Sibel ÖZBUDUN
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Kurtlara, Kuzulara, “Hukuk”a Dair…[*]

Kurtlara, Kuzulara, “Hukuk”a Dair…[*]

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

SİBEL ÖZBUDUN

“Otoriteye körü körüne inanmak,

gerçeğin en büyük düşmanıdır.”[1]

 

La Fontaine’in kurt ile kuzu fabl’ini bilmeyen var mıdır? Yoktur herhâlde, ama ben yine de hatırlatayım:

Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar susayan bir kurt su içmek için dereye inmiş, tam içecek, başını çevirmiş; bakmış, bir kuzu. Körpecik, gencecik, tüyü yeni bitmişlerden. O da kurdu görmüş, bacakları tir tir titreyerek bakıyormuş.

Kurt kulaklarını dikleştirmiş, dik dik süzmüş kuzucuğa:

‘Heyy!! Bana baksana sen,’ demiş. ‘Ne yapıyorsun ora da, söyle bakayım?’

‘Hiç,’ demiş kuzucuk, ‘su içiyordum.’ ‘Niçin doğru dürüst suyunu içmiyorsun, peki?’ ‘Anlamadım,’ demiş kuzucuk. ‘Anlamamışmış! Ben şimdi sana anlatırım. Benim içeceğim suyu ne halt etmeye bulandırıyorsun; sende hiç utanma arlanma yok mu?’

‘Senin suyunu bulandırmak mı? Ama bu olanaksız. Sen yukardasın, ben aşağıda. Irmak da yukardan aşağıya akıyor. Aşağıdan yukarıya değil ki…’

‘Demek, öyle…’ demiş kurt. ‘Demek… Ha ha, şimdi tanıdım seni, şimdi. Sen değil miydin, geçen yıl anama bacıma söven, ha, sen değil miydin?’

Kuzucuk şaşırmış:

‘Kesinlikle hayır’ demiş. ‘Ben daha bu yıl doğdum, geçen yıl hayatta bile değildim.’

‘Öyle mi? O zaman, sen değilsen mutlaka senin kardeşindi.’

‘O da olanaksız’ demiş kuzucuk. ‘Benim hiçbir zaman kardeşim olmadı. Ben bir ananın bir babanın tek kuzusuyum.’

‘Vay beni yalancı yerine koyuyorsun ha, öyle mi? Saklama, saklama, biliyorum. Çobanlar söylediler, anama bacıma söven sizin aileden biriymiş. Artık sız çok oldunuz, yüz verdik diye tepemize çıktınız. Ben şimdi seni bir yiyeyim de bütün kuzuların koyunların aklı başına gelsin!’

Böyle demiş, kuzuyu oracıkta haklamış.”

“Hukuk” üzerine enfes bir öykü.

Nasıl mı? Öyküden kurt ile kuzu arasında birkaç maddeden oluşan zımni bir anlaşma olduğunu anlıyoruz. Nedir bu maddeler?

  1. Kuzunun kurdun suyunu bulandırması, parçalanıp yenmesi ile cezalandırılacak bir suçtur.
  2. Kuzunun kurda hakaret etmesi, aynı cezayı gerektiren bir suçtur.
  3. Kuzunun kardeşi ya da akrabalarından birinin, daha kuzu doğmadan önce kurda ya da yakınlarına sövmüş olması da yine parçalanıp yenilme cezasına tabidir.

Öyle anlaşılıyor ki kuzu da bu fiillerin “suç” olduğunu bilmekte ve savunmasını ona göre yapmaktadır. Yazarın öyküde karşı çıkmamızı istediği olay, kurdun kuzuyu tümüyle düzmece iddialarla, yani ortada “cezayı gerektiren” bir “suç” olmadan parçalayıp mideye indirmesi…

“Peki kuzunun da (başka çaresi olmadığı için, ideolojik bir yanılsama sonucu ya da herhangi bir nedenle) onaylayıp “meşru” saydığı bu yasa(k)ları kim koydu?” diye sorarsanız… Elbette kurdun kendisi. Ya da bir kurtlar meclisi.

