Pazardaki durumu bilmeyen yok! Kısa süre öncesine değin domates, karpuz uzaktan izleniyordu! Marketlerde değişen pek bir şey yok; yine fiyatlar “el yakacak” boyutta! Birçok dargelirli karpuzun, domatesin, diğer mevsimsel ürünlerin tadına bakarken bile zorlanıyor! İncirin, elmanın, eriğin, üzümün tadını çokları özellikle salgın sürecinin sonrasında unuttu bile! Bu verimli topraklar üzerinde yaşayıp da, “neler oluyor böyle” dememek, insana/ yaşama yapılan en büyük hayınlık!
Pazarda her şeyi bulabiliyorsunuz, markette her şeyi raflarda görebiliyorsunuz, cam vitrinin ötesinde boyalı/ şatafatlı/ doymayanların yüzlerini seçebiliyorsunuz; ancak hiçbirine ulaşamıyorsunuz! Emel Sayın’ın söylediği bir şarkı vardı, sözleri “ellerim böyle boş, boş mu kalacaktı/ gözümde hep böyle yaş, yaş mı olacaktı/ aramızda sıra dağlar, dağlar mı olacaktı” diyordu, öyle çok benziyor ki…
***
İşin en düşündüren yanı, dargelirlinin dokunmakta zorlandığı birçok ürüne emek harcayan/ hasadına umut bağlayan üretici beklediği geliri sağlayamıyor! Pazarda, markette “el yakan” ürünler, üreticinin elinde değer bulmuyor! Kimi üretici tarlada bırakıyor ürününü, kimisi toplayıp yollara saçıyor! Zor koşullarda hasada ulaştırılan ürünlerin “kimi” tüketicinin elini yakıyor, kimi de tarlada kalıp üreticinin aylar süren emeğinin/ harcamasının/ borçlanmasının ardından tarlada kalıyor!
“Ne oluyor böyle?” Üreticinin zorluklarla elde ettiği ürünün “elinde” kalması, yeni “ekim süreci” için büyük bir yitim! Üretici, ektiği/ yetiştirdiği/ hasada dek getirdiği üründen “kazanç” sağlayamıyorsa, “yeniden” ekmesinin de bir anlamı yok! Son yıllarda birçok üretici