Sibel ÖZBUDUN
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yazarlar
  4. “Yeni” -Olmayan- “Paradigma”nın Soru(N)ları

“Yeni” -Olmayan- “Paradigma”nın Soru(N)ları

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Ben demiştim;

Bir gün canımız sıkılacak,

Bu kadar sıkıntının içinde.”[1]

 

Jacques Brel’in bir şarkısındaki, “On n’oublie rien/ Hiçbir şeyi unutmayız,” vurgusu hemen her konuda kilit önemdedir; her önemli kavşakta/ yol ayrımında muhtaç olduğumuz uyarıdır.

Şimdi herkese Eduardo Galeano’nun, “Hatıra çöplerini örtmeye hiçbir halının yetmeyeceğini bilmek için Freud olmamıza gerek yok”…[2]

Pablo Neruda’nın, “Eskiden hayallerimiz vardı, gerçekleştirmeyi umduğumuz. Şimdi bırakın gerçekleştirmeyi, umabilmek en büyük hayalimiz oldu”…

Sigmund Freud’un, “Belki de solmuş hayallerden daha kötü bir şey vardır: Tekrar hayal kurma isteğini kaybetmek”…

Umberto Eco’nun, “Deliler ve çocuklar her zaman doğruyu söylerler”…

George Orwell’in, “Aldatmacanın olduğu bir zamanda gerçek, devrim niteliğinde bir eylemdir”…

Voltaire’in, “Hakikâtı arayacak her kim olursa olsun zulüm görecek,”[3] ifadeleriyle betimlenebilecek yol ayrımında, düşünce (ve sorgulama) yeteneği yerine tembelliğin, biatın ve de gerçekler yerine “varsayımlar”ın ikame edildiği bir savruluşun ortasındayız.

Her şeyin “Godot” ilan edildiği beklenti kesitinde; eylemsizliklerine yenilmiş insan(lar)ın “Godot” adında, ne ya da kim olduğu bilinmeyen “bir kimseyi”/ “bir şeyi” çözüm gördükleri bir “absürd”lüğün karanlığı, sözünü ettiğimiz.

Kuşku yok, çözümsüz değiliz; lakin zorun da zoru günler üstümüze gelirken, unutmamamız gerekenler listesine şunları da eklemeliyiz: “Karanlık zamanlarda yarasalar gibi geceleyin uçma riskini göze alacak kadar yetenekli olalım.

Karanlık zamanlarda her gün yutmak zorunda bırakıldığımız yalanları kusacak kadar sağlıklı olalım.

Karanlık zamanlarda hem yalnız kalabilme, hem de birlikte olabilme riskini alacak kadar yürekli olalım.

Karanlık zamanlarda haritaların ve zamanın sınırlarına inanmadığımız için güzellik ve adalet iradesi olan herkesin hemşehrisi ve çağdaşı olabileceğimizi bilecek kadar olgun olalım.

Karanlık zamanlarda bütün aksi kanıtlara rağmen, insanlık durumunun bu zahmete değer olduğuna inanmayı sürdürecek kadar inatçı olalım.

Karanlık zamanlarda ‘deli’ denilecek kadar deli olalım.

Karanlık zamanlarda vicdanımıza ve sağduyumuza aykırı emirler aldığımızda itaat etmeyecek kadar akıllı ve haysiyetli olalım.”[4]

Bunlardan “neden” mi söz ediyoruz?

2020’lerde “Kürt sorunu diyorlar, ne Kürt sorunu? Bu ülkede Kürt sorunu yoktur. Bunları biz çözdük. Buradan tüm güneydoğuya, doğuya sesleniyorum; ulaşıma bakın, altyapıya bakın. ‘Niçin kayyum atanıyor’ diyenlere sesleniyorum; bunlar oralarda devletten aldıklarını dağa gönderenlerdi. Biz hiç kimseyi dışlamadık, ötekileştirmedik. Akrep karakterli terör örgütünün kendi kendini sokarak bu fırsatı heba etmesine rağmen, bölgedeki insanlarla gönül bağını güçlendirerek yeni dönemi başlattık,”[5] diyen AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın (bu kez Devlet Bahçeli’nin girişimi ve Abdullah Öcalan’ın “mektup”uyla) aktüalize ettiği, “1- Yürütülmekte olan süreç devlet projesidir. 2- Bu proje ağırlıklı olarak yerli ve milli projedir. Büyük oranda dış desteğe sahiptir. 3- Devlet açısından proje kardeşlikte terör duvarını ortadan kaldırmaktır,”[6] biçiminde tarif edilen “durum”dan ötürü…

Devlet Bahçeli’nin DEM Partili vekillerle tokalaştığından beri “barış” ve “çözüm süreci” beklentileri yeniden siyasetin gündeminin başında yer alır oldu. Ama iktidarın hamlelerini koşulsuz şartsız dayattığı tabloda çok bilinmeyenli “açılım” denklemi “çözüm süreci” sis perdesiyle kaplı, tartışmaları siyasetin gündeminden düşmüyor ve de sürecin nereye evrileceği belirsizliğini halen koruyor… Tabii artıları ile!

Bahçeli’nin girişiminin akabinde CHP ile HDP arasındaki “kent uzlaşması”nın sembolik ilçelerinden Esenyurt’un belediye başkanı Ahmet Özer tutuklandı, yönettiği belediyeye kayyum atandı; Mardin belediye başkanı Ahmet Türk de görevden alınarak yerine kayyum atandı.

Malum olduğu üzere, kayyum dalgasından en son Van ve Kars’ın Kağızman belediyeleri nasibini aldı. Bunlara ek olarak TSK’nın cihatçılar ya da doğrudan kendi güçleri aracılığıyla Kuzey ve Doğu Suriye’ye harekâları devam etti, halen de ediyor; tutuklama furyaları ve AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Özgür Özel’e, “Başkomutan olarak sana sesleniyorum; ayaklarını denk al, denk almazsan denk getirmesini biz biliriz!”[7] haykırışı eşliğinde…

Ve de 2018 yılında, “Sistem dışı hareketlerin iktidarla sınandığında girdiği türbülans ve siyasal patoloji Kürt hareketini de esir almış durumda. Diğer bir ifadeyle Kürt hareketinin Kürtler için önerdiği modellerin Kürtleri özgürleştirmediğini ve demokratikleştirmediğini cesur bir şekilde tespit etmemiz gerekiyor. Sistem dışı hareketlerin en büyük zaafının, kapitalizm karşısında sahip oldukları kaynakların veya araçların yetersizliği olmadığı bugün artık yeterince görülmüş durumda. Bu hareketlerin en büyük zaafının, aynı zamanda en güçlü oldukları ideolojileri olduğu artık bir sır değil,”[8] yolundaki “kehanet” Abdullah Öcalan’ın mektubuyla gerçeklenirken…

Burada yeri gelmişken bir kez daha belirtmeden geçmeyelim: Ezen ulus sosyalistleri olarak Kürt halkının irade beyanına, her ne yönde olursa olsun, saygılıyız. UKTH ilkeselliği ekseninde nasıl olursa olsun, karar ezilen ulusa aittir. Bize düşen, ezilen ulusların kaderlerini tayin hakkını “Ama”sız, “Fakat”sız savunan Marksist-Leninistler olarak, UKTH gerekliliğine saygılı olmaktır. Ancak bu tutum, meseleye ilişkin görüş beyanını engellemez.

Sakın ola birisi Selahattin Demirtaş’ın, “Silahı elinde tutanlar savaşı bitirmeye karar veriyorsa, sen bunun neyinden rahatsız oluyorsun?” sorusunu bize de yöneltmesin…

Silahı almak da, bırakmak da onu taşıyanın iradesindedir; buna itiraz etmek de mümkün değildir.

Kaldı ki, her savaşın ateşkes ve anlaşma ile biten bir sonu olabilir. 40 yıldır savaştığı devlet ile anlaşarak, barışarak savaşı sona erdirebilir. Buna hakkı vardır ki, itiraz edilen de bu değildir.

“Hayır” denilen Kürt meselesinin ulusal bir sorun olduğu, ulusal baskı altında yaşamak zorunluluğu, coğrafyasının bölünmüş, parçalanmış ve sömürgeleştirilmişliği, dayatılan “birlik”inin gönüllü değil, zoraki özellikler taşıması; kaderini tayin hakkı elinden alındığı hâlde; “Asrın Çağrısı”nda ulusal sorunun bugüne kadarki tüm çözümlerinin, “ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler”in reddinin yanında, hiçbir hak talebinde bulunulmamasıdır.

 

SAVRULMA(LAR)

“Yeni Paradigma” diye sunulan UKTH’na “alternatif” söylem konusunda, “Barış mı, biat mı?” sorusu dillendirilirken; kimileri de top çevirerek, ardından susmayı maharet biliyor!

Oysa insan aklı nisyan ile malûl değildir. Örneğin Erdoğan’ın politikalarını -“nanê sêlê” yani “ikiyüzlü” ifadesiyle- eleştirip, “Seni başkan yaptırmayacağız,” diyen Selahattin Demirtaş’ın tavrı unutulabilir mi?!

Ya “özyönetim” konusunda denilenler?![9]

Ya da Hatip Dicle’nın, “Biz bağımsızlık fikrini çöpe attık,” sözleri?!

Veya KONGRA-GEL Eş Başkanı Remzi Kartal’ın, “Bu açıklama; kadınların, işçilerin, ekoloji mücadelesi verenlerin, kısacası tüm toplumsal kesimlerin demokrasi mücadelesinin başlangıcıdır. Önder Öcalan, tüm Ortadoğu’yu etkileyecek bir çıkış yapmıştır,”[10] abartıları!

Sonra “Sosyal ve demokratik bir cumhuriyet paradigması”[11] söylenceleri?!

Bir de gazeteci İrfan Aktan’ın, “Bu süreç tepeden başlatılıp aşağıya doğru götürülecek,”[12] Jakobenizmi?!

İlaveten: Oku uzağa atmak için yayı geriye germenin, yayın kırılması ihtimalini de içerdiğini unutan bilmişliğiyle Demir Küçükaydın’in, “İleri sıçramak istiyorsanız, gerileyip hız almanız gerekir. Oku ileri atmak için, yayı geriye doğru germeniz gerekir.”[13] “Öcalan’ın varlığı bu noktada bir şanstır. Bunu yapabilecek tek kişi Öcalan’dır. Bu nedenle Öcalan’ın bu silahlı mücadeleye son verme çağrısının desteklenmesi gerekiyor,”[14] totolojisiyle Dimyat’a prince giderken evdeki bulgurdan olma olasılığını perdelemesi?!

Ve 14 Şubat 2025’de DEM Parti Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temelin, “Şu an Türkiye’nin gerçek anlamda bulunduğu riskleri, Ortadoğu’da ve dünyada gerçek anlamda güç olmasının önündeki pranganın Kürt sorunu olduğunun en bilincinde olan lider Sayın Bahçeli’dir”; DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın, MHP Genel Başkanı Devlet, “Türkiye’nin size ihtiyacı var”;[15] Selahattin Demirtaş’ın, “Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan… Allah hepsine uzun ve sağlıklı ömür versin ama hayatlarının son dönemecinde Ortadoğu barışı, tarihi Kürt-Türk barışı için inisiyatif almış bu üç liderin başarılı olabilmeleri için ben elimden gelenin fazlasını yapacağım,”[16] ifadeleri?!

Nihayet “Kraldan çok kralcı” Sırrı Süreyya Önder’in, “Devlet Bahçeli bana ‘Daha barış halayı çekeceğiz,’ demişti.”[17] “Devlet bey siyasi yaşamda gördüğüm en zarif insan. Ben cezaevine girdiğimde de geçmiş olsun mesajı göndermişti… (Öcalan’ın) Hiçbir şartı yok. Bu işin de pazarlığı ve şartı yok. Ne var? İşin gereklilikleri var…[18] Temaslar 16 sene hapisten başlıyor… Bu ülkeyi bölmeyeceğiz böldürtmeyeceğiz. Biz olmaya karar verdiysek birlikte yapacağız,”[19] ifadeleri, ister istemez, “Devlette daima her şey çok geçtir. Devlet ilacı cesetlerin üzerine serper!”[20] sözünü anımsatmıyor mu, Thomas Bernhard’ın?!

Devam edelim: 23 Ekim 2024’de Rudaw’a röportajında Abdullah Öcalan yeğeni milletvekili Ömer Öcalan’ın görüşmesinden aktardıkları: “Ben yakalandığımda çözüm için hizmete hazır olduğumu söylemiştim. Uçakta da söylemiştim, Ama bazıları bunu tersine çevirdi, ‘Öcalan kendini kurtarmak için bu sözleri söylüyor’ dediler. Bu mesele 2000’de çözülmeliydi, maalesef hâlâ çözülmedi. Ortadoğu için de ilginç şeyler söyledi. Türkiye kendini çözüm için hazırlamazsa, gelecekte Suriye, Irak, İran ve uluslararası güçlerin birçok planı var.” Buralarda devlet ilan edilmesi ihtimali var”?!

Ayrıca devletin çok üst düzey bir yetkilisinin İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüştüğünden[21] söz edilip, DEM Parti Heyeti’yle ikinci kez görüşen Abdullah Öcalan’ın “İran, Irak, Suriye ve Türkiye’ye yönelik emperyalist emellere kapı kapatacak bir modelin inşası için büyük bir mesai harcadığı” kaydedilirken;[22] DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Hiçbir dönemde olmadığı kadar hem Ortadoğu’da hem de Türkiye’de siyasal zemin bir kırılma ile karşı karşıyadır. Bu kırılmaları önlemenin bir yolu da var. Kendi iç demokrasisini toplumsal barışını sağlamış olan ülkeler bu yaşanan kaos ve kriz ortamından en az etkileniyorlar”;[23] yine DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın, “Bu tarihsel kırılma anında ya pozitif bir kırılma gerçekleşecek, barışı inşa edeceğiz; ya negatif yönde kırılmalar gerçekleşecek, her yer Gazze olacak,”[24] sözlerine içkin “oyun kuruculuk” imaları…

 

“SÜREÇ”, “GÖRÜŞME”, V.D’LERİ…

George Orwell’ın, “Düşünün. Çünkü henüz yasaklanmadı,” sözünü anımsatan sis perdesiyle kaplı çok bilinmeyenli “çözüm süreci”ne dair şu notu da kaydetmekte yarar var: Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sürece ‘Terörsüz Türkiye’ adını verirken, bunu bir barış ya da çözüm süreci olarak görmediğini ifade ediyor.[25]

Bu “süreç”, PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesi ve örgütsel varlığını feshetmesini hedefliyor. 2024 Ekim’inde Devlet Bahçeli’nin başlattığı ve adı, “açılım”, “çözüm”, “barış” olmayan, illa bir isim verilecekse “Terörsüz Türkiye” denilen güzergâh PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesi ve örgütsel varlığını feshetmesi süreci. “Yeni paradigma” dedikleri bundan ibaret; ve bu hiç de yeni değil.

En yalın hâliyle dünyayı/ hakikâti anlama, açıklama biçimi olarak tanımlanan paradigma; olup bitenlerin birbiriyle bağlantısını ve ne olursa ne olacağını öngörmeyi sağlar.

Bu bağlamda hemen herkes haklı olarak “yeni” ve “paradigma” sözcüklerinden Abdullah Öcalan’ın muradının ne olduğunu anlamaya çalışırken; bu kavramlara hangi içeriği yüklediği hâlâ müphem.

PKK’nin kurucu önderi Abdullah Öcalan’ın 1978’den beri paradigmalar konusunda çok aceleci ve değişken davrandığı bir sır değil; unutulmasın, çözüm sürecinin ana unsuru Türkler ve Kürtlerin “kardeş” ve İslâm’ın da, bu kardeşliğin temeli olduğu ifade edilip, iki “etnik kimliği” ve Ortadoğu’yu “İslâm kardeşliği” paradigmasıyla bütünleştirerek barışın inşa edilebileceği de iddia edilmişti.

Abdullah Öcalan’ın “yeni” diye ifade ettiği paradigmanın “eski”sinden pek de farklı olmadığı açıktır.

2009-2015’ten bugüne, süreçten sürece yaşananlar bunların tanığı, tarafıdır!

“Çözüm Süreci”nin miladı için farklı tarihlerden söz edilse de hem İçişleri Bakanlığının başlattığı Kürt Çalıştayları, hem de Oslo görüşmeleri nedeniyle temellerinin 2009’a uzandığını söylemek, mümkün.

2009’da dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Çok güzel şeyler olacak” sözleriyle müjdelediği çözüm sürecinin arka planında PKK’nin tek taraflı olarak ardı ardına ateşkes ilanları vardı.

Sürecinin ilk somut adımı olarak 2009 yılında Oslo’da MİT görevlileri ve PKK yöneticilerinin görüştüğü ortaya çıktı. Dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hakan Fidan’ın da katıldığı görüşmeler “Erdoğan’ın samimiyetinin işareti” olarak gösterilmişti.

Oslo sürecinin bir adımı olarak Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Habur’dan PKK üyesi 34 kişi giriş yaparak teslim oldu.

2011’de çatışmaların yeniden başlamasıyla Oslo süreci kesintiye uğradı. Aynı yıl genel seçimleri öncesinde TSK’nın yeniden başlattığı harekâtlar, ve ardından Silvan’daki saldırı süreci kesintiye uğratırken peşi sıra gerçekleşen seçimlerde AKP rekor oy alarak üçüncü kez seçim kazandı.

Ardından 2012 Aralık’ında Erdoğan bir TV kanalında “Belki de Öcalan’la birileri İmralı’da görüşüyordur” derken; 2013 Ocak’ında müzakereler yeniden başladı.

2013’te İmralı görüşmeleriyle yeniden çözüm sürecine dönüldü. Silahlı mücadelenin sona erdirilerek demokratik bir çözümün yollarının açılması için bir imkân olarak devreye sokulan süreç, AKP tarafından kendi gücünü pekiştirmenin bir aracı olarak kullanıldı.

İktidarının ilk döneminde, AB dolayımlı demokratikleşme söylemi, AKP’nin alâmet-i farikalarındandı. Bu dönemde devlet içindeki güç mücadelelerinde üstünlük sağlamak için, ABD ve AB’nin desteğiyle birlikte içeride de demokratikleşme söylemi AKP’ye muhalefete de uzanacak bir ittifak alanı açıyordu.

2013’deki çözüm sürecine gidilirken, AKP bir yandan devlet içinde güç kazanmakla birlikte, ikili bir krizle karşı karşıya kalmıştı. Bir yandan iktidar ortağı cemaatle çatışmanın yarattığı gerilimler, bir yandan da Gezi/ Haziran’a uzanacak bir toplumsal mücadelenin yükselişi.

“Kürt açılımı” bir anlamda AKP için bu dönemdeki iktidar krizini aşabilmenin yollarından birisi olarak görüldü. Bunun bir parçası da tıpkı bugün de olduğu üzere, Büyük Ortadoğu Projesi içinde konumlanmış Neo-Osmanlıcılık bağlamında bir Kürt-Türk ittifakı oluşturulmasıydı.

İslâm kardeşliği ekseninde Türk-Kürt ittifakı üzerinden sınırların genişletilmesi görüşleri ilk kez o dönemde gündeme getirildi. Hatta bu görüşler çözüm sürecinin o dönemdeki metni olan ve 2015 Newroz’unda okunan Öcalan’ın mektubunda da ifadesini buldu.

“İslâm kardeşliği” vurgu aynı zamanda, Ortadoğu ittifakı içinde Türkiye’nin büyümesi olarak ifade edilip, çözüm sürecinin ortak hedefi ilan edildi.

Öcalan’ın 2013 Newroz’unda okunan mektubunda Ortadoğu’da Kürtlerin ve Türklerin bir araya gelerek önemli roller oynayabileceği ifade ediliyordu. İslâm Kürtleri ve Türkleri birleştiren esas unsur olarak gösteriliyordu.

Abdullah Öcalan’ın Newroz mektubunda ifade ettiği yaklaşım aynı zamanda AKP’nin Neo-Osmanlıcık vizyonu ile de uyumluydu. İçeride demokratikleşmeye dair birtakım adımlar da taahhüt edildi, birkaçı gerçekleştirilse de ömrü kısa sürdü. Abdullah Öcalan da yine aynı mektubunda PKK’nin silah bırakacağını taahhüt etmişti. Ancak Suriye sahasındaki gelişmelerin beklenen yönde ilerlememesi, bu yalancı baharın kısa sürmesine neden olacaktı.

2014’ün yaz aylarında Ortadoğu’da IŞİD ortaya çıktı. 2014 Eylül’ünde PYD’nin kontrolündeki Kobanê’yi kuşattı. Tayip Erdoğan, değişen Suriye denkleminde Türkiye sınırında Rojava’da ortaya çıkan Kürt inisiyatifini kendisine IŞİD’dan daha tehlikeli olarak değerlendirdi. Bu bağlamda o günlerde toplumsal hafızaya kazınan “Kobanê düştü düşecek” sözlerini sarf etti. Kobanê’nin IŞİD tarafından kuşatıldığı ve bir insani koridor açılması için Türkiye’nin inisiyatif alması gerektiği bir noktada 6-7 Ekim’de Kobanê’ye sahip çıkmak için Kürt illerinde halk sokaklara çıktı. Birçok yerde çatışmalar meydana gelirken, Türkiye Hizbullah’ı da kimi bölgelerde halka saldırdı. 8 Ekim’de Abdullah Öcalan’ın mektubu ile çatışmalar sona erdi.

Nihayet 2015’te Dolmabahçe’de AKP ve HDP temsilcilerin katıldığı bir toplantı ile Kürt sorununda çözüm sürecine ilişkin bir mutabakat metni imzalandı. 2013’te başlayan sürecin çözüme evrildiği “tarihsel” adımın müjdelenmesinden çok kısa bir süre sonra, Erdoğan çözüm sürecinin “buzdolabına” kaldırıldığını ilan ederek 7 Haziran seçimleri öncesinde bir manevraya imza atıyordu.

7 Haziran 2015 seçimlerinde Ahmet Davutoğlu’nun başında olduğu AKP, birinci parti olsa da tek başına iktidar olacak güce erişememişti. Bu yenilgi karanlık bir dönemin kapısını aralayacak bir kırılma noktası oldu. Bahçeli’nin her türlü koalisyon ihtimalini dışlamasının ardından Erdoğan’ın yeniden seçim ilanı ile girilen 1 Kasım süreci, ülke tarihinin en kanlı dönemlerinden birisine sahne oldu.

Erdoğan Bahçeli ile kurduğu ittifakla yeni döneme girerken, başkanlık sistemine geçişin taşları da kanlı bir savaşla döşenecekti. Öte yandan da Kürt hareketi de özerklik ilanları ile başlattığı hendek savaşları ile ülkenin her yanına patlatılan bombalarla genişleterek, bu kanlı savaşın parçası oldu. Bu kaos ortamı içinde 1 Kasım’da oylarını yüzde 50’lere çıkaran AKP, MHP ile birlikte sonrasında türlü hile ve oyunlarla tek adam rejime geçildi.

2013-2015 sürecini hatırlatırken, şimdi sürecin muhatapları bir kez daha herkesi “barış” çağrılarının arkasına dizilmeye davet ederken, hiç olmazsa o karanlıkta kalan günler hakkında tek bir söz dahi söylenmediğini de hatırlamalıyız değil mi?![26]

“İyi de bugün” mü?

Gazeteci Fehim Taştekin’in çok yerinde ifadesiyle “en iyisi biz yine Öcalan’la kaleyi içten fethedelim” diyerek haftalardır beklemede bırakılan DEM Parti heyetini İmralı’ya gönderdi. Bu artık yumurtanın gelip kapıya dayandığı andı.

Çünkü Ortadoğu’da Suriye’nin yıkılmasıyla jeopolitik bir deprem yaşanmıştı; bu ortamda T. “C”, “Kürt Kardeşliği”ni yeniden keşfetmek durumunda kaldı. Bir başka deyişle, adı konulamayan “yeni” süreç, şüphesiz ki Kürtleri sıkıca devlete bağlı kılarak korkulan gelişmeleri karşılama çabasıydı.

İlk adımı Devlet Bahçeli attı. “Kürt sorunu diye bir şeyin olmadığını, dolayısıyla bir çözüm sürecinden de bahsedilemeyeceğini” özellikle vurguladı ve Abdullah Öcalan’dan istedikleri tek şeyin “Türk-Kürt kardeşliğini zehirleyen terörü bitirmek” olduğunu söyledi. DEM Parti ise bu sözleri “Uzatılan elin çok kıymetli olduğu” yönünde okudu.

Abdullah Öcalan’ın mesajındaki “yeni paradigma” aslında onun için hiç de yeni bir şey değildi. O bunu -daha erken bazı sinyallerini saymasak bile- 1999’de açıklıkla dile getirmişti. O tarihte kendisini yargılayan mahkemeye sunduğu savunmasında Kürt sorununun çözümünün neden çok önemli olduğunu açıklarken şöyle diyordu:

“Cumhuriyet tarihinin bu en zor sorunu çözümlendiğinde Türkiye’nin iç barışından aldığı güçle bölgede lider bir ülke olarak hamle gücüne kavuşacağı kesindir. Ortadoğu’da liderlik dönemi Orta Asya’dan Balkanlar ve Kafkaslara kadar etkili olma anlamına gelecektir. Demokratik sistemin çözüm gücü, başta barış olmak üzere, birçok çelişki ve sorun olan bu bölgelere haklı bir müdahale ve desteğin verilmesi ve istenmesine de yol açacaktır.”[27]

O savunmasında Abdülhamit dönemini de içine katarak övgüyle sözettiği geçmişin Türk-Kürt ittifaklarını 23 Haziran 2006 tarihli görüşme notlarında bir kez daha savunarak şunları söylüyordu: Tarihte üç kez Türklerle Kürtler stratejik ittifak yapmışlardır. Kurtuluş Savaşı’ndaki ittifakın sonucunda Kürt ve Türk halkının elde ettiği ortak başarısının yanı sıra, Yavuz döneminde ve Alpaslan döneminde de stratejik ittifak yapılmıştır. 1071’de Alpaslan Roma İmparatoru Romen Diyojen’e karşı Kürtlerle ittifak yaparak Anadolu’ya girmiştir… Benzer şekilde Yavuz, Kürt ittifakını sağladıktan sonra Ortadoğu’ya girebilmiştir… Yavuz ittifakı sağladıktan sonra Çaldıran, Mercidabık, Ridaniye savaşlarını kazanarak Suriye, Arabistan, Mısır, yani Ortadoğu’ya egemen olabilmiştir…”[28]

Ve ardından da çözümsüz kalan Kürt sorununa dikkat çektikten sonra şu önermeyi yapıyordu: “Bu durumdan ancak Kürt-Türk kardeşliği temelinde bütün Ortadoğu’da ‘Demokratik Fetih’ yapılarak kurtulunabilir… Israrla vurguladığım gibi Türk-Kürt ittifakı da sağlanıp Ortadoğu’ya Demokrasi kültürü yerleştirilmelidir. Yavuz döneminde yapılan ittifak ile Ortadoğu feodal bir şekilde fethedilmişti. Yapılacak yeni ve demokratik bir ittifak ile Türkiye demokratikleşebilir ve bu demokrasi kültürü bütün Ortadoğu’ya taşınabilir…”[29]

Denilebilir ki yeni olan şey “Sevr Sendromu”nun depreşmesiyle, T. “C”nin kafasına bu uyarıların dank etmesidir.

Öcalan ile devlet arasında “Yeni Paradigma” uyuşmasına hizmet ettiği anlaşılan Munzur Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Kemal Özcan ise konuk olduğu bir programda “Öcalan’ın yeni paradigması nedir?” sorusuna “Benim bildiğim tek paradigması tarihteki Türk-Kürt ittifaklarının kazandırdığı ve yine onu güncelleyince kazandıracağıdır” diyor. Türkiye’nin bütün Kürtlerle “Birleş-bütünleş-büyü” formülü uyarınca hareket etmesini savunuyor.

Öcalan’ın gerek o dönem, gerekse bugün Türk-Kürt ittifakını yeniden sağlama yönündeki telkinlerine daha açık sözlü bir tercümanlık yapan Ali Kemal Özcan “Ortadoğu’daki dördüncü Türk-Kürt ittifakının sağlanması, PYD-YPG silahlarının Türk-Kürt dostluğuyla ortak düşmanlara çevrilmesidir,”[30] diyor.

Abdullah Öcalan’ın çok yeni olmayan paradigması uyarınca düşünmeye başladıktan beri Kürt muhaliflerin tarihe bakışlarında bu yönlü bir gerileme dikkat çekicidir, ki bu bazen gericileşme demeyi hak edecek kadar Türk egemen bakışıyla uyumlu olabiliyor.

Abdullah Öcalan’ın kendisi dahil PKK geleneği başlangıçta o kadar Kemalist hayranı değilken, bu devletin sömürgeci bir karakterle kurulduğunu savunurken, dahası Türkiye Solu ile tartışmalarında sık sık “Bırakın bu Kemalist entrikaları,” gibi çıkışmalar yaparken, malûm paradigma değişimiyle politik argümanları da değişmeye başladı.