Yani kurtlarla kuzular toplumunda kurtların kuzuları ne zaman, hangi nedenlerle, hangi koşullarda yiyebileceği, kurtlar tarafından, her iki tarafın da “meşru” kabul edip uymayı taahhüt ettiği yasalarla saptanmış.

Hukuk, tam da bu… Karl Marx ve Friedrich Engels ‘Komünist Manifesto’da burjuvaziye boşuna, “Hukukunuz, asli karakteri ve yönü sınıfınızın varoluşunun ekonomik koşullarınca belirlenen, yasaya dönüştürülmüş sınıf iradenizdir,” diye seslenmiyor.

Peki, kurtların neden kuzuları yeme eylemini bir kurala, kaideye bağlamaya gereksinimi var? Friedrich Engels bu sorunun yanıtını ‘Ailenin, Devletin, Özel Mülkiyetin Kökeni’nde, devletin (ve dolayısıyla da hukukun) uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin biçimlenmesiyle, bu çelişkileri sınırlamak, böylelikle de toplumu kendisini tüketmekten ala koymak amacıyla, “sınıflar-üstü”[2] bir görünümde ortaya çıktığını vurgulayarak verir. Öykümüze dönecek olursak kurtlar tüm kuzuları bir anda tüketip de sonra açlıktan kırılmamak, bu süreçte birbirlerini parçalamamak için kuzularla birlikte yaşamayı kimi yasa ve kurallara bağlamak zorunda kalmışlardır…

Tüm o “Hukuk devleti”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı” güzellemelerinin ardında yatan çıplak gerçeklik bu… Dr. Engin Topuzkanamış, bu çıplak gerçekliği, “Eşitsizlik hukuku ortaya çıkarır, mülkiyet ise hukuk sistemini. Mülk ve sermaye, kısa vadeli ve öngörülemez bir durumda serpilemez. Mülkiyetin gelişmediği toplumlarda da elbette hukuk vardır ancak mülkiyet, karmaşık ilişkilere yol açar ve korunması için sistemleşmiş (code), rasyonel kurallara ihtiyaç duyar,”[3] sözleriyle açımlıyor.

Tüm bunlar doğru. Ama şunu da teslim etmek gerek; hukuk sistem(ler)i geçerlilik süreleri boyunca kendi içlerinde tutarlı, tutunumlu, bütünlükler. Ve neyi yapıp neyi yapamayacakları, neyi yapar (ya da yapmaz)larsa hangi cezai yaptırıma tabi tutulacaklarını ve nasıl bir yaptırıma maruz kalacaklarını önceden bilerek davranışlarını ona göre ayarlama olanağını vermekle yurttaşlara sermayeye olduğu kadar (olmasa da) istikrarlı varoluş koşulları sağlıyor. Bir kuzu kurdun suyunu bulandırırsa cezalandırılacağını bilir, bunun için her zaman kaynağın kurda göre aşağı tarafından su içmeye dikkat etmek zorundadır.[4] Bu “öngörülebilirlik” ilkesi sayesindedir ki kuzular “güvercin tedirginliği”ne gerek kalmadan kurtlarla birlikte “huzur ve güven” içinde yaşayabilirler.

Peki ya kurt, La Fontaine’in fabl’inde olduğu gibi tüm o kural ve yasaları kuzuyu kendine yem etmenin gerekçesi olarak kullanıyorsa… Yani kuzunun suyu bulandırıp bulandırmamasını, hakaret edip etmemesini hiç mi hiç önemsemeyip, bunları sadece kuzuyu midesine indirmek için bahane olarak öne sürüyorsa…

Türkiye’nin “hukuk” manzarası, bir süredir aynen böyle… Nasıl mı?

  1. Diyelim ki, öğretim elemanı ve avukatsınız. Aynı zamanda hem mesleğiniz hem de aydın sorumluluğunuz gereği ülkede haksız bulduğunuz olayları izliyor ve elinizdeki imkânlarla görüş ve düşüncelerinizi kamuoyuyla paylaşıyorsunuz. Bu meyanda, kamuoyunu meşgul eden Sinan Ateş cinayetiyle ilgili, MHP ve Ülkü Ocakları mensupları hakkında suç duyurusunda bulunuyorsunuz.

Hemen ardından büronuz basılıyor, evraklarınız, bilgisayarınız incelemeye, sizse gözaltına alınıyor, “kamu görevlisine hakaret” ve “iftira” suçlamalarıyla tutuklanıyorsunuz. Arkasından el yükseltildikçe yükseltiliyor ve hakkınızda hazırlanan iddianamede “FETÖ/PDY üyesi olmak”, “örgüt propagandası yapmak”la suçlanıyorsunuz. Hatta dava sürecinde akıl hastanesine sevk ediliyorsunuz. İlk duruşmanızda tahliye de ediliyorsunuz, ama sizi salıvermiyorlar. Bütün gece nezarethanede bekletilip ertesi gün, bu kez iktidar partisi mensubu bir milletvekilinin sosyal medya paylaşımlarınıza yönelik başka bir şikâyeti üzerine tutuklama talebiyle mahkemeye sevk ediliyor ve bir kez daha tutuklanıyorsunuz. Bu kez üç hafta boyunca akıl hastanesinde tutuluyorsunuz. Duruşmaya çıktığınızda ise içeride bulunduğunuz sürenin almanız muhtemel (??) olan cezayı karşılamaya yeterli olmadığı ve kaçma şüpheniz bulunduğu gerekçesiyle tutukluluğunuzun devamına karar veriliyor.[5]

  1. Diyelim ki babasınız. Bir gün, bakmaya kıyamadığınız, 11 yaşındaki kızınızın yaralı bedenini dükkânınızın önünde buluyorsunuz. Yavrunuz kurtarılamayıp can veriyor. “Damdan düştü” diyorlar, intihar etti,” diyorlar. Oysa çocuğun çatısından kendini attığı söylenen ev ile yaralı bedeninin bulunduğu yer arasında epey bir mesafe var; dahası çatıdan aşağıdaki sundurmaya çarpmadan düşmesi imkânsız. “Sürünerek gelmiştir,” diyorlar. İnanmıyorsunuz. Olaydan hemen sonra Doğan Haber Ajansı’nın geçtiği haber, kuşkularınızı destekler mahiyette: kızınıza bir aracın çarptığı, sürücünün ise kaçtığı bildiriliyor haberde. Adli tıp incelemesinde kızınızın giysilerinde tekerlek izleri bulunuyor. Gerçeği ortaya çıkarmak için çırpınıyorsunuz. Ama nafile. Çarpıp kaçtığı bildirilen araç, kentin ekabirinden birinin oğluna ait, çünkü. Görgü tanığı olduğu iddia edilen kişiler durmaksızın ifade değiştiriyor. Olayın bastırılması için devreye bakanlar, milletvekilleri filan giriyor. Gözaltına alınıyorsunuz. Akli dengenizin yerinde olmadığı söyleniyor. Aleyhinize cumhurbaşkanına hakaretten dava açılıyor.[6]
  2. Diyelim ki (yine) avukatsınız. Sol görüşlüsünüz. Soma, Ermenek gibi maden katliamlarında, Çorlu tren kazasında, Hendek havai fişek fabrikası patlaması gibi olaylarda mağdurların haklarını savunmuşsunuz. Gezi Parkı davasında Taksim Dayanışması’nın avukatları arasında yer almış, hatta Gezi Parkı planlarını iptal ettirmişsiniz. Birden kendinizi Gezi sanıkları arasında buluyorsunuz. Aleyhinize açılan iki davada beraat etmenize karşın, bir dava daha açılıyor: “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamasıyla. 18 yıla mahkûm ediliyorsunuz, Yargıtay bu kararı onaylıyor. Cezaevindeyken milletvekili seçiliyorsunuz. Ancak tahliye edilmiyorsunuz. Anayasa Mahkemesi, iki kez haklarınızın ihlal edildiğine hükmediyor, ne ki Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararına dayanarak AYM hükmü uygulanmıyor, milletvekilliğiniz düşürülüyor. Anayasa Mahkemesi’nin Yargıtay ilgili daire kararını “yok hükmünde” sayan kararına rağmen siz, hapistesiniz…[7]
  3. Diyelim ki bir TV dizilerine oyuncu sağlayan bir ajansın sahibisiniz. İktidarın tasvip etmediği, ancak kamuoyunca beğenilen pek çok diziye oyuncu sağlamışsınız. Çok sayıda ünlü oyuncuyla birlikte çalışıyorsunuz. Derken Rekabet Kurulu’nun kast ajansı ve menajerlik alanında faaliyet gösteren bazı kuruluşlar hakkında sektörde tekel oluşturmak iddiasıyla soruşturma açılması kararı çerçevesinde hakkınızda soruşturma başlatılıyor. Yurtdışı yasağı konulup hesap hareketleriniz inceleme altına alınıyor.

Hemen ardından 12 yıl önceki Gezi Parkı protestolarının “planlayıcıları”ndan olduğunuz iddiasıyla hakkınızda bir başka soruşturma başlatılıyor. Bu kez size yöneltilen suçlama, “sektörde tekel oluşturmak”tan çok daha ağır: “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs”[8]… Birlikte çalıştığınız oyuncular ifadeye çağrılıyor, kendilerine Gezi Parkı eylemlerine kendi kararlarıyla mı, yoksa sizin yönlendirmenizle mi katıldıkları soruluyor.[9] Siz, hâlâ içeridesiniz…

Diyelim ki… Bu “diyelim ki”ler çoğaltılabilir. Bunlar, sadece kamuoyunun dikkatini çekme şansına sahip olabilmiş vakalardan birkaçı. Ve her gün onlarcası, bir gazete köşesinde üç santimlik bile bir yer bulamadan unutuluş ummanında yok olup gidiyor… Bu tür “yaptak” (bricolage) suçlamalarla kaş kişinin cezaevinde, ev hapsinde ya da adli kontrolde olduğunun çetelesini tutmak artık çok zor.

Bu nedenledir ki “hukuk siyasetin longa manus’u[10] hâline geldi,” diye haykırıyor, emekli Anayasa Hukuku profesörü Kemal Gözler: “Artık hukuk, siyaseti çerçevelendirmiyor; tersine o siyasetin cenderesi altında bulunuyor.

Artık anayasa veya kanunlardaki kurallara bakmak, karşılaşılan hukukî sorunun nasıl çözümleneceği konusunda bir fikir vermiyor. Örneğin anayasa mahkemelerinin önündeki bir iptal davasının sonucunu tahmin etmek için anayasanın ne dediğine bakmanın bir yararı yok. Zira artık anayasa mahkemesi kararları anayasaya değil, birtakım hukuk dışı faktörlere bağlı. Belirli bir davada anayasa mahkemesinin ne yönde karar vereceğini anayasa hukuku profesörleri değil, gazeteciler daha iyi tahmin ediyorlar.

(…) Bugün, siyasî niteliği olan bir olayda, en kıdemli ceza hukuku profesörleri dahi gözaltına alınan bir kişinin tutuklanıp tutuklanmayacağını, sanığın mahkm olup olmayacağını bize önceden söyleyemez. Ceza hukuku profesörlerinin bilgileri artık bu konuda bir işe yaramıyor.

Olan biteni açıklamak bakımından hukuk bilimi çaresizlik içinde. Olaya uygulanacak normun ne olduğu, bu normun olaya nasıl uygulanacağı konusunda hukuk profesörlerinin derin bilgilerinin, normu uygulayacak hâkimin hangi hukuk dışı faktörler altında çalıştığı bilgisi karşısında pek bir değeri bulunmuyor.

Artık hukuk bilimiyle uğraşmak, havanda su dövmek veya meleklerin cinsiyetini tartışmak misali işe yaramaz bir faaliyet hâline geldi…”[11]

Kemal Gözer haklı. Ama bir eklemeyle: Kurtlar kendi koydukları kuralları kuzuları boğazlamak için göstermelik bir araç olarak ortada hukuk bilimi de kalmaz, bizzat kurtların tanımladığı hukuk da…

 

27 Ocak 2025 15:47:07, Muğla.

3ea4f5e6-67d3-4331-ae11-6fa7a6ae8b81.JPG

 

N O T L A R

[*] Kaldıraç Dergisi, No: 283, Şubat 2025…

[1] Albert Einstein.

[2] Anatole France’ın “Hukuk o muhteşem eşitlikçiliği ile, köprü altında yatmayı, sokaklarda dilenmeyi ve ekmek çalmayı yoksullara da zenginlere de aynı şekilde yasaklar,” deyişi bu “sınıflar-üstü” “görüntü”nün sahteliğini mükemmelen ifşa eder…

[3] Dr. Engin Topuzkanamış, “Hukuk ve İktidar Üstüne Bir Taslak”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 20, Sayı: 2, 2018.

[4] “Hukuki güvenlikten bahsedilebilmesi için öncelikle hukuk kurallarının öngörülebilir olması gerekir9. Hukuken öngörülebilirlik ilkesi, yalnızca normun belirliliğini değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını bilmelidir.” [Cengiz Otacı (Yargıtay 4. Ceza Dairesi Tetkik Hâkimi) “Öngörülebilirlik Bağlamında Ceza Hukuku İçtihatları ve İçtihatların Sağlaması Gereken Hukuki Güvenlik”, https://hfsa-sempozyum.com/wp-content/uploads/2019/01/HFSA27-Otac%C4%B1.pdf

[5] Dilek Ekmekçi olayı. Bkz. “10 Soruda Dilek Ekmekçi Dosyası”, Velev, https://velev.news/gundem/10-soruda-dilek-ekmekci-dosyasi/, Aynur Tuncer Yazgan, “Dilek Ekmekçi Neden Hala Tutuklu?” Hukukpolitik, https://www.hukukpolitik.com.tr/2025/01/14/dilek-ekmekci-neden-hala-tutuklu/

[6] Şaban Vatan olayı.

[7] Can Atalay olayı.

[8] “Ayşe Barım Kimdir?”, Bianet Haber Merkezi, 24 Ocak 2025, https://bianet.org/haber/ayse-barim-kimdir-303920

[9] “Gezi soruşturması: İfadeye Çağrılan Oyunculara Tek Soru Soruldu”, Birgün, 26 Ocak 2025, https://www.birgun.net/haber/gezi-sorusturmasi-ifadeye-cagrilan-oyunculara-tek-soru-soruldu-594104

[10] Longa manus: “Uzun el/ uzun kol” olarak Türkçeleştirilebilecek, Latince bir deyim. Tam karşılığı ise on-line İtalyanca sözlükten aktarıyorum: “Az ya da çok gizli, başkaları adına hareket eden veya bir gücün kendi hedeflerine ulaşmak için bir araç olarak kullandığı kişiyi (veya muhtemelen grubu, organı, kurumu) belirten, (…) yakın zamanda oluşmuş bir ifade.” [“Espressione, non classica ma di formazione recente, con cui si indica la persona (o eventualmente il gruppo, l’organo, l’istituzione) che, più o meno nascostamente, agisce per incarico e per conto d’altri, o di cui un potere si serve come strumento per conseguire i proprî scopi.] (https://www.treccani.it/vocabolario/longa-manus/)

[11] Kemal Gözler, “Hukuk Nereye Gidiyor? Gözlemler ve Sorular”, (https://www.anayasa.gen.tr/hukuk-nereye-gidiyor.htm)

 

Kurtlara, Kuzulara, “Hukuk”a Dair…[*]
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin