Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, “İttihatçılar bu ülkede egemen oluncaya kadar Osmanlı tüm herkesin kardeşçe yaşadığı bir ülkeydi” dedi. Dahası “sizin laiklikten anladığınız şey, camilerin kapısına kilit vurmak, camileri ahıra çevirmek, vatandaşın Kur’an öğrenmesini yasaklamak” iddiasında bulundu. Bakan tepkiler üzerine “CHP milletvekilleri meclis bütçe komisyonunda Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ni laiklik üzerinden eleştirdiler, o konuşmamda bu eleştirilere yanıt verdim, laiklik tartışmasını ben açmadım” diyerek meseleyi “CHP-AKP tartışması” şeklindeymiş gibi sunsa da tarihsel ve toplumsal kutuplaşmanın fitilini ateşledi. Bakanın sözlerine tarihsel yönden de yanı vermek gerekecek ama bundan önce sözle-amaç arasındaki bağa ilişkin birkaç cümle edeyim.
“İç Cephe’ böyle mi kuvvetlendirilir? ‘milli birlik böyle mi sağlanır?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, iktidar partisi ve diğer partilerin, toplumsal kesimlerin ülkemizin içinde kaldığı tehdit ve tehlikelere karşı “iç cepheyi sağlam tutalım” dediği ortamda bu sözler iç cepheyi daha mı sağlamlaştırmakta yoksa kutuplaşmaya mı neden olmaktadır?
Bakanın öncelikle sözlerini bu yönden düşünmüş olmalı. Mutlaka düşünmüştür ama toplumu bu yönde kutuplaştırmak ne kendisine ne partisine ne de ülkemize yararlı. Çünkü bir yandan iç cephe vurgusu yapıp bir yandan da iç cepheyi bölmeye yönelik bu sözlerin çelişkisini toplum elbette görüyor. Toplumsal kutuplaşmanın artığı, iç cephenin zayıfladığı bir ortamda tehdit ve tehlikelere karşı milli birlik de zayıflıyor. Dahası “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” laiklik üzerinden eleştiriliyorsa, doğrudan eleştiriye yanıt verilmeli veya anlaşılmayan yer sorulmalı. Müfredatta, ders kitaplarında laiklik İslam için “tehdit”, “tehlike”, “dayatma” olarak görülüyor. Çok eşlilik, boş ol sözüyle boşama, gibi laikliğe aykırı hükümler var.[1] Bakan “sizin laiklikten anladığınız şey” demeden önce bunları savunuyorsa açıklamalı.
Tarikatlar “STK” değildir
Yusuf Tekin’in laikliği hedef alan sözleri yeni değil. Daha önce de “Sizin ‘tarikat’ dediğiniz bizim ‘STK’ dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz var; çocukların dağa çıkmasını engelliyorlar. Ben o STK’larla protokol imzalamaya devam edeceğim” demiş ve tarikatları, sivil toplum kuruluşları (STK) ile bir tutan şu açıklamayı yapmıştı:
“Biz yalnızca şuna bakıyoruz: İçişleri Bakanlığı Dernekler Masası tarafından yasal olarak tanınmış bir STK mı? Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onaylanmış bir vakıf mı? Bunun dışındaki konular bizi ilgilendirmez.”
Tarikat ve cemaatları sendika, meslek kuruluşu, dernek, vakıf gibi STKlerle bir tutulamaz. Tarikat ve cemaatların iç işleyişlerinin belirlendiği tüzükleri olmadığından kural yoktur. Kural, şeyhin ağzından çıkandır. Koşulsuz biat vardır.
Tarikatlar inançla sınırlı kalmayıp en son FETÖ’de görüldüğü gibi devleti ele geçirip inanç gözetmeksizin milletimize karşı silah kullandılar. Çünkü tarikatlar bahçedeki çiçekler değildir. Kendini “en doğru inanç yolu” olarak kabul ettirirler.
Laikliği hedef almak, hedef alanlara da zarar verir
FETÖ darbe girişiminden alınacak en büyük ders, tarikat ve cemaatlerin bahçedeki çiçekler olmadığı ve kendi din anlayışını, diğer inanç sahiplerine gerekirse darbeyle dayatacağıdır. Dolayısıyla laiklik, yaşamanın güvencesidir. Laik, çeşitli inançtaki vatandaşların birbirlerine saldırmadan, inançlarını yaşayabilmesinin yoludur. Laiklik inanç özgürlünün de güvencesidir. Kısaca laiklik özgürlüktür.
Osmanlı, İttihatçılardan önce kardeşçe mi yaşıyordu?
Yusuf Tekin “İttihatçılar bu ülkede egemen oluncaya kadar Osmanlı tüm herkesin kardeşçe yaşadığı bir ülkeydi” diyor ama gerçek bu mu?
İttihatçılardan önce bazı isyanlar:
1803 Vehabi
1804 Sırp
1821 Yunan
1839-1841 Kavalalı Mehmet Ali Paşa
1845 Arnavut
1869-18998 Girit
1875 Herse
1878-1879 Bulgar
Hal böyleyken Osmanlı’nın İttihatçılardan önce kardeşçe yaşadığı söylenebilir mi!
İttihat ve Terakki, vatanı korudu
İttihatçılardan önce Osmanlı, çeşitli milliyetlere mecliste temsil edilme hakkı vermişti. Arap, Srıp, Yunan, Bulgar gibi çeşitli milliyetlerden milletvekilleri kendi dillerinde eğitim, okul, yerel meclisler talep ediyorlardı. Hak elde ettikçe ayrılık talepleri artıyordu. Dolayısıyla Osmanlı daha 1800lerin sonunda kafalarda parçalanmıştı. Sadece 1900lerin başında daha görünür olacaktı. Osmanlı arşivlerine bakılırsa Osmanlı meclisinde ayrılıkçı eğilimler görülür. 1881’de Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) ile Osmanlı ekonomik olarak iflas ettiğini gösteriyor ve emperyalistlerin gelirlerine el koymasına, sömürge olmaya rıza gösteriyordu. İttihatçılar 1908’de Osmanlı’yı parçalayan Reval görüşmelerini protesto ederek Batı’ya meydan okudular. Balkanlarda, Kafkaslarda, Anadolu’da kahramanca mücadele vererek vatanı savundular.
Ne Kur’an yasaklandı ne de camiler ahır yapıldı
Tek parti döneminde Kur’an yasaklandığını, camilerin ahıra çevrildiğini iddia edenler aslında CHP’ye veya tarihsel bir meseleye kendi cephelerinden yanıt vermek derdinde değildir. Cumhuriyet ve Atatürk ile hesaplaşmak niyetindedirler. Kur’an yasaklanmadı. Eski harflerle yazmak yasaklandı. Çünkü toplumun yeni harflere alışması sağlanmalıydı. Kur’an yasaklanacak olsa Kur’an, Atatürk tarafından Elmalı Hamdi’ye tefsir ettirilmezdi. Tercümesi yaptırılmazdı. Binlerce basılıp kütüphanelere dağıtılmazdı.
Partilerin, kurumların veya kişilerin çekişmeleri Türk milletinin değerleri üzerinden olmamalı. Aksi takdirde iç cephe güçlendirilemez. Türkiye güçsüz olursa bu hiç kimseye yaramaz. Milli birliği pekiştirecek hususlara odaklanalım.
[1] Müfredat ve ders kitaplarında laikliğe aykırı hususlar için “ Laikliği Doğru Anlamak” ve “Gayrimilli Eğitim” kitaplarım incelenebilir.