Advert Advert
Remzi UYSAL
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yazarlar
  4. Baba Otağımı Ziyaret

Baba Otağımı Ziyaret

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Pek kısa olmayan bir yolculuktan ve de araç değiştirerek, baba otağına, hatıralarla tekrar buluşmak, kucaklaşmak ve de yüzleşmek için, heyecanlı saatlerden sonra, akşam saatlerinde hedefe ulaşıyorum.
Baba evinde yaşanmış hatıraları yerli yerinde bulmuş olsam da, yine de yapıda, eşyalarda, çevrede hatırı sayılır değişiklikler, hatıraları silememiş.
Bazı hatıralar ise üzgün. Zamanın birliğimizi, topluluğumuzu dağıttı için.
Ben yine de hatıraları, yalnız – tek de olsam, baba otağında en kısa adımlarla yürüyor, ardımdan gıcırdayacak kapıları da açık tutuyorum.
Akşam yemeğinde, çocukluk yıllarımızda peşinlerinden koşup kovduğumuz kedilerin torunları, etrafımızı sarıyorlar.
İçlerinden başkalarından kaçan biri patilerini sol dizime koyuyor ve “Beni konuk eder misin?” Diye soruyor.
Neden olmasın!
Son günlerde pek de alıştım kedilerle yemeğimi paylaşmaya.
Bir zamanlar çapaladığım, sebze tavlalarına su saldığım bahçedeki topraklarda çatlaklar oluşmuş.
Bahçenin eski sahipleri yok. Dağılmışlar. Herkes bir tarafa.
Köyde tarım üretimi, hayvancılık da mahalleye dönüşüm ile yok edilmiş
Yaz günlerinde harman yerinde, gördüğüm rüyaları hatırlamaz isem de; yıldızları sayarak uyuduğum geceleri hatırlıyorum.
Ne konfor ve lüks yaşam imiş o günler!
Ben, ev ve bahçedeki ayak izlerimiz silinmesin istedim ve payımı bağışladığım ablam da kent insanı olduğundan, yılın yarıdan fazlasını kentte geçiriyor.
Olsun. Yine de baba ortağımız tütüyor ya!
Yıllar önce sebze bahçedeki fide tavlalarına saldığımız, küçük derecik ile gelen sular da artık yok.
Sayaçtan geçen ve hortumla savrulan su bahçeyi sulamaya yetmiyor! Yeter yetmesine de, “astarı yüzünden pahalı” derler ya, işte ona benzer.
Komşu, sayaçtan geçen su ile bahçe sulamış. İki aylık su faturası 8 bin 500 TL.
Sebzeyi pazardan almış olsa idi bu komşum, bu parayı öder miydi? Diye düşünüyorum.
Köyler mahalle yapıldı. Kümes yapmak İçin dahi, Belediye izninin gerekli olduğunu söylüyorlar, eski tarım üreticileri.
Ve şunu da dinliyorum. “Madem mahallede oturacakmışım. Neden kent merkezinden 20 km uzakta, dağın başındaki bir mahallede oturayım. Giderim kentin bir kenar mahallesinde otururum. Sorduklarında da; “Bir kentte oturuyorum derim.”
Köyler üretimden koparıldı. Kimilerine (!) sorarsanız. Türkiye uçtu. Almanya’nın bile Türkiye’yi kıskandığına inananlar var.
Söyleyenleri dinliyorum.
Güler misin? Ağlar mısın?
Dört aydan bu yana toprak suyu özlemle bekliyor.
Bir ayağı köyde olanlar da, yaz bitiminde ekecekleri sebzeler için, yağmuru da dört gözle bekliyorlar.
Pek çok yerleşim alanında olduğu gibi, mahalle yapılan köyümde de sular derinlere çekilmiş.
Babamın, biri köy içinde olup, diğeri de evimizin karşısındaki çeşmelerinden de su akmıyor.
Bir zamanlar, mahallemizin herkese açık olup, dedem Akbıyık Ömer’in kazdığı ve mahallenin kullanımına açtığı, evimizin karşısındaki, kadınlarımızın ve genç kızlarımızın sohbet alanlarından biri olan kuyuya, eğilip baktım.
Yosunları dahi kurumuş olup, renkleri siyaha dönüşmüş taşların dibinde su göremedim.
Biz oğlan çocukları, yeni yetmeler, gaza gelip, kuyudan ipi ıslak kova ile avuç içimiz soyuluncaya kadar, günde 20-30 bakraç su çekme yarışlarına girerdik.