Kemalizm alerjisinden Kemalizm sempatisine bir dönüşüm oldu. Daha sonra bir de Hz. Muhammed’in “devrimciliği”ni keşfedilerek AKP iktidarı döneminde İslâm kardeşliğine ve bu temelde ittifaka yönelik mesajlar verdi. Böylece Kürt siyasetini Türk-İslâm sentezine yakınlaştıran etkilerde bulundu.

Son olarak da DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan “Öcalan’ın yanında değiliz ama, mesajında Çanakkale Ruhu olacak! Bu kadar, kısa ve net!,” diyebildi.[31]

 

“ASRIN ÇAĞRISI” VE TARİH

“Çağrı” metninde sunulan gerekçeler çok zorlama gibi duruyorken; Umberto Eco’nun, “Aydınlanmış entelektüel ahlâkın vazgeçilemez koşulu, tüm inançları, hatta bilimin mutlak gerçek dediklerini de eleştiriye tabi tutmaktan geçer,” uyarısı “es” geçilmemeli. Çünkü “Asrın Çağrısı” denilen metnin kendisi değil, ondan da önemlisi arka planı ve kimlerle yürütüldüğüdür.

Şu görülmeli: Abdullah Öcalan’ın çağrısında “Kürt”, “Kürdistan” sözcüklerinin geçmediği “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” daha öncekiler gibi hem biçim, hem içerik açısından ciddi olarak sorunludur.[32]

Çünkü ezilen sömürge halklarının -BM’in vaktiyle kabul ettiği ve hâlen de iptal etmediği- “ulusların kendi kaderlerini özgürce tayin etme hakkı”, yani bağımsız ya da başka bir devletle ortak olarak (federal veya özerk bir statüyle) kendi devletini kurma hakkı gibi temel hakların hiçbirinin esamisi yok.

Bu konuda Kürdistan Komünist Partisi (KKP), “Kürdistan meselesi çözümlenmedikçe Kürt halkı daima yeni mücadele araçlarını yaratmış yine yaratır. Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin araçları koşullara göre değişir. Değişmeyen hedef, Kürt halkının federasyon, özerklik, otonomi vb. biçimi ne olursa olsun siyasi-coğrafik statüyü elde etmesidir,” vurgusuyla ekliyor:

“Öcalan’ın çağrısını birçok açıdan önemsiyoruz, ancak şu tespit ve önermelerine katılmıyoruz: “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır”. Bu tespite katılmıyoruz çünkü Kürtler de bir millettir ve her millet gibi kendi kendini federal, özerklik veya bağımsız yönetme hakkına sahiptir.”[33]

Abdullah Öcalan’ın alt üst ettiği bir başka şey de Kürt realitesinin inkârına, “reel sosyalizm”in zerre katkısı olmadığıdır. Örneğin coğrafyamızda birinci Türkiye İşçi Partisi’nin 29-31 Ekim 1970’de Ankara’daki dördüncü büyük kongresinde Kürt sorununa dair alınan (ve 12 Mart darbesiyle partinin kapatılmasına gerekçe olarak gösterilen) kararlardır.

Abdullah Öcalan’ın yaptığı açıklamada “sorumluluğu üzerime alıyorum” demesine rağmen, gerçekte sorumluluğu “reel sosyalizmin çöküşü” ibaresiyle sosyalizme “ciro” etmeye kalkışması kabul edilemez.

Böylesi bir tavır post-modernist, neo-liberal argümanların bayatlamış ifadesidir.

Sormadan geçmeyelim: “Reel sosyalizm”in olmadığı yıllarda, “Yeni Dünya Düzeni”, “Tarihin Sonu”, “Küreselleşme” ile varılan ufuk, sürdürülemez kapitalizmin “III. Büyük Bunalımı”yla karşımıza dikilen emperyalist barbarlığın yerküreyi III. Dünya Savaşı’nın eşiğine getirmesidir!

Hakikât buyken sanık sandalyesine oturtulması gereken emperyalist kapitalizm değil de, sosyalizm olabilir mi?

Evet, “Çağrı” metnindeki “gerekçeler” çok zorlama gibi duruyor; yazarından bağımsız olarak okunsa elinin tersiyle itilecek ve ciddiye alınmayacak kadar çelişki ve yanlış belirlemelerle dolu bir belgedir. Verilmiş bir karara teorik gerekçe üretme ihtiyacıyla, gerçekler ters yüz edilmektedir.

Ayrıca “Kapitalist modernite Türklerle Kürtler arasındaki ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir,” ve “Etkilenen güçler, sınıf temelleriyle birlikte buna hizmeti esas gaye edinmiştir,” ifadeleri teorik olarak sorunlu ifadeler, tespitlerken; Abdullah Öcalan’a “olağanüstü” güç vehmeden dogmatik yaklaşımın kavrayamadığı, “gerekçelendirmeler” ne ve nasıl olursa olsun, “Çağrı” ile somut hiç bir kazanım elde etmeden direnişe tasfiye etme çağrısı yapıldığıdır.

Bunların yanında, bu kadar radikal adımların atılmasını sağlayacak hangi güvencelerin olduğu ya da herhangi bir güvencenin olup olmadığı tamamen meçhul; kimi sözler verilmiş olsa da, bunların yerine getirileceğine dair bir umut beslemek için ortada hiçbir neden bulunmuyor. Aslî mesele, “Barışa şans tanıyalım, başarılı olursa iyi olur, olmazsa ne yapalım” sığlığı ile geçiştirilebilecek bir durum olmamalıdır.

Nasıl formüle edilirse edilsin, “gerekçeler” mevcut siyasal ortama hiçbir şekilde uymuyorken; “Ülkede kimlik inkârının çözülüşü” tespiti, çoğunluğu şaşkınlığa düşürüp, “Biz başka coğrafyada mı yaşıyoruz,” sorusunu sordurtuyor…

“İfade özgürlüğünde yaşanan gelişmeler” tespiti de benzer bir garabet…

“Türklerle Kürtlerin tarihsel ilişkisini, kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir,” ifadesi ile coğrafyamızda halkların yaşadığı baskı ve sorunları egemen devletten soyutlama yanılgısına düşüyor. Kaldı ki coğrafyamızda aslî soru(n), halklar arasında değil, iktidar(lar)ın uyguladığı inkâr, asimilasyon ve katliamlardır.

Bu tür zorlama teorik “gerekçe”lendirmelerden yola çıkılarak “inkâra” ulaşılıyor: (PKK) “aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan, ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır”. Ulaşılan bu nokta, 47 yıllık varlığın tümünün inkârını barındırıyor. Bir ulusun kültürel taleplerini bile inkâr etme noktasıdır bu ve nesnel gerçeklikle uyuşmuyor.

“Demokratik Toplum” tasavvuruna gelince burada da bir soru(n) vardı: Bunda belirleyici olan Kürt ulusu ya da Öcalan değil, bizzat ve doğrudan Erdoğan-Bahçeli komutasındaki siyasi iktidardı. Yani T. “C”nin karara bağlayacağı bir süreçtir ki, egemenlerde ne bu niyet ne de meziyet oldum olası yoktu.

Abdullah Öcalan’ın yanılgıya düştüğü veya görmezden geldiği büyük gerçek tam da budur: Erdoğan ve Bahçeli’nin tekçi paradigmalarını ciddiye almak.

  1. “C”den “Demokratik Toplum” beklentisi asla gerçekleşmeyecek bir “abesle iştigal”dir. Oslo görüşmeleri, Dolmabahçe mutabakatı ve bunların soykırımcı vahşi katliamlara varan sonuçları, en yakın ve sıcak tecrübeler olarak hâlâ akıllardadır.

Soru(n)lu açıklamada üç kritik mesaj öne çıkıyor: İlki, “PKK ömrünü tamamladı”; ikincisi “UKTH’dan (ya da dört parçada bağımsız sosyalist Kürdistan ve ayrılık talebinden) vazgeçiş”; Üçüncüsü de, “Demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir,” vurgulu “Tek yol demokrasi” hedefi.

Bunlara ek olarak DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, “Silah bıraktım, öykü bitti demek değil” diye konuştu ve yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulduğunu savundu. Bu çerçevede üç şarttan söz ederek; “Kürtlere kültürel-siyasal güvence: Kürtlerin kültürel, sosyal ve siyasal haklarının yasalarla garanti altına alınması. Yerel yönetimlerde ve demokratik siyasette kayyum ve baskıcı uygulamalara son verilmesi… İnfaz indirimi: Öcalan başta olmak üzere cezaevindeki PKK’lılar ve siyasi tutuklularla ilgili infaz indirimi… Dağdakiler: Silahların susmasını ve tümden devreden çıkarılmasını sağlayacak yasal çerçevenin oluşturulması”na dikkat çekti.

Ancak güvenlik kaynakları “Bizi açıklama bağlar” diyor; hiçbir pazarlık yapılmadığını ve bir vaatte bulunulmadığını ifade ediyordu.[34]

Bunlar konuşuluyorken; siyasetçiler, gazeteciler ve aktivistler Halkların Demokratik Kongresi yasal yapılanmasına yönelik “operasyon”da tutuklandı.

Kağızman Belediyesi’ne kayyum atandı.

27 Şubat 2025 sabahı CHP’li Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler, sabah 4’te evi basılarak, gözaltına alındı.

Öğle saatlerinde gazeteci Nevşin Mengü’nün PYD’li Salih Müslüm ile söyleşi nedeniyle terör örgütü propagandasından 15 ay hapis cezası aldığı ortaya çıktı.

CHP’li belediye başkanları, gazeteciler, hatta bir astrolog hâlâ cezaevindeydi…

Hemen herkes barışa destek veriyorken oluyordu bunlar.

Elbette kaygılar vardı ve sözkonusu kaygıların merkezinde sürecin otoriterliğin pekişmesine hizmet etme olasılığı ve iktidarın niyetinin “demokratikleşme ve demokratik siyaset alanının genişlemesi” olmadığı vardı.

“Barışa destek” de çok doğaldı. Ve eline silahı alanların bırakması da onların takdiri, iradesi ve kararıydı. Buna şüphe yoktu. Lakin itiraz; bütün bu yaşananların dikkatleri memleketin işsizlik, yoksulluk, hukuksuzluk gibi temel sorunlarından kaçırarak, otoriterliğin pekiştirilmesine yol açmasıydı.

Gazetecilerin evleri basılarak kelepçelendiği, adaletin olmazsa olmazı savunmanın örgütü baronun yok edilmeye çalışıldığı, seçilmiş belediye başkanları yerine kayyumlar atandığı, grevlerin yasaklandığı, emeklilerin ve asgari ücretle çalışan milyonların feryadının umursanmadığı koşullarda, itiraz şarttı.

Bunlar böyleyken; burada durup Fikret Başkaya’dan aktaralım: “Çöküş tablosundan çıkmak gibi bir amacı ve perspektifi olanların, AKP’nin neden iktidar olduğunu sorgulayarak işe başlamaları gerekiyor… Rejimin niteliğine dair bir yanılmasa olmamalıdır. Dinci AKP kurumların içini boşalttı, sınırlı, göstermelik demokrasiyi de by-pas etti… Olmayanı varmış sayarak sorunlarla yüzleşmek mümkün değildir… TBMM içi boş kabuk… Bir kıymeti-i harbiyesi yok! Bakanlar bakan değil, sarayın memuru, yargı yargı değil, medya varlık nedenine külliyen yabancılaşmış durumda… Devlet-Parti-Hükümet birliği söz konusu. Kuvvetler ayrılığı by-pas edilmiş dudumda… Böyle bir rejim, meşruiyetini kaybetmiş, rıza üretme yeteneği olmayan bir rejimdir… Baskıyı, şiddeti, devlet terörünü dayatmak dışında bir koza sahip değildir…”[35]

Ve Samet Erdogdu’dan bir ek daha: “Dikkat! Bu Türkiye Tayyibistan Türkiyesidir. Kendi tabirleriyle Yeni Türkiye, 21. Yüzyıl Türkiyesi…

Bahçeli kadife eldiven içinde demir elini DEM vekillerine uzatırken bu elin demir bir el olduğunu ima etmeyi unutmamıştı. Eli binlerce devrimcinin, Alevînin, Kürdün kanlarıyla ıslanmış bu herifin kadife eldivenli elinin hem kanlı hem de demirden olduğunu bilmemesi imkânsız olan DEM’ciler ise göklerde uçuyor, müjde üzerine müjde veriyordu…

TC devleti açısından Kürt bir ‘mesele’dir, ‘sorun’dur, ‘baş ağrısı yapan bir virüs’tür; ancak bu ‘musibet’ bir ‘tehlike’ olma boyutuna asla ulaştırılmadan elde bulundurulması gereken bir ‘oyun kartı’, ‘koz’, ‘fırsat’, ‘bahane’dir. Neyin bahanesi? ‘Adriyatik’ten Çin Denizi’ne kadar’ bir alanda hâkimiyet ve nüfuz peşinde koşan emperyalist Türkiye’yi kurmak için gerekli koşulları hazırlamanın, iklimi oluşturmanın, ‘Cihan Devleti’ yolunda adım adım ilerlemenin bahanesi, ‘enstrümanı’… Türk emperyalizminin Bismarckvari Kontinentalpolitik’ten (Kıtasal Politika’dan) Kayzer Wilhelm tarzı Weltpolitik’e (Dünya Çapında Politika yapmaya) yönelmesi ve bu politikada ‘Kürt kartı’nı panzer gibi kullanması…”[36]

O hâlde egemen sınıflar eliyle “demokratik” dönüşümün gerçekleştirilemeyeceği vurgusuyla hatırlatalım: “Devlet, bir sınıfın başka sınıflara hükmetme aygıtıdır.”[37]

“Biz devletin genel eşitlik demek olduğu şeklindeki bütün eski hurafeleri reddedeceğiz. Zira bu bir yalandır.”[38]

“Devlet öğretisi, toplumsal ayrıcalıkları, sömürüyü, kapitalizmin varlığını haklı çıkarmaya yarar.”[39]

“Yasalar mülkü olmayan, emek gücünden başka hiçbir şeyi olmayan, giderek yoksullaşan, her şeyini kaybederek proleterlere dönüşenlere karşı, mülkü ve mülk sahiplerini koruyordu. -Böyledir kapitalist toplum.”[40]

“Devlet, bir sınıf egemenliği organı, bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki baskı organıdır; sınıflar arasındaki çatışmayı hafifleterek, bu baskıyı yasallaştırıp pekiştiren bir ‘düzen’in kurulmasıdır.”[41]

“Toprak ve üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin olduğu, sermaye egemenliğinin olduğu her devlet, ne kadar demokratik olursa olsun, kapitalist bir devlettir.”[42]

“Gerçek şudur ki, demokratik cumhuriyet aracıyla burjuvazi diktatoryasını uygulayan burjuva devlet, halkın yüzüne karşı burjuvaziye hizmet ettiğini itiraf edemez; doğruyu söyleyemez o, kurnazca davranmak zorundadır.”[43]

 

BİRAZ TARİH VE ABDULLAH ÖCALAN

Umberto Eco’nun kaleminden, “Bilgelik, putları yıkmak değil, hiç yaratmamaktır,” diyen tarih bilgisi muhtacı olduğumuz eleştirel düşünce ve davranışın ta kendisidir.

Herkesin malumu üzere Kürt sorunu, sadece coğrafyamızın değil, Ortadoğu’nun bir meselesi olarak yüzyılı aşkın süredir varlığını koruyor. Çünkü Kürdistan, Ortadoğu’nun dört ülkesi; Irak, İran, Suriye ve Türkiye olmak üzere dört parçaya ayrılmış durumda.

XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu sınırları içine giren Kürdistan, ilk parçalanmasını 1638’de Osmanlı Devleti ile İran arasında yapılan Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla yaşadı. 24 Temmuz 1923’deki Lozan Antlaşması’nda ise, dört parçaya bölündü. Bu bölünmenin ardından her egemen devletin iç ulusal boyunduruğu altında yaşadı.

Fakat XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren Osmanlı Devleti’nin emperyalizmin yarı-sömürgesi hâline gelmesiyle birlikte, emperyalizme bağımlılık ilişkisi üzerinden sömürgeci boyunduruk gerçekleşti. Ve her bir parçasında baskı ve şiddetle asimilasyon politikaları içiçe yürütüldü. Bu duruma Kürt halkı çeşitli isyanlarla karşı durdu, değişik düzeylerde direnişler yaşandı.

Kürt meselesi Cumhuriyetin Osmanlı’dan devraldığı bir soru(n) iken; Cumhuriyetin kurucu kadrolarının ulus devlet kurma projeleri farklı etnisiteleri dışladı. Böylece Kürt meselesi daha sert bir sorun hâline gelip, Cumhuriyet tarihindeki Kürt direnişini devreye soktu.

Elbette Osmanlı döneminde de isyanlar yaşandı. Ancak bunlar çoğunlukla yerel Kürt otoriteleri ile merkez arasındaki çelişkilerden kaynaklandı. Bu isyanlar tarihi boyunca Kürt ulusal bilincine dair fikirler ve anti-sömürgeci odaklar oluştu. PKK bu tarihsel zeminin ürünüydü.

Tam da burada PKK’nin kurucusu Abdullah Öcalan’ın başını çektiği hareketin kritik evrelerindeki tutum ve ifadelerini, onun ağzından aktarmak faydalı olacak:

Öncelikle “Ben” meselesi…

► “Şimdi şu çok açıktır: Parti olmadan halkın direnişi olmaz, hatta ben olmadan halk olmaz. Bazıları bunu abartılı bulabilir, ama şimdi gerçekleşen budur. Benim otuz yıllık ayarlamam olmasaydı, Kürdistan halkının böyle doğuşu hikâyeydi. Böyle eylemim olmadan Türkiye’de herhangi bir demokrasi de gelişmezdi. Bunu ben söylemiyorum, Türkiye’de 40-50 yıllık demokrasi savaşı verenler söylüyorlar. Kimse demesin kendini abartıyor.”[44]

► “Ben kendi modelime ‘Büyük Demokratik Çözüm’ diyorum. ABD ve AB’yi aşarak yükselme modeli diyorum. Türkiye aydınlarına şu çağrıyı yapmak istiyorum: 1071’de Alparslan Silvan’da Kürtlerle ilişkiyi nasıl düzenlediyse, 1516’da Yavuz -egemen temelde de olsa- nasıl Kürtlerle ilişki düzenlemişse, 1920’lerde Mustafa Kemal Kürtlerle nasıl ilişki düzenlemişse; günümüz için de Türk aydınları, Kürtlerle ilişkiyi bunlar gibi düşünmelidir.”[45]

► “Kürtlerde her şey tokatla idare edilir, temel eğitim yöntemi tokattır, küfürdür, sert bakmaktır. Şimdi tümden böyle düşünülmeseydi, bu işi buraya kadar getiremezdim.”[46]

► “Benim aşmadığım, çözmediğim sosyolog kalmadı. Bu konuda fikir ve düşünce sahibiyim. Burada sosyologların da görevlerini üstleniyorum.”

“Pratik önerileri ortaya koymak benim için son derece kolaydır.”

“… Benim hiçbir şeyi öğrenmemi istemiyorlar. Ama benim anlama gücüm yüksektir, ben bazen bir tek cümleden bile sonuç çıkarabiliyorum.”

“Benim önereceğim çözüm planı… demokratik iradenin açığa çıkacağı bir çözüm öneririm. Hatta bu benim, İngiltere İspanya örneklerini bile aşacak demokratiklikte bir çözüm olacak.”

“Ben fiili olarak şu anda Kürtlerin sözcüsü olduğum gibi onların da fiilen sözcülüğünü en azından büyük bir kesiminin sözcülüğünü ben yapmak zorunda kalıyorum.”

“Bazıları müdahale anti-demokratiktir, bilmem müdahale demokrasiyi zorluyor diyor; tam tersi anti-demokratiktir. Yani ordu eğer ciddi bir siyasi misyon içindeyse -ki öyledir- daha fazla müdahale etmelidir. Hem de demokrasi adına.”[47]

Devlet (ile ilişki) konusu…

► “Biz, ulusal bağımsızlığın, eşitlik ve özgürlüğün çok çeşitli federasyonlar yoluyla da gerçekleştirilebileceğine inanıyoruz. Bunun biçimlerini de arayıp bulmak zor değildir. Devletleşmenin bağımsızlıkla ilişkisini çok çeşitli düzeylerde düzenleyebiliriz. Eğer açık olsaydı, Türk sistemi içinde de biz bunu oturtabilirdik. Birleşik kurumlarda, bağımsızlık-özgürlük temsil edilebilir.”[48]

► “Yani Türkiye devletinin yıkılmasından ziyade ki bize ısrarla söylendi, ‘siz bu devleti yıkmak istiyorsunuz, sizin her hareketiniz devleti sallıyor, bilmem yıkıyor.’ Ben buna şöyle bir cevap verdim. Devleti yıkmak değil, yeniden yapılandırmak…”[49]

► “PKK silahı bırakıyor, kamu düzeninin bir gücü hâline geliyor.”[50]

► “Eğer çözüm isteniyorsa herkesin, Kürtlerin de üzerinde mutabık kalacağı bir anayasa yapılabilir. PKK’ye de ‘Gel, bu anayasanın hazırlanış sürecine katıl’ denilebilir.”

“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bütün dil ve kültürlerin demokratik bir şekilde varlığını ve kendini ifade etmesini kabul eder… Bu cümleyi anayasaya koysunlar iki ay içinde PKK silahı bırakır. Ondan sonraki aşama demokratik yasalarla düzenlenir. Bu söylediklerim mümkündür, akan kanı durdurabiliriz.”[51]

► “PKK’nin askeri sorun olmaktan çıkması, Kürt sorununun siyasi çözümünün yolunu açacak ve beraberinde siyasi sorun olmaktan çıkması anlamına da gelecektir. Devletin bütünlüğünü birliğini zorlamaktan, ona güç verme sürecine girilecektir. Devletle demokratik bütünleşme yolu açıldıkça devlete karşıt konum aşılacaktır.”[52]

► “Türkiye burada büyük tehlikelerden korunma kadar, tersine yani güç kaynağına dönüştürme şansına sahip olacaktır. İçte ve dışta PKK’nin askeri savaş olanakları çözümle birlikte Türkiye’nin hizmetine girecektir…”[53]

► “Nasıl ki, Irak Cumhuriyeti kaldırıldı şimdi de TC kaldırılacak. Belki şimdi değil bir iki yıl ya da beş yıl sonra olacak bu. Bunları Genelkurmay’a da, MİT’e de söylüyorum. Ben bir Kürt olarak Kürtlerin güçlenmesini isterim, devlet kurmalarına da bir şey demem, ama bu şekilde kurulan bir devlet yeni sorunlara yol açar. Acemlerle, Araplarla ve Türklerle çatışır bu devlet…”[54]

► “Başbakana da bir çağrı yapıyorum. Cem Uzan gibi Allah’sız demiyorum, Allah’ına ve peygamberine bağlıysan Kürt kardeşlerine doğru yaklaş diyorum. Genelkurmay’a da çağrı yapıyorum. Soruşturmada bir temsilcileri ‘Sorunun çözümünü ABD, Avrupa’ya bırakmayalım, kendi aramızda hâlledelim’ demişti. Doğrudur. Ben de diyorum ki kendi aramızda hâlledelim. Genelkurmay’ı da buna çağırıyorum.”[55]

Başkalaşım…

► “Şunu bir kez daha taahhüt ederim ki partimiz ideolojik anlamda klasik komünist partilerden farklı olduğu gibi, Türkiye’nin mevcut sınırlarını değiştirme ve mutlaka ayrılma gibi ısrarlı bir çabamızın olmadığını belirtmek istiyorum. Ayrıca her türlü terör faaliyetini de reddediyoruz. Hem Kürt ve Türk halklarının içinde bulunduğu bu acı duruma son vermek ve hem de bölge barışı ve istikrarı için Parti olarak barışçıl bir çözüme hazır olduğumuzu iletmek istiyorum… Desteğinizin bir halkın katliamını durdurmak, kültürel kimliğini korumak, demokratik ve siyasi haklarını kazanmak için gayet önemli olduğuna içtenlikle inanmaktayım.”[56]

► “Kapitalist-emperyalist sistemin, insanın doğayla kurduğu dengeyi çok tehlikeli bir yıkım çelişkisine dönüştürdüğü gibi, toplumsal örgütlenişi de insanlığı tüketme ilişkisine kadar götürmüştür. Yani bu iki temel global çelişkiye yol açmıştır… Böylesine kapsamlı bir çelişkiye de çözüm gücü olabilmesi sosyalizmi güncelleştirebilir. Dolayısıyla dar sınıf tanımlaması ile yetinilemez.”[57]

Sosyalizme “itirazları”…

► “Marks’ta da aynı şey var. Kapitalizmi yeterince çözümleyemediği için yüz elli yıllık Reel Sosyalizm deneyimi ortada. Kapitalizme hizmet etmekten kurtulamadı…, klasik ulus-devlet anlayışıdan sıyrılamadıkları için Marks, Lenin, Çin, hepsi bu hataya düştüler.”

“PKK deneyimi bu anlamda dünya çapında kapitalist emperyalizmle dengeye ulaşan reel sosyalizmin kendi iç tıkanıklığı nedeniyle çözülüşe gittiği ve bundan dolayı sosyalizmin oldukça itibardan düşürülmek istendiği bir dönemde en büyük sosyalist eyleme ve onun ideolojik hattına ulaşabilen bir gelişme hareketidir.”

“Şimdi başlangıçta hazır olmasak da ve oldukça ulusal çapta bir hareket olduğumuzu söylesek de, mevcut uluslararası koşullar, bölgesel gelişmeler PKK sözcülüğünü evrensel çapta bir sosyalizm sözcülüğüne, onun temsiline doğru götürmektedir, adeta onu buna zorlamaktadır.”[58]

► “Bugün bölge devrimcisi olmak, PKK’nin bölge halklarının devrimci uyanışını hızlandıran mücadele çizgisine açık olmakla, en azından onu anlayış düzeyinde kavramakla mümkündür. Bunu anlamak Apocu dünya görüşünü tanımakla sağlanabilecek bir gelişmedir.”[59]

► “Bir Türkiye devrimcisi için Apoculuk PKK’lilik olarak yorumlanmamalıdır. Apoculuk bölge çapında bir dünya görüşüdür. Bilimsel sosyalizmin bilimsel anlamda Kürdistan gerçekliğine uygulanışıdır.”

“PKK ve önderliği salt Kürt ulusu için değil, ama aynı zamanda bölge ve dünya halkları için bir yeni örgütlenmedir, yeni kişiliktir, yeni umuttur. Onun önemi yarattığı gelişmelerin, bölgeyi ve dünyayı etkilemesinde ve insanlığın genel çıkarı için yarattığı etkidedir.”

“PKK hareketi, sosyalizmin dünya çapında gerilediği bir dönemde, aynı söylemle yola çıkıp, sosyalizme yeri yorumlar katarak bir halk hareketi ve giderek bölge hareketi olabilmiştir. İncelenmesi ve ders çıkarılması, bölge devrimcilerine yeni ufuklar açacaktır.”

“Daha önce Ekim Devrimi’nde ’mevcut burjuva demokratik devriminden hızla sosyalizme geçtik’ denildi. Kuşkusuz sosyalist uygulamalar da gelişti. Fakat öte yandan, burjuva demokratik devrimi de için için kendini sürdürdü; sonuçta Gorbaçov ve Yeltsin’le zaferini ilan etti.”[60]

► “Ekim Devrimi için erken doğum yapan bir devrim olduğu, dolayısıyla ağır bünyesel hastalıklar üzerine inşa edilen ve çözülmekten kurtulamayan bir sosyalizm biçimine yol açtığı çokça söylenir.”[61]

► “Ekim Devrimi önemli bir devrim olmakla birlikte, yine de fazla abartılmaması, hele hele dünyayı iki kampa ayırdığı ve hızla gelişen bir komünist devrime götürdüğü biçiminde aktarılmaması gerekirdi.”[62]

► “Eğer günümüzde bir sosyalist yenilenmeden bahsedeceksek, çelişkilerin düzeyini iyi yakalamak gerekir. Şu çok açık ki, emperyalist kapitalizme, sömürgeciliğe karşı 19. yüzyıl işçi edebiyatıyla, onun ideolojik silahları ile artık savaşılamaz. Ayrıca 20. yüzyılın ulusal kurtuluş silahları ile de savaşılamaz. Çelişkilerin vardığı aşama daha farklıdır. Bu farklılık, çözüm yollarına da yansımaktadır.”[63]

► “Eğer sosyalizmden söz edilecekse -ki bizim sosyalizme katkımız budur-, kapitalist tarihi, bireyi, toplumu, dünyayı ve hatta devleti nasıl ele almalıyız? Özellikle bireyden başlayıp giderek çevre sorunlarına kadar götürebilen bir yaklaşımın sahibi olursak, sosyalizm kavramlarına daha fazla yenilik getirebiliriz. Hatta sınıf temeline dayalı tahliller geliştirmek de fazla gerçekçi değildir. Çünkü bu kavramlar 19. yüzyılın kavramlarıdır… Marks ve bir anlamda Lenin döneminin işçi sınıfı ne Doğu’da, ne de Batı’da vardır. bu tür bir işçi sınıfı biraz Kürdistan gibi çok geri ülkelerde kalmıştır.”[64]

“Demokrasi” faslı…

► “Barzani ve Talabani hâlâ İngilizlerin oyununa geliyor. 1920’lerde oynanan oyun yine oynanmak isteniyor. Biz oyunu bozmalıyız. Kürtler demokrasiye muhtaç, olması gereken demokratik yapılanmadır. Güney’deki federal devlete karşı değilim ama özünün demokratikleştirilmesi gerekir. Amerika Ortadoğu’yu kendi çıkarları için demokratikleştirmeye çalışıyor. Bu özde bir demokratikleşme değildir.”[65]

► “Benim demokratik çizgim Kürdistan ve Ortadoğu’da sonuç vermezse on binlerce insan ölür, çok acı çekilir. ABD küresel taarruza geçmiştir. Ortadoğu’yu kendisi açısından serbest bölge hâline getirmek istiyor. Bu çizgisine gelmeyeni de tasfiye etmeye çalışıyor… Türkiye ABD çizgisine girmeye tümüyle hazır değil. Bu durumda ABD Kürt sopasıyla Türkiye’yi hizaya getirmeye çalışacak…”

“KADEK güneyde Kürt parlamentosuna girer. Tank da top da verirler. Konsey üyelerine de yer verirler. ABD çıkarına olursa, devlet de kurdurur. Sonradan yüz üstü de bırakabilir. Sonuçta halklara kötü miras kalır.”[66]

“Tavır”lar…

► “Ya köy bombardımanlarını ve Kürdistan’ın tahribatını durdururlar, ya da Türkiye de yavaş yavaş tahribat yoluna sokulur. Savaş karşılıklı misillemeyi gerektirir. Onlar her şeyiyle bizi harabeye çevirecekler, ekonomik gelişmeyi dumura uğratacaklar, köy boşaltacaklar, biz yönelmeyeceğiz! Böyle tek taraflı saldırı olmaz. Biz Türkiye’ye biraz yöneleceğiz. Bunu giderek geliştirebiliriz.”[67]

► “Halkımızın büyük bir kesimi metropoldedir, Antalya’da, İzmir’de veya İstanbul’dadır; fakat ‘gelsin, parti burada da büyük eylem yapsın’ diyorlar. Peki, sizler orada yüzbinler varsınız, bir kibrit kıvılcımı çakıp orman yakmak zor mudur? Bir küçük patlayıcıyı fabrikaya atmak zor mudur? Bir faşistin dükkânını, bir faşistin derneğini bir gece yakmak zor mudur?.. Üç genç birleşse, kesin bir faşist vurabilir, kesin bir dükkânı veya fabrikayı yakabilir, yüz yerde orman yangını çıkarabilir. Onlar Kürdistan’ı yakarsa siz de böyle cevap verebilirsiniz…”

“Bu tür şeyleri yapamamak ne demektir? Biz aslında imkânları seferber edemiyoruz demektir, savaşmasını bilmiyoruz demektir… Eğitin kendinizi bu konularda. Yakma işi zor değildir. Bir bıçakla, bir tabancayla faşist vurmak, hain vurmak zor değildir… Düşünün, tartışın ve kendi öz örgüt, öz savunma birliklerinizi kurun. Ben, bunu sadece metropolde, Avrupa’da yapın demiyorum, ülkemizin kentlerinde de yapabilirsiniz. O kadar çok hedef var ki, herkes bir kaç tanesini vurabilir. Her cephede savaşı geliştirebilirsiniz derken bunu kastediyorum.”[68]

“Suçlama”lar…

► “Özellikle de ulusal sorunda sosyal-şovenizm yapı içinde, genelde TKP’nin, hatta önemli oranda bütün sol çevrelerin böyle olması MHP’nin böyle bir yönelimine veya sosyal şovenizm ne kadar olumsuz bir rolle faşizme katkı sunabileceğini göstermektedir. Açığa çıkan gerçeklik budur. Birçok sol grup kendine ne derse desin, aslında hepsinin yeri MHP’dir. Görünüşte şöyle sol-mol adlarını kendilerine takanların yeri şu anda Türkeş’in partisidir. Dev Yol kalıntılarından önemli bir kesimin, yine adını söylemek istemediğimiz böyle bir sürü hâlen emekçiler içinde varlığıyla yokluğu bir olan, yıllardır keskin Marksistlik taslayıp da emeği en amansız sömüren, döneme en ufacık bir eylemle karşılık vermeyen, işi-gücü PKK eleştirisi olan çevrelerin de, sözümona grup ve partilerini bırakıp MHP içinde örgütlenmeleri en iyisidir! Boş vakit geçirdikleri gibi, gerçek bir sol sosyalizm gelişmesinin üzerindeki olumsuz etkileri de zaten ortada.”[69]

► “Durum böyleyken özel savaş rejiminin bilgisi dışında örgütlenebilmek mümkün mü? Eğer herhangi bir güç böyle örgütlenebiliyorsa, o zaman o güç özel savaşın bir müttefikidir, onun bir versiyonudur, türevidir. Bu konuda Türkiye solunun çok çeşitli kesimlerine yönelik olarak endişeler artmaktadır. İster eylemcisi olsun, ister böyle solcusu olsun, hepsi de son derece devletine bağlı, devletine zarar vermeyen solculuk türleridir. Bunlara solculuk filan da dememek gerekir. Bunlar, devletin sol maskeli bazı özel örgütlenmeleri, bazı ihtiyaçları gidermek için teşvik edilen ve dolaylı destek verilen bazı örgütlenmeleri olarak değerlendirilmelidir.”[70]

Yukarıdaki satırlar dünü bugüne bağlarken;[71] 2011-2015 kesitindeki süreçte heyet içerisinde yer alıp, 33 kez Abdullah Öcalan ile görüşen Pervin Buldan da şunları aktararak, ekliyor: “Cumhuriyet tarihi ile birlikte Atatürk ve İsmet İnönü’nün ittifakını bir Türk-Kürt ittifakı olarak değerlendiriyor. O günden bugüne kadar ‘Kürt ve Türk ittifakı korunmadığı, heba edildiği ama yeniden bu ittifakın yaşam bulması gerekiyor’ dedi. Geçmiş dönemde ülkeyi yönetenlerin Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümüne dair çabalarının olduğunu ama bunların başarıya ulaşmadığını söylüyor ve özellikle rahmetli Özal’dan, Demirel’den çok bahsediyordu…

Kayyum meselesi başta olmak üzere, İstanbul Barosu’na yapılan operasyonun, tutuklamaların süreci sabote etmeye yönelik girişimler olduğunu ve bunların önüne geçilmesi gerektiğini, iktidarın, devletin bu tür müdahalelere izin vermemesi gerektiğini söylüyor. Sayın Öcalan, ‘Bu son bir şans. Bu fırsatı hepimizin iyi değerlendirmesi gerekiyor’ diyor.”[72]

Belirtmeden geçmeyelim; “Kayyum meselesi başta olmak üzere, İstanbul Barosu’na yapılan operasyon” vd’leri AKP-MHP hükümeti ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bilgisi haricinde olduğunu mu sanıyorsunuz?!

Ve nihayet bunlarla birlikte ilkin, “XX. yüzyıl sisteminin tıkandığı, eski statünün değişmesi ve bu sisteme ait her şeyin aşılması gerektiği” söylendi. Ardından “ABD’nin bu sisteme (“XX. yüzyıl sistemi”-bn) savaş açtığı ve mutlaka değiştireceği” öngörüldü.[73]

“Eski”diğini söylenen ve “aşılması gerektiği” öngörülen “XX. yüzyıl sistemi” nasıl bir şeydi? “Eski”miş olması ve ABD’nin onu değiştirmeye soyunması, iyi bir şey miydi?

İddia sahiplerine göre kurulacak yeni sistemin adı, “Çağdaş Demokratik Uygarlık”tı! Ve bu sistem, “demokratik, özgürlükçü, adil bir sistem” olacaktı! (Hem de emperyalist işgallerle, ABD’nin ve genel olarak emperyalizmin insanlığa kan ve gözyaşı dışında bir şey sunmadığı, sunamayacağı çok açıkken…)

KADEK, sonrasında da Kongra-Gel ile, “ABD müdahalesi ile birlikte bölgede bazı kesimler eski statükoda ısrar ediyor. Bunun faydası yok… Biz Kürtler yeni statükoda yer almak istiyoruz… Dolayısıyla yeniliğin ittifakında yer alacağız,”[74] deniliverdi…[75]

Bir de AKP’yi “değişimci”, “demokrasi yanlısı”, hatta “sistem karşıtı” olarak tanımlamaları da bunlara eklenmeli.

AKP hakkında hayaller yaymalarının önemli bir nedeni de, AKP’nin ilk döneminde Avrupa Birliği (AB) rüzgârı estirmesiydi.

Örneğin Abdullah Öcalan’ın İmralı heyetine yaptığı konuşmalardan: “AKP’yi 10 yıldır ayakta tutan benim… Biz AKP’yi çıkartan gücüz… 2001-2004’te biz eylemi ‘tak’ diye kestik. AKP’ye iktidarı altın tepside sunduk… Ben AKP’nin tam olarak oturması ve olgunlaşması için bilerek bekledim, sabrettim. AKP darbe ile uğraşırken başını belaya/ derde sokmayalım dedik.” Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz. AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz. Yalnız Başkanlık ABD’deki gibi olmalı.”[76]

KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar da 28 Ekim 2011’de ROJ TV’deki açıklamasında, “2002 genel, 2004 yerel, 2007 genel, 2009 yerel, 2010 referandum, 2011 genel seçimler sürecinde AKP arabulucular gönderdi ve ateşkesler ilan edildi. AKP bu seçimleri kazandı. Bu süreçler gerillanın fedakârlığı üzerine kuruldu,” derken; Ocak 2015’de KCK yöneticilerinden Mustafa Karasu da ekliyordu: “Kürt Özgürlük Hareketi AKP’ye tam üç genel seçim, üç yerel seçim, iki referandum, bir cumhurbaşkanlığı seçim şansı tanımıştır. Artık bir seçim şansı daha vermesi kendini kandırmak olur.”[77]

 

TAHLİL(LER) VE TAVIR(LAR)

Çok önceleri akademisyen Cuma Çiçek’in, “Türkiye’deki Kürt siyasetinin genel olarak bir dönüşüm sorunu yaşadığının altını çizebilirim. 1999 sonrası Kürt muhalefeti üç büyük dönüşüm yaşadı: kentleşti, legalleşti ve kurumsallaştı. Ancak HDP ve temsil ettiği siyasi gelenek başta olmak üzere Kürt siyasi hareketleri toplumsal yapıda meydana gelen bu dönüşüme uyum sağlayamadılar,”[78] satırlarındaki işaret fişeği; TBMM kürsüsünden, “Öcalan’ın çağrısı, 29. Kürt isyanının bastırılmadan, ezilmeden, gönüllü olarak sona erdirilmesi anlamına geliyor,”[79] diye haykıran milletvekili Cengiz Çandar’lı ve fıkrasız yapamayan Sırrı Süreyya’lı bugünleri muştuluyordu sanki; “Haklılık soğukkanlı bir tutkudur,”[80] gerçeğini unuttururcasına…

Barış dahi yapsanız, barış yaptığınız kişi sizin düşmanınızdır. Ve asla düşmana, elçisine methiye düzülmez. Her şeyin bir adabı vardır, olmalıdır.

Öte yandan iktidardan gelen ve “Silah bırakma”dan öteye gitmeyen yaklaşımla yol alınması bir hayli tartışmalıyken; önce silahı ortaya çıkaran sebepler ortadan kaldırılması gerekmiyor mu?

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu’nun, “Öcalan, ikinci Mevlâna İdris-i Bitlisî olabilir mi?… Eğer ki Öcalan’ın dediği gibi, bu örgütler dükkânı kapatsalar, bu süreç İkinci Yavuz dönemi gibi Türkiye’ye ‘imparatorluk yolu’nu açar ve Kürtler de ikinci altın dönemini yaşarlar. İsrail’in ‘David Koridoru’ ve ‘Büyük İsrail’ projesi çöker… Hadi Bismillah,”[81] türünden “önerileri”yle arabayı atın önüne koyan yaklaşımların çözümleyici ol(a)madığı görülmüyor mu hâlâ?!

Malum: Ahmet Hamdi Tanpınar, ““Haksızlığı her kabul ediş, daha büyüğünü doğurur,” derken ekler Fyodor Dostoyevski’de, “Yalanlarımız ortaya çıkmadıkça, hepimiz dürüst insanlarız,” diye…

“Sır” değil; “süreç” çağrıları iktidar bloğu için rejimin tahkimatını sağlamanın bir aracı olarak olarak işletiliyor; Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, “Terörü sona erdirmek için mutabakat aramak, komisyon kurmak, yasama yetkisine atıf yapmak abestir. Bunlar işi yokuşa sürmektir. Devlet; terörün eylemine, diline, vesayetine, örgütüne her yerde ve her hâl ve şartta son verecektir… Bu yeni aşamayı bir müzakereymiş gibi gösterme çabası, İmralı görüşmesi üzerinden politik şovlara yeltenilmesi ve konuya yeni aktörler katma girişimi oldu. Bunlar tarihi fırsatı tahrip edecek tutumlardır. Tümden ideolojik bir çarpıtma olan ve esasen yapay dış Kürt sorununun iki ulus tezinden türetilen ‘eşit vatandaşlık’ söylemi öne çıkarılıyor. Eşit vatandaşlıktan ne kast edildiği ise açıklanmıyor. Tüm bunlar Türkiye’nin bölünmesine giden bir yol yapmaktır,”[82] sözleriyle bunu son derece net biçimde ifade etmekte…

Mehmet Uçum 24 Kasım 2024 tarihli “Pazar Yazısı”nda da şöyle ekliyordu: “1 Ekim 2024’ten itibaren Sayın Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihi hamleleriyle paradigma değiştiren bir Devlet inisiyatifi ortaya kondu. Bu inisiyatif ‘Milli Birlik ve Kardeşliği Güçlendirme ve Terörsüz Türkiye’ hedefidir.” “Türkiye’nin ‘iç Kürt sorunu kalmadı. Amaç sadece ‘emperyalizmin dayattığı ve Türkiye’yi bölmeyi hedefleyen dış Kürt sorunu’nu çözmek.”

Kendi meşrebince kavram türeten Mehmet Uçum, “Dış Kürt sorunu”nun son kırk yıldır emperyalist bir proje olarak terör destekli üretildiğini vaz ederken “Türkiye’nin Kürtlerinin statüye dayalı tarif edilecek bir hak yoktur” diyecekti. Artı Gerçek’ten akademisyen Arzu Yılmaz’ın vurguladığı gibi Mehmet Uçum bununla da yetinmeyecek ve Kürtlere düşeni de şöyle tarifleyecekti: “Türkiye Cumhuriyeti Devletini sahiplenmeleri hem hakları hem yükümlülükleridir.[83]

Yine devamla Mehmet Uçum “Öcalan’ın açıklaması baştan beri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Sayın Bahçeli’nin ifade ettiği Devlet İnisiyatifinin çizdiği çerçeveye ve içeriğe uygun oldu” diyerek ekledi:

“Bu çağrıya ne seviyede uyulup uyulmayacağı artık pratik bir sorundur, uymayanlar çıkarsa da sonuçlarına katlanacaktır. Bu çağrı yapılmadan önce çağrıyı ve yeni dönemi çeşitli yöntemlerle sabote etmeye ve zehirlemeye çalışanların, ne kadar büyük bir provakasyon içinde olduğu da görüldü. Başaramadılar, bundan sonra da başaramayacaklar.”[84]

Ve bir şey daha: Mehmet Uçum, HÜDA PAR’ın Diyarbakır’da düzenlediği ve AKP lilerin de katıldığı “Kürt Meselesine İnsani Çözüm Çalıştayı”nı “bölünme çözümü çalıştayı” olarak niteleyip, “Terörsüz Türkiye için başlatılan yeni döneme ihanet” ve “alçaklık” yorumuyla ekledi:[85] “Ne yaparsanız yapın Terörsüz Türkiye pazarlıksız, kayıtsız ve şartsız gerçekleşecektir.

Terörsüz Türkiye’ye geçildiğinde de Milli Devletin esaslarını; Cumhuriyet, Üniter Yapı, Türk Milleti, Türk Vatandaşlığı ve Türkçeyi, Türk Bayrağını ve İstiklal Marşını kimse tartışmaya açamayacaktır.

Cumhuriyetle kazanılan Milli Devleti tartışmaya açmak ve beka sorunu çıkarmak kimsenin haddi değildir. Buna asla geçit verilmeyecektir. Tam tersine Terörsüz Türkiye, Milli Devleti daha da güçlendirecek adımların atılmasını sağlayacak ve yurtsever demokrasimizi güçlendirecektir.”[86]

Kimse inkâra kalkışmasın: İktidar sınırlarını çok net çiziyor. Örneğin Abdullah Öcalan’ın çağrısına ilişkin olarak Bülent Arınç, “Bu bir talimat, ancak yerine getirilmesi örgütün vereceği karara ve atacağı adımlara bağlı. Bunu bekleyeceğiz,” dedi.

“Kürtçe’ye statü, anadilde eğitim ve olası bir af olup olmayacağına” dair soruya Arınç, şöyle yanıt verdi:“Benim doğruyu söylemem lazım. Bu iş başlarken ve bu geldiğimiz gün itibariyle bunların hiçbirisi hakkında bir hazırlık yok. Yani Bahçeli bir söz söyledi. Ondan sonrasını ifade etmedi. Bunun karşılığında Sayın Cumhurbaşkanı’nın biz terörle mücadeleyi eğer silah bırakmazlarsa devam ettireceğiz konuşmasını biliyoruz. Bu haklar, talepler konusunda bir ön görüşmenin yapıldığını da düşünmüyorum. DEM’lilerle yaptığımız görüşmelerde de öncelikle bu yerine gelsin, ondan sonra bir barış ortamı içerisinde her şey konuşulabilir. Yani siz bunlar olacak mı diyorsanız, bunlar olmayacak da diyebilirim, bu konuda hiçbir görüş ortada yoktur da diyebilirim. Kendimizi çok fazla şeylere odaklanarak, bunun arkasından çok büyük gelişmeleri beklemek herhâlde boş. Önce şunu bir görelim icap var kabul daha yok göreceğiz bakalım.”[87]

İlaveten: AKP kalemşörü Abdülkadir Selvi, “Öcalan, “Ulus devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan defalarca, “Anayasa’nın ilk dört maddesi ile ilgili tartışma yok. Cumhur İttifakı’nın böyle bir sıkıntısı da böyle bir derdi de yok” dedi. Türklük tanımıyla ilgili bir gündem yok. Şimdiye kadar yapılan görüşmelerde kenarından bile geçilmiş bir konu değil,”[88]

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz da, “Sayın Bahçeli’nin perspektifi çok açık. Terörsüz ve huzurlu bir Türkiye. Sayın Cumhurbaşkanı’mızın ortaya koyduğu vizyonu da biliyorsunuz. Terörün varlığı demokratik siyaseti zehirliyor. Terörün başladığı yerde demokratik siyaset bitiyor. Terörün gölgesi siyasi partiler üzerinde olduğu sürece gerçek anlamda demokratik siyasetten bahsetmeniz mümkün değil. Önümüzdeki süreçlerde gelişmeleri hep birlikte takip edeceğiz,”[89] derken; Hande Fırat’ın, “Öcalan’a özgürlük söz konusu olabilir mi bu ülkede?” sorusuna Cumhurbaşkanı Erdoğan, “AKP olarak bize soruyorsanız böyle bir şey olamaz. Ana muhalefete sorarsanız ana muhalefet olabileceğini açıkladı. Hem terörist başı için hem de Selo için olabileceğini açıkladılar. Bizim kitabımızda böyle bir şey yok,”[90] net yanıtını veriyordu.[91]

AKP sözcüsü Ömer Çelik meseleye nokta koyuyordu: “Bir pazarlık söz konusu değildir… Devlet bir pazarlık sürecine girer mi sözleri konuşuluyor, hiçbir şekilde böyle bir şey söz konusu değildir. Devletlerin terörle mücadelede sert ve yumuşak unsurları vardır… Farklı kimliklerde olmamız doğaldır, adlarımızın farklı olması doğaldır ancak hepimizin soyadı Türkiye Cumhuriyeti’dir… Bugün geldiğimiz noktada artık terörsüz Türkiye hedefine ulaşma zamanı olduğunu ifade ediyoruz.”[92]

 

OLUMLU, OLUMSUZ “YORUM”LAR

Tablo böyleyken verdiği bir demeçte Leyla Zana, “Öcalan Kürt Rönesans’ı yarattı”; ya da Hüseyin Şenol, “Bugün gelinen nokta, silahlı mücadelenin sonuç vermesi ve Kürt halkının, partisi PKK’nin ve lideri Abdullah Öcalan’ın azimli mücadelesinin sonucudur. Kürt Özgürlük Hareketi, sömürgeci devleti masaya oturmak zorunda bırakmıştır,”[93] diyordu.

Oysa adı dahi konulmadan devam eden Kürt sorununda “çözüm arayışı”, iç ve dış gelişmelerin zorlamasıyla, T. “C”nin başvurduğu bir önlem hamlesidir.

“Nasıl” mı?

“Abdullah Öcalan’ın ‘silah bırakma’ çağrısını ‘olumlu’ buldu”ğunu ifade eden[94] Doğu Perinçek, “Öcalan bizim tarafımıza geçti, Türkiye’nin tarafına geçti.”[95] “Öcalan’a kin tutmak yanlış. Türk geleneğinde teslim olan asilere beylik bile verilmiştir. Verelim diye demiyorum ama,”[96] diyebilmektedir.

Abdullah Öcalan’ın açıklamasına dair konuşmasında yeni bir safhaya girildiğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Silah ve terör baskısı ortadan kalkınca doğal olarak siyasetin demokratik alanı daha da genişleyecektir,”[97] ifadelerini kullansa da; Binali Yıldırım, “Terör örgütlerine destek verenlerin ‘ana dil’ konusunu ileri sürerek itirazlarını devam ettirdiğini belirtip şöyle devam etti:

“Devletimizin adı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Anayasa’daki vatandaşlık tanımında ‘Bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı herkes Türk’tür’ diyor. Bununla ilgili ‘Türklerden başkasına yaşama hakkı yok.’ diyorlar. Öyle bir şey yok, bu bir millet tanımıdır ve bu milletin unsurları var. Bin yıldır biz bu topraklarda Kürtler, Türkler, Süryanî, Abaza’sı ve Çerkez’i var. Vatandaşlık tanımı yeni anayasada elbette ki gözden geçirilebilir… Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın tekrar Cumhurbaşkanı adaylığının yolu açılmalıdır. Yeni Anayasa bunu da öngörmeli. Sivil anayasa bir an önce yapılmalı ve Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın da tekrar aday olmasının yolu açılmalıdır.”[98]

Egemen(ler) açısından barış hikâyesinin anlamı bu kadar net!

Kolay mı? MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, X üzerinden yaptığı Ramazan ayının gelişini tebrik paylaşımda, “Ne mutlu bizlere ki, sahte ayrımcılıkların, yapay anlaşmazlıkların, cepheleşme ve yanlış anlamaların milli hayatımızdan tamamıyla sökülüp atılacağı kutlu bir dönemin eşiğindeyiz,” derken; AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Ömer Çelik de haykırıyor: “PKK, PYD, YPG, SDG hangi adla olursa olsun, Irak ve Suriye’deki bütün uzantılarıyla terör örgütü silah bırakmalıdır ve kendi kendisini feshetmelidir,”[99]

Egemenler için “yeni dönem” böyle bir şey; ve bu dayatmanın sosyalistler açısından kabul edilebilmesi mümkün değil!

ELEŞTİRİ(LER) VE İTİRAZ(LAR)

Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “Dostum dostum/ Güzel dostum/ Bu ne beter çizgidir bu/ Bu ne çıldırtan denge/ Yaprak döker bir yanımız/ Bir yanımız bahar bahçe” dizeleri, sosyalist mücadelerinin soru(n) ve çözümleri açısından çok değerlidir; özellikle bugün(ler)de…

“Felaket içinde karar verebilmek yarı kurtuluş demektir,” diyen Johann Heinrich Pestalozzi’nin, “Doğru bildiğimizi nefesimiz çıktığında haykırmalıyız,” vurgusundaki üzere, bugünler de doğruda durmak ve kalmak ısrarıyla geçecek.[100]

Kolay mı? “Hayallerin peşinden gitmek, yaşamın kendisidir; hayal kurmayı bıraktığında, yaşamayı da bırakırsın.”[101]

Kübra Par’ın #SofradaGündem #tv100AnaHaber programında Mehmet Metiner’in aktardığına göre Selahattin Demirtaş, “Devlet bizim, bizim devletimizden hiçbir talebimiz olamaz”; Abdullah Öcalan, “Aşırı milliyetçi savurulmanın zorunlu sonucu olan ayrı devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplumsal sosyolojisine cevap olmamaktadır,” deseler de; Sarı Hocamız İsmail Beşikçi’nin ifadesiyle “Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkı, uluslararası hukukun gereğidir.” Ve de Dr Abdurrahman Qasımlo’nun eşi Helin Kruch’un betimlemesiyle, “Türkiye’de tek bir Kürt vardır; adı İsmail Beşikçi’dir…”

Ve o İsmail Beşikçi 26-28 Şubat 2025 tarihlerinde Hewler’de gerçekleşen ‘Üçüncü Erbil Forumu’ndaki konuşmasında bakın “süreç”e dair neler diyor:

“40 yıldır savaşıyoruz. İsteklerimiz, amacımız neydi? Bu uğurda 50-60 bin, belki daha fazla insanımızı da kaybettik. Bugün Devlet Bahçeli her ağzını açtığında ‘DEM Parti kapatılmalıdır’ diyen, Kürd kurumları hakkında en hafif söylemi bu olan Devlet Bahçeli, neden DEM Parti liderlerini telefonla arka arkaya arayarak teşekkür ediyor… Abdullah Öcalan, Kürdler özerklik, federasyon, kültürel haklar talebinde bulunmamalıdır diyor. Devletle bütünleşmelidir diyor. Bu, Kürdlerin Türk toplumu içinde erimesi anlamına gelmektedir. Bu aşamaya ulaşmak için bu kadar savaşa, yıkımlara, ölümlere gerek var mıydı? Bu konuları Abdullah Öcalan’a sorabilecek bir PKK’li, bir KCK’li yok mu? PKK, demokrasi, özgürlük gibi kavramları çok sık kullanıyor. Bakalım bu soruları sorabilecek kadar bir özgürlük kazanılmış mı? Kendi içlerinde bu soruları sorabilecek kadar özgürlük ortamı oluşmuş mu? Bu ortamın oluşup oluşmadığı ayrıca incelenmesi gereken bir durumdur.”[102]

Barış elbette değerlidir; ama kanımız odur ki şiddeti, savaşı bu kadar “içselleştirmiş” bir totaliter iktidardan barış ummak, nesnel olarak hiç de olası değil. Diyeceğimiz, “barış” kavramı anayasa, adaylık vb. için asla “araç” olarak kullanılmamalı, şeffaflıktan asla vazgeçilmemelidir…

Bugünlerde Abdullah Öcalan’ın “Sayın Bahçeli ve Erdoğan’ın güç verdiği” sözleriyle ifade ettiği “paradigma”nın ne ve nasıl olduğunu bilmiyoruz. Olasıdır ki, gizli kapılar ardında biçimlendirilen “Yeni Paradigma”nın içeriğini hiç bil(e)meyeceğiz. Ancak Erdoğan’ın da Bahçeli’nin de tekrar tekrar “Kürt sorunu yok” dediğini biliyoruz!

Malum olduğu üzere siyaset bilimci Seren Selvin Korkmaz, sürecin hâlâ çok fazla bilinmezliğinin olduğu vurgusuyla, “1 Ekim’den itibaren ‘yeni bir açılım’ sinyalleri veren Cumhur İttifakının bu yönelimi, yeni bir siyasal zemin inşasının bir yöntemi olarak karşımızda,” diyerek eklemesi de boşuna değildir: “Risk, Anayasa sürecinin açılımla oldubittiye getirilip, otoriter yönetimin konsolide edilmesi”dir.[103]

Hayır, göz ardı ediyor değiliz: Barış coğrafyamızın ve yerkürenin en çok ihtiyaç duyduğu şeydir. Ancak ABD eliyle ne yerküre ve Ortadoğu halklarına, ne de coğrafyamıza ne barış ne de çözüm getirilebilir.

Kanımızca Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli iktidarı hiçbir meseleyi demokratik zeminde çözmez, çözemez. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır!

İş bu neden(ler)le ‘Denge Welat’ın, “Bu açıklama üzerine söylenecek çok şey var. Ancak, devrimci bir perspektiften bakıldığında, bu tür bir çağrının kabul edilmesi mümkün değil.”[104]

‘Partîya Komûnîst a Kürdistan (KKP)’ın, “Özetle, iç ve dış koşulların sonucu olarak, TC İmralı’nın kapısını çalmıştır. Pazarlığın bir yanı açıktır ve net bir şekilde ortaya çıkmıştır: Silahları PKK susturacak, partisini kapatacak, bağımsızlık, federasyon, özerklik ve hatta kültürel özerklik gibi taleplerden vazgeçilecektir ve sonrasında TC ile bütünleşme hedeflenecektir. Ya masanın diğer yanı? Yok ama var gibi. “Ağanın eli tutulmaz,” diyorlar, sonra demokratik ve hukuki iyileştirmeler geleceği söyleniyor. Ancak, “Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz” derler. İktidarda oldukları sürece, demokrasinin ve hukukun kırıntılarına bile tahammülleri olmayanlardan ne beklenebilir ki?..

Düşmana, yani sömürgecilere asla güvenmemeliyiz… Amaçsızlığı kabul edemeyiz. Bağımsız ve özgür Kürdistan hayalimiz, çok uzaklarda olsa da temel şiarımızdır.”[105]

‘Xeta Sor’un “Örgüt ve önderliklerin yanılgılarının-yenilgilerinin bedeli halkımızın özgürlük talebinden vazgeçmesi olamaz!… Kürt sorunu, bir ülke ve ulusal sorundur. Kürt ulusu olarak ulusal baskı altındayız ve ülkemiz dört parçaya bölünerek sömürgeleştirilmiştir. Mevcut statüler, gönüllü değil, zoraki dayatılmıştır. Her ulus gibi, bizim de istediğimiz şekilde yaşama, kendi kaderimizi ve geleceğimizi tayin etme hakkımız vardır. Ancak bu çağrı ile bizden, ulusal haklarımızdan ve ana dilimiz dâhil olmak üzere kültürel özgünlüklerimizden vazgeçmemiz ve bize zorla dayatılmış olan statükoyu kabul etmemiz istenmektedir.

Bir diğer itiraz noktamız, çağrıda yer alan şu ifadelerle ilgilidir: “(…) ülkede kimlik inkârının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü tamamlamış ve feshi gerekli kılınmıştır”… Oysaki gerçekler bunun tam tersidir… Barış ve Demokratik Topluma Evet! İnkâr ve Yok Saymaya Hayır!”[106]

‘Gazete Patika’nın, “Çağrıya vesile olan bu anlaşma süreci, kısmi de olsa Kürt ulusuna bir özgürlük getirmez, getirmek şöyle dursun, gerçek manada ulusal-demokratik haklarına kavuşmasını sağlamaktan da alabildiğine uzaktır. Bilakis, çağrıyla startı verilen bu süreç, Kürt ulusunun bağımlılığını derinleştirecek, boynundaki boyunduruk ve ayağındaki kölelik prangalarını perçinleyecektir.”[107]

‘Devrimci İşçi Partisi’nin, “Gizli diplomasiye, Kürt sorununun inkârına, çözümün reddine, emperyalizmin himayesine, gerici ve yayılmacı İkinci Cumhuriyet projesinin dayatılmasına hayır!… Ne Kürt sorunu çözülmüştür ne de Kürt işçilerinin ve yoksul köylülerinin mücadelesi anlamsızlaşmıştır!… Kürt sorunu kimlik inkârına ve ifade özgürlüğüne indirgenemeyeceği gibi ne kimlik inkârı tamamen sona ermiştir ne de ifade özgürlüğünde ileriye doğru bir gidiş yaşanmaktadır…”[108] tespitlerine katılıyoruz.

 

NİHAYET

DEM Parti 12 Şubat 2025’de gerçekleştirdiği toplantının sonuç bildirgesinde, “İktidarın saldırıları demokratikleşmenin önünde çıkmaz yaratıyor” vurgusuyla “Eşit yaşam ve toplumsal sözleşme” talebini “Barış, adalet ve emek mücadelesi iç içedir,”[109] perspektifiyle tarif ederken; PKK de, Abdullah Öcalan’ın yapacağı “tarihi bir çıkış” ile Türkiye’de “herkesi içine alan bir demokratik dönüşüm süreci gelişece[ğini]” ifade etti.[110]

Dileriz böyle olur. Lakin Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın örgüte yönelik silah bırakma ve kendini feshetme çağrısına ilişkin, “Şunu çok açık bir şekilde ifade etmek isterim ki, sürecin sabote edilmesine ve uzatılmasına asla müsaade edilmeyecek; temkinli, akılcı bir yaklaşım esas alınacaktır… Şu hususa özellikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum, bugün önemli bir süreç yaşanıyor ve tarihi bir adım atılacaksa, anlaşmazlıkların çözümü, aldatılmış olanların kazanılması, terörü türlü bahanelerle kendi amaçları doğrultusunda kullananların emellerine bir son verilmesi durumuna gelinmişse, bu, ağır bir bedel karşılığında olmuştur,”[111] dedi!

Hemen her şey, kıldan ince kılıçtan keskin “sırat köprüsü”ndeyken; Kürtlerin özgür iradesine başvurulmadan kapalı kapılar ardından sürdürülen pazarlıklarda, şayet bir halkın özgürlüğü ve geleceği pazarlanıyorsa, şimdiden söyleyeyim her iki taraf da kaybedecektir,”[112] diyen Hüsnü Gürbey’e katılmamak mümkün mü?

Elbette değil, şimdi(lerde) emir-komuta ile yukarıdan aşağıya yönelik tutumlara “Hayır” denmelidir; tıpkı “Bana istediğinizi yasaklayabilirsiniz, ben de yerine getiririm. Ama düşünmemi yasaklayamazsınız,”[113] ifadesindeki gibi Gabriel García Márquez’in!

Düşünmek, sorgulamak “olmazsa olmaz”ımızır; “Kişinin sorgulamayı bıraktığı an, düşünsel ölümün gerçekleştiği andır. Sorgulamaktan vazgeçen kişi artık bir insan değildir; o artık ölmüş bir insanın hayaletidir,” uyarısındaki gibi William Godwin’in…

Özetle, diyeceğimiz, T. “C” devleti ve iktidardakilerin ısrarlı ve tutarlı bir biçimde “hiçbir pazarlığa yanaşmadan, teröre son verme girişimi” olarak sundukları bir “şey”i, “demokrasinin önünü açacak, barışı sağlayacak, “Kürt sorunu’nu çözüme erdirecek bir süreç” olarak “hayra yormak” daha önce başına gelenlerden hiç ders almamış olmak anlamına gelmektedir.

Tekrarda yarar var, silaha sarılanlar, uygun gördükleri bir momentte, silah bırakmayı kendi özgür iradeleriyle seçebilirler.

UKTH’nı aslî bir ilke kabul eden sosyalistlerin, Kürt hareketine “şöyle yap, böyle yapma” diye ayar vermek gibi bir tasarrufları yoktur, olamaz da.

Ancak -hele ki Kürt hareketinin “tercihleri”nin bu coğrafyanın emekçileri, yoksulları için daha yoğun sömürü, daha fazla baskı, daha kesif bir gerici saldırganlık anlamına gelecek bir iktidarı (örneğin yeni bir Anayasa ile) payandalama, bölgede ABD emperyalizminin elini rahatlatma gibi sonuçları olacaksa- eleştiri ve itirazların dile getirilmesi, kaçınılmazdır.

Özetle, sosyalistler, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı ilkesel ve tartışmasız olarak kabul ederler. Ama bu, bu “Hak”kın her kullanılış biçimini tüm sonuçlarıyla onaylayacakları anlamına gelmez…

7 Mart 2025 15:21:40, Muğla.

N O T L A R

[*] Avrupa Demokrat, 7 Mart 2025…

[1] Edip Cansever.

[2] Eduardo Galeano, Kucaklaşmanın Kitabı, çev: Nihal Yeğinobalı, Can Yay., 1994.

[3] Voltaire, Cahil Filozof, çev: Güzin Aker, Kırmızı Kedi Yay., 2017.

[4] Eduardo Galeano, “Karanlık Zamanlarda”, https://www.otekileringundemi.com/alinti-yazarlar/karanlik-zamanlarda-eduardo-galeano-h70708.html

[5] “Erdoğan: Kürt Sorunu Yok”, Evrensel, 26 Kasım 2020, s.7.

[6] Nevzat Çiçek , “20 Maddede PKK Çağrısı: Yaşananlar ve Yaşanacaklar”, 1 Mart 2025… https://www.indyturk.com/node/754579/

[7] “Özgür Özel’den, Erdoğan’ın ‘Ayağını Denk Al’ Çıkışı”, 27 Şubat 2025… https://t24.com.tr/haber/ozgur-ozel-den-erdogan-in-ayagini-denk-al-cikisina-yanit-hodri-meydan-partinin-onune-tank-mi-gondereceksin,1221975

[8] Fırat Aydınkaya, “Kürt Hareketi Kürtlere Ne Vaat Ediyor?”, 8 Ekim 2018… https://ozgurdenizli.com/kurt-hareketi-kurtlere-ne-vaat-ediyor-firat-aydinkaya/

[9] HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’a bakılırsa “özyönetim ilanı meşru fakat silahsız ve şiddetsiz olmalıydı.” (Selahattin Demirtaş, Sabah, 24 Ağustos 2015). DTK’ya göre ise özyönetimler esasen Türkiye’yi demokratikleştirecek bir adım olduğu için devlet Avrupa Konseyi yerel yönetimler özerklik şartını olduğu gibi kabul etmeliydi. (“DTK’dan 14 Maddelik Özyönetim Deklarasyonu”, Evrensel Gazetesi, 27 Aralık 2015.) KCK yöneticileri ise kendi aralarında tamamen farklı değerlendirmeler yapıyordu. Besê Hozat, sundukları modelle, sömürgeci devlet yönetiminden kurtulma ve özyönetim eliyle kendi kendilerini yönetme stratejisi (Besê Hozat, Yeni Özgür Politika, 16 Temmuz 2015 ve “Tanıma Karşılıklı Olacaktır” isimli yazısı, Yeni Özgür Politika, 9 Eylül 2015.) bağlamında kopuşa işaret edip karşılıklı tanıma çağrısı yapıyordu örneğin. Buna karşılık Duran Kalkan ise devleti ve orduyu reddetmediklerini, Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesini (Duran Kalkan Açıklaması, Yeni Özgür Politika, 25 Ağustos 2015.) istediklerini belirterek kopuşçu söylemi yumuşatıyordu. Birkaç açıklama ve talimatla Kürt coğrafyasında 16 farklı yerde özyönetim ilanlarının gerçekleştirildiği, bu şekilde modelin kuvveden fiile geçtiği görülmüş oldu.

[10] Ruken Tuncel, “Remzi Kartal: Öcalan’ın Açıklaması Demokrasi Mücadelesinin Başlangıcıdır”, 28 Şubat 2025… https://www.avrupademokrat5.com/remzi-kartal-ocalanin-aciklamasi-demokrasi-mucadelesinin-baslangicidir/

[11] Tolga Tören, “… ‘Süreci’ Sosyal ve Demokratik Cumhuriyet Paradigmasıyla Karşılamak!”, 24 Şubat 2025… https://guzelgunlergorecegiz.blogspot.com/2025/02/sureci-sosyal-ve-demokratik-cumhuriyet.html

[12] İlke TV @ilketvcomtr, 1 Şubat 2025.

[13] Demir Küçükaydın, “Erdoğan Silahların Susmasını İstemiyor. Ne Yapmalı?”, 24 Şubat 2025… https://demirden-kapilar.blogspot.com/

[14] Demir Küçükaydın, “… ‘Süreç’ Olmayan Süreçler, Kısır Döngüler ve Öcalan’a Destek”, 17 Şubat 2025… ttps://demirden-kapilar.blogspot.com/

[15] “Tuncer Bakırhan’dan Devlet Bahçeli’ye: Türkiye’nin Size İhtiyacı Var”, 12 Şubat 2025… https://www.politikyol.com/tuncer-bakirhandan-devlet-bahceliye-turkiyenin-size-ihtiyaci-var

[16] Selahattin Demirtaş, “Barışın Yanında Olalım”, 28 Şubat 2025… https://www.aktuelsanat.net/barisin-yaninda-olalim/

[17] “Önder: Bahçeli Bana ‘Daha Barış Halayı Çekeceğiz’ Demişti”, 3 Mart 2025… https://t24.com.tr/haber/imrali-heyeti-uyesi-sirri-sureyya-onder-aciklama-yapiyor,1223089

[18] “Kapı kapandıktan sonra iki farklı siyasi partinin mensupları değil de köy odasında toplanmış, birbirine azami saygı ve özen gösteren, özellikle Ahmet Abi ile Devlet Bey’i kast ediyorum, iki bilge kişinin hasbihal etmesini izledik. O an çok önemli andı. Kürsülerde dinlediğimiz sloganize olmuş düşüncelerin arka planı, kaygıları, istekleri, reddiyeleri, talep ettiği, tahayyül ettiği şey hakkında coşkusunu, kararlılığını orada gördük. Üçümüz de saygıyla ayrıldık. Kendisi de büyük bir özenle, saygıyla ağırladı ve uğurladı.” (Sırrı Süreya Önder.)

[19] “Önder: Bahçeli ‘Daha Barış Halayı Çekeceğiz’ Dedi”, 3 Mart 2025… https://www.tele1.com.tr/sirri-sureyya-onder-bahceli-beni-arayarak-barisi-gorelim-gerisi-allah-kerim

[20] Thomas Bernhard, Sarsıntı, çev: Esen Tezel, YKY, 2018, s.86.

[21] Ertuğrul Özkök, “İmralı’da Varılan Görüş Birliği”, 4 Şubat 2025… https://t24.com.tr/haber/ertugrul-ozkok-imrali-da-varilan-gorus-birligi-cagrida-kripto-kelime-olmayacak-kesinlikle-nevruz-a-denk-getirilmeyecek,1216039

[22] Mehmet Aslan, “İşte Abdullah Öcalan İle Yapılan İkinci Görüşmenin Detayları”, 24 Ocak 2025… https://www.mezopotamyaajansi41.com/tum-haberler/content/view/265402

[23] “Bakırhan’dan Erdoğan’a: Çağrı İçin Koşullar Oluşturulsun” 16 Ocak 2025… https://www.odatv.com/siyaset/tuncer-bakirhandan-cumhurbaskani-erdogana-cagri-icin-kosullar-olusturulsun-120081654

[24] Zülal Kardelen, “… ‘Süreç’ Nedir, Açıklayın Halk Öğrensin!”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2025, s.4.

[25] Hatice Kamer, “Diyarbakır’da Yeni Süreçle İlgili Düzenlenen İki Farklı Konferansta Neler Konuşuldu?”, 17 Şubat 2025… https://www.bbc.com/turkce/articles/c62q2dy2e50o

[26] “2013-2015’ten Bugüne, Süreçten Sürece Dersler”, Birgün Pazar, 12 Ocak 2025, s.10.

[27] Abdullah Öcalan, 1999 Savunması’ndan.

[28] Abdullah Öcalan, 23 Haziran 2006 tarihli Görüşme Notları.

[29] Abdullah Öcalan, 23 Haziran 2006 tarihli Görüşme Notları.

[30] Tele 1, 14 Ocak 2025.

[31] Hovsep Hayreni, “… ‘Tek Millet İki Devlet’in Kürtler ve Ermenilerle ‘Demir Yumruk’lu ‘Barış’ Süreçleri – I. Bölüm”, 17 Şubat 2025… https://tarihvetoplumlar.com/tek-millet-iki-devletin-kurtler-ve-ermenilerle-demir-yumruklu-baris-surecleri-i-bolum/

[32] “Sosyalistler, ikiyüzlü laf canbazlarının, demokratik bir barış olasılığı üzerine söz ve vaatlerle halkı aldatmalarına fırsat vermemeli, her ülkede o ülke hükümetine karşı devrimci savaşımlar dizisi verilmedikçe, demokratik barışa uzaktan- yakından benzer bir sonuca varmanın olasılığı bulunmadığını yığınlara anlatmalıdır.” (V. İ. Lenin, Ulusal Kurtuluş Savaşları, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1993.)

[33] Kürdistan Komünist Partisi- KKP, “Abdullah Öcalan’ın Çağrısı Üzerine!”, 2 Mart 2025… https://www.facebook.com/photo?fbid=953706656943439&set=a.397971665850277

[34] İsmail Saymaz, “Öcalan’ın İmralı Videosu Yayınlanır mı?”, 28 Şubat 2025… https://halktv.com.tr/makale/ocalanin-imrali-videosu-yayinlanir-mi-917790

[35] Fikret Başkaya, “Paradigmanın İflası 34 Yıl Sonra…”, 3 Mart 2025… https://ozguruniversite.org/2025/03/03/paradigmanin-iflasi-34-yil-sonra/

[36] Samet Erdogdu, “Öcalan’ın Son Açıklaması-1”, 3 Mart 2025… Denge Welad, http://www.dengekurdistan.de/?p=5483&fbclid

[37] V. İ. Lenin, Devlet Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Kitap, 2015.

[38] yage, 2015.

[39] yage, 2015.

[40] yage, 2015.

[41] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.

[42] V. İ. Lenin, Devlet Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Kitap, 2015.

[43] V. İ. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2013.

[44] Abdullah Öcalan, PKK 5. Kongresi’ne Sunulan Politik Rapor, Weşanen Serxwebun, 1995, s.130.

[45] Abdullah Öcalan, Özgür Politika 24 Ağustos 2003.

[46] Abdullah Öcalan, “Diriliş Tamamlandı Sıra Kurtuluşta”, Weşanen Serxwebun, Aralık 1995.

[47] Abdullah Öcalan, Özgür Politika, 12 Nisan 1998.

[48] Abdullah Öcalan, Serxwebun, Sayı: 121.

[49] Abdullah Öcalan, Özgür Politika, 12 Nisan 1998.

[50] Abdullah Öcalan, İmralı Notları, Mezopotamya Yay., 2015, s.384.

[51] Abdullah Öcalan, “Bitmeyen Savaş ve Öcalan’ın Barış Israrı”, Yeni Yaşam, 27 Kasım 2020, s.9.

[52] Abdullah Öcalan, Esasa İlişkin Savunma.

[53] yage.

[54] Abdullah Öcalan, Özgür Politika, 23 Ağustos 2003.

[55] Abdullah Öcalan, Özgür Politika 24 Ağustos 2003.

[56] Abdullah Öcalan, “ABD Başkanı Bill Clinton’a yazdığı 13 Ekim 1995 tarihli mektup”, Özgür Politika, 22 Ekim 1995.

[57] Abdullah Öcalan, “Günümüzde Sosyalist Hamlenin Bazı Yeni Özellikleri”, Serxwebun, Sayı: 137, Mayıs 1993.

[58] yage.

[59] Abdullah Öcalan, Berxwedan, Sayı: 159, 15 Mayıs 1993.

[60] Abdullah Öcalan, Sosyalizm ve Devrim Sorunları, İstanbul, MELSA Yayınları, 1992.

[61] Abdullah Öcalan, “Günümüzde Sosyalist Hamlenin Bazı Özellikleri”, Serxwebun, Sayı: 137, Mayıs 1993.

[62] Abdullah Öcalan, Sosyalizm ve Devrim Sorunları, MELSA Yay., 1992.

[63] yage.

[64] yage, s.253.

[65] Abdullah Öcalan, Özgür Politika, 13 Ekim 2002.

[66] Abdullah Öcalan, Özgür Politika, 18 Mayıs 2003.

[67] Abdullah Öcalan, “Tahrip Edilen Kürdistan Tahrip Edilen Türkiye Olacaktır”, Serxwebun, Sayı: 142, Ekim 1993.

[68] Abdullah Öcalan, “Zafere Kadar Savaş”, Serxwebun, Ağustos 1994, Sayı: 152.

[69] Abdullah Öcalan, Özgür Ülke, 25 Ekim 1994.

[70] Abdullah Öcalan “Özel Savaşın Sol Devşirmeleri”, Özgür Ülke, 2 Kasım 1994.

[71] Erdoğan Ahmet, “Gündeme Getirilmesi ve Gündemde Tutulması Gereken Apo Değil Kürt Halkının Demokratik Hakları ve Talepleridir”, 27 Temmuz 2010… https://yenidemokrasi.blogspot.com/2010/07/gundeme-getirilmesi-ve-gundemde_0.html

[72] Rozerin Gültekin- Elfazi Toral, “Buldan: Öcalan Bizi İlk Karşıladığında ‘Bu Masa Yıkılmadı’ Dedi”, 4 Mart 2025, https://artigercek.com/politika/33-kez-gorusmede-yer-alan-buldan-ocalan-bizi-ilk-karsiladiginda-bu-masa-yikilmadi-dedi-334869h

[73] KADEK Kuruluş Kongresi (PKK VIII. Kongresi) Belgeler, Derleyen: Mahsum Şafak, Mem Yay., 2002

[74] Özgür Halk Dergisi, 15 Kasım 2003, s.15.

[75] “AKP’li Yıllarda KÜRT SORUNU-I”, Devrimci Duruş, No:94, Şubat 2021, s.12-18.

[76] İmralı Tutanakları, Milliyet Gazetesi, 3 Mart 2013.

[77] “AKP’li Yıllarda KÜRT SORUNU-II”, Devrimci Duruş, No:94, Şubat 2021, s.11-17.

[78] Şerif Karataş, “Cuma Çiçek: Kürt Meselesinin Askeri Yöntemlerle Çözümü İmkânsızlaştı”, Evrensel, 7 Eylül 2018, s.11.

[79] duvaR@gazeteduvar, 5 Mart 2025.

[80] Thomas Mann, Büyülü Dağ, çev: İris Kantemir, Can Yay., 2016…

[81] Hüseyin Şeyhanlıoğlu, “Öcalan, İkinci İdris-i Bitlisî Olabilir mi?”, 28 Şubat 2025… https://www.indyturk.com/node/754520

[82] “… ‘Çözüm’ Sürecinde Adaylık Vurgusu”, Birgün, 13 Ocak 2025, s.6.

[83] İbrahim Varlı, “Godot’yu Beklerken: Emperyalist Dizayn, İmralı Açılımı, Yeni Paradigma”, Birgün, 6 Ocak 2025, s.11.

[84] “Mehmet Uçum: Öcalan’ın Açıklaması”, 27 Şubat 2025… https://www.patronlardunyasi.com/mehmet-ucum-ocalanin-aciklamasi-cumhurbaskani-erdogan-ve-sayin-bahcelinin-cizdigi-cerceveye-uygun

[85] “AKP’li Mehmet Metiner ve Orhan Miroğlu; HÜDA PAR çalıştayına ‘ihanet’ deyip katılanları suçlayan Mehmet Uçum’a yanıt verdi: Pusuda bekleyen birileri bizi kendileriyle karıştırmasın…” (“Metiner ve Miroğlu’ndan Başdanışman Uçum’a Yanıt”, 17 Şubat 2025… https://www.gazeteduvar.com.tr/metinerden-basdanisman-ucuma-o-pusuda-bekleyen-birileri-haber-1757690)

[86] “Başdanışman Uçum, HÜDA PAR Çalıştayını Hedef Aldı: İhanet”, 16 Şubat 2025… https://www.gazeteduvar.com.tr/basdanisman-ucum-huda-par-calistayini-hedef-aldi-ihanet-haber-1757684

[87] “Bülent Arınç: Bu Bir Talimat, Yerine Getirilmesi Örgütün Vereceği Karara Bağlı”, 28 Şubat 2025… https://www.birgun.net/haber/bulent-arinc-bu-bir-talimat-yerine-getirilmesi-orgutun-verecegi-karara-bagli-603436

[88] Abdülkadir Selvi, “Ankara’nın A, B ve C Planları Hazır”, 3 Mart 2025… https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/ankaranin-a-b-ve-c-planlari-hazir-42714482

[89] “Bilinmeyeni Çok ‘Açılım’ Denklemi”, Birgün, 31 Aralık 2024, s.8.

[90] 1 Mart 2025… https://x.com/nasuhbektas/status/1895913884219031769

[91] CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Barışa evrilecek hiçbir adımın karşısında durmayız. Ancak süreç, bir kişi için demokrasi noktasına dönüşürse orada olmayız,” dedi. (Mustafa Bildircin, “Kürt Seçmen ‘Şüpheci İyimser’ Değerlendirmesi”, Birgün, 9 Ocak 2025, s.7.)

[92] “Çelik’ten İmralı Açıklaması”, 28 Şubat 2025… https://www.indyturk.com/node/754553/

[93] Hüseyin Şenol, “Barışa Omuz Ver!”, 2 Mart 2025… https://www.avrupademokrat5.com/barisa-omuz-ver-huseyin-senol/

[94] “Doğu Perinçek: Öcalan’ın Çağrısı TSK ve Türk milletinin Zaferidir”, 27 Şubat 2025… https://tr.euronews.com/2025/02/27/dogu-perincek-ocalanin-cagrisi-tsk-ve-turk-milletinin-zaferidir

[95] Müjgan Halis , “Türkiye Solu, Öcalan’ın Çağrısına Nasıl Yaklaşıyor?”, 1 Mart 2025… https://www.indyturk.com/node/754573/

[96] 1 Mart 2025… https://x.com/etkilihaber

[97] “Erdoğan’dan Öcalan Açıklaması: Dün İtibariyle Artık Bir Safhaya Geçilmiştir”, 8 Şubat 2025… https://www.avrupademokrat5.com/erdogandan-ocalan-aciklamasi-dun-itibariyle-artik-bir-safhaya-gecilmistir/

[98] “Binali Yıldırım: Vatandaşlık Tanımı Gözden Geçirilebilir”, 28 Şubat 2025… https://www.indyturk.com/node/754521/haber/binali-

[99] “Bahçeli’den İlk Açıklama: Kutlu Bir Dönemin Eşiğindeyiz”, 28 Şubat 2025… https://www.bbc.com/turkce/articles/c1jpp3ze84no

[100] “Aldatmanın gerekli görüldüğü, yanılgıya düşmenin teşvik edildiği zamanlarda, düşünür, okuduğu ve işittiği her şeyi düzeltmeye çalışır. Ne okursa veya ne duyarsa, içinden tekrar eder ve tekrar ederken de onu düzeltir. Yalan beyanların yerine, cümle cümle, doğrularını koyar.” (Bertolt Brecht.)

[101] Miguel de Cervantes Saavedra, Don Kişot, çev: Reşat Nuri Gültekin, YKY, 2009.

[102] “İsmail Beşikçi: Öcalan’a Soracak Bir PKK’li Yok mu?,” 7 Mart 2025… https://www.facebook.com/haydar.dogan.75

[103] “Bilinmeyeni Çok ‘Açılım’ Denklemi”, Birgün, 31 Aralık 2024, s.8.

[104] Denge Welat, “Öcalan’ın Çağrısı Üzerine”, 27 Şubat 2025… https://www.facebook.com/photo?fbid=2121776271618067&set=a.210230826105964

[105] “Partîya Komûnîst a Kürdistan (KKP) Merkez Komitesi: Halkımıza Çağrımızdır!”, 4 Şubat 2025… http://partiyakomunistekurdistan.org/?p=2199&fbclid

[106] “Örgüt ve Önderliklerin Yanılgılarının-Yenilgilerinin Bedeli Halkımızın Özgürlük Talebinden Vazgeçmesi Olamaz!”, Xeta Sor, 5 Mart 2025… https://www.facebook.com/photo?fbid=653415903851891&set=a.22248712361144

[107] “Öcalan’ın Tarihsel Ama Talihsiz Çağrısına Özet Bakış…”, 1 Mart 2025… https://gazetepatika23.com/ocalanin-tarihsel-ama-talihsiz-cagrisina-ozet-bakis-163831.html

[108] “DİP Merkez Komitesi Bildirisi”, 3 Mart 2025… https://gercekgazetesi1.net/dip-bildirileri/dip-merkez-komitesi-bildirisi-gizli-diplomasiye-kurt-sorununun-inkârina-cozumun

[109] “DEM Parti’den Çözüm İçin 4 Maddelik Bildirge”, 14 Şubat 2025… https://www.yenidenatilim.com/haber/dem-parti-den-coezuem-icin-4-maddelik-bildirge

[110] “Öcalan Tarafından ‘Herkes İçin Bir Değişim, Dönüşüm ve Yeniden Yapılanma Süreci Başlatılacak’…”, 13 Şubat 2025… https://www.avrupademokrat5.com/ocalan-tarafindan-herkes-icin-bir-degisim-donusum-ve-yeniden-yapilanma-sureci-baslatilacak/

[111] “Savunma Bakanı Yaşar Güler: Sürece Yönelik Temkinli, Akılcı Bir Yaklaşım Esas Alınacaktır”, 4 Mart 2025… https://www.kurdistan24.net/tr/story/827866

[112] Hüsnü Gürbey, “Özgürlük Arayışı mı Teslimiyet mi?”, 4 Mart 2025… https://rojnameyanewroz3.com/ozgurluk-arayisi-mi-teslimiyet-mi/

[113] Gabriel García Márquez, Aşk ve Öbür Cinler, çev: İnci Kut, Can Yay., 1995, s.34.

 

“Yeni” -Olmayan- “Paradigma”nın Soru(N)ları
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 8 Mart 2025, 22:59

    Cezmi kardeşim, emeklerine sağlık.İzlemek isterim.
    Sağlık ve mutlulukla kalın.

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin