263306
[5] A. Esin Sur, “İşçi Sınıfı ve Sendikal Hareket”, No:53, Aralık 1996.
[6] Sırrı Öztürk, Gelenekten Geleceğe 15-16 Haziran, Sorun Yay., 1996.
[7] İşçiler Eyüp Karakolunu kuşatması:
Her adımda biraz daha büyüyen, kalabalıklaşan işçi kitlesi “DİSK, DİSK, DİSK!”‘ diye bağırarak yürüyordu. “Ata binmiş, eşekler vatan sizden ne bekler” diye slogan atıyordu. Sloganları attıran son yıllarda muhtarlık da yapan, Fethi Karaçekiç’di. Kendisi o dönemde Alibeyköy Spor’un da kalecisiydi.
Yürüyen işçi kortejinin önü, Eyüp’te Askerlik Şubesi’nin civarında kesildi. Askerlerle işçiler arasında küçük çaplı bir arbede yaşandı. Yaşanan gerilimde 2 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanları kurtarmak için işçi kitlesi karakola yürüdü ve karakol binasını kuşattı:
“Celal diye bir arkadaş var, Ankaralı, en önde bayrakla o yürüyordu. Yanında temsilciler. Arkasında kadınlar, Evyap’tan kadınlar. Asker önümüzü kesince,’Demir Döküm öne’ dediler, biz öne geçtik. O ara babam da memleketten gelmiş, o da yanımda. Oğlana bir şey olmasın diye o da bizimle yürüyor. Bizimkiler askerle konuşurken falan polis, biri erkek, biri kadın iki kişiyi kaptı. Onlar alınınca biz askere daldık. O anda vuran vurana oldu. Bir asker elindeki thomsonla bana vurdu. Bana vurunca, benim baba askere bir tokat patlattı. Millet geri çekildi, taşlarla askere polise hücuma geçti. Asker dağıldı, polis dağıldı. Kaçan askerlik şubesine girdi. Biz oradan yürüyüp gelip, Eyüp Karakol binasını sardık.
Bir yüzbaşı camdan bize konuşma yaptı, sakinleştirmek için. Arkadaşlar içeri girdiler, karakoldan kaçan kaçana. Gözaltındaki iki arkadaşı aldık, karakoldan çıktık. Polisler arka tarafta arabaların içinde. Tüküren tükürene. Herkes hakaret ediyor, polislerden hiç ses yok. Korkudan öyle duruyorlar.”
Daha sonraki yıllarda Demir Döküm’de işçilik yapan Zeynal Şimşek, o sıralarda Eyüp’te bir çay ocağında askıcı olarak çalışıyordu. Esnafa çay dağıtan Zeynal Şimşek de işçilerin karakolu kuşatmasına tanık olmuştu:
“O gün Eyüp öyle oldu ki, Eyüp’ün her tarafı işçilerle doldu. Adım atacak yer yoktu. Millet karakola doğru gidiyordu. Biz arkadaşlarla mezarlığın oraya gittik. Oradan baktık. Albayın biri camı açmış, ‘Evlatlarım rica ediyorum, arkadaşlarınızı bırakacağız. Lütfen burayı terk edin’ diyordu. Daha sonra Demir Döküm’e girdiğimde, Hüseyin Koman adlı arkadaş Akşam gazetesinde yayımlanmış bir fotoğraf gösterdi. Polisle kavga anının fotoğrafı. 1979 yılında Hüseyin Koman, soyunma dolabında hala o gazeteyi saklıyordu. Hüseyin Koman, sessiz, sakin kendi halinde biriydi. O demir parmaklıkların üstüne nasıl çıkmış, polisin kafasına nasıl vurmuş, o yüzündeki ifade anlatılır gibi değildi. Karakolun önündeki işçilerin yüz ifadeleri de öyleydi. İşçiler arkadaşlarını aldılar ve ilerlediler”
Sungurlar işçisi Cafer Durak ise yaşanan çatışmayı ve Eyüp Karakolu’nun kuşatılmasını şöyle aktarıyor:
“Eyüp Sultan’a gelirken orada bir okul vardı, halen duruyor o okul. Onun orada bir inzibat merkezi [Askerlik Şubesi] vardı. O günlerde oralarda yol yapım çalışması var. Albay çıktı birkaç askerle bizim önümüzü kesmeye çalıştı. Orada sivil polisler işçilerden bir kişiyi [iki] aldı. Aşağıda tarihi bir karakol vardı oraya götürdüler. İşçiler onu görünce albayın, askerlerin silahlarını alıp mezarlığa attılar, geçip gittik karakolun önüne.’Ya o adamı verirsiniz, ya burayı yakarız’ falan diye bağrışmalar oldu. Arkadaşı aldık.” (Zafer Aydın, “İşçiler Eyüp Karakolunu Kuşatıyor”… https://bianet.org/haber/isciler-eyup-karakolunu-kusatiyor-225777)
[8] Alpaslan Işıklı, Sendikacılık ve Siyaset, İmge Kitabevi, 1990.
[9] https://anarsizm.org/birinci-enternasyonal-tuzugu-18641866/