Bakrakçları dolan teyzeler ve genç kızlar, omuzlarında taşıdıkları biraz da yaya benzeyen odun parçasının her ucuna bir bakraç asıp, evlerine giderlerdi.
Bazı kadınlar veya genç kızlar, her biri yaklaşık 15 litre alan bakraçları ile evin su ihtiyacı için, 5-6 defa kuyuya gelmeleri gerekiyordu.
Bahçede toplanmamış ilaçsız yetişmiş meyvaların bazılarına kuşlar tarafından açılan kapılardan, böcekler kendilerine ziyafet çekiyorlar.
Her adımda bir hatıra ile karşılaşmakta olduğum gibi, geride bıraktıklarım da “Benimle yüzleşmeyecek misin?” Diye paçalarımdan çekiyordu!
Köyün her iki kahvesi de kapanmış.
Mahalleleşen köyün erkeklerinin sosyalleştiği mekanlardır kahveler.
Kadın ve genç kızlarımızın da sosyalleştiği ilk yerler, çeşme veya kuyubaşları idi.
Yukarıdaki kahve, daha fazla İnönücüler, sonra da Ecevitçiler’in, aşağıdaki kahveye ise; genellikle, eskiden Menderesçiler sonra ise Demirelciler’in gittiği mekanlar idi.
Aşağıdaki kahve konuta dönüştürülmüş.
Evin sofasında dikildim ve ilerideki, kayalarla kaplı kaleye doğru dalıp gitmişim.
Karlı bir kış günü idi. Okuldan da yeni gelmiştik. Ben 7-8 yaşlarında idim.
Babamın köy katipliği yaptığı yıllarda kullandığı bineği, kır kısrak, dış kapının önünde kişnediğini duyduk.
Her zaman olduğu gibi, evden ilk fırlayan yine ben oldum. Babamın atına eyer vurmasını ve geldiğinde, eyerini sökmesini, kısrak terli ise, çişini yapıncaya kadar küçük adımlarla, yumuşak toprakta gezdirmeyi pek sever idim ve kendime bunları görev edinmiştim.
Dış kapıyı açtığımda, kırsağın üzerinde ve de yerde babamı göremedim. Dizginler eyere bağlanmış, üzerinde halı heybe de yoktu.
Yerde kar diz boyu idi. Tiz sesimle alabildiğince çığlık attım. “Kısrak geldi. Babam yok” diye.
Evde olanlarda dışarıya koşuştular. Babama ne olmuştu? Annem bana: “ Kahveye koş. Kırsağın geldiğini, babanın gelmediğini söyle. Babanı aramaya gidin” dedi.
Öyle yaptım.
Evimizden köyün bir birine yakın olan, köy camisinin önündeki kahvelere, aşağıya doğu karlara bata çıka, koşuyor, sesimin çıktığınca “Babamın beygiri geldi. Babam yok” diye bağırıyorum.
Kahvelerin önüne benden önce sesim gelmiş olmalı ki; köylü amcaları kahvelerin dışında buldum.
Hep birlikte, babamın gelmesini beklediğimiz Kulat köyüne doğru yola çıktık.
Köy dışındaki mezarlığın yanına geldiğimizde, koro halinde babama hitaben değişik sesler çıkarıyorduk.
Mezarlığın yukarısından, kale tarafından babamın sesi duyuldu.
Karlı ama güneşli bir hava olduğundan, babamı iyice görebiliyorduk.
Babam da, halı heybeyi boynundan geçirmiş, heybenin bir gözü içinde kamçısı ile babamın göğsünde, diğer gözü de sırtında, aşağıya yanımıza indi.
Hacı’dan gelenlerin karşılandığı sevinç ve coşku ile babam karşılandı.
Kır kısrağının üzerinden heybesini alıp, gemini de eyerine bağlayıp, kaçına kamcı ile vurup, kısrağını neden köye gönderdiğini anlattı!
Köyümüz ile Kulat köyü arasında köy sınırımızı, d.d. sıkça köy kavgaları yaptığımız, köy meramızı ayıran bir vadi olan dereye geldiğinde, “karın bir metreden fazla olduğunu gördüğümde, kırsağı önden gönderip, yaya gelmenin daha uygun olacağına karar verdim” demişti.
Babam kış günleri kısrak üstünde köylere giderken, iç gömleğinin üzerine, annemin babamın göğsüne ve sırtına gazeteler yerleştirdiğini gördüğümüzde: “Rüzgar gazeteden geçemiyor da, ondan” dediğini hatırlıyorum.
Remzi Uysal
Alibey / Susurluk, 03.11.2024

Baba Otağımı Ziyaret
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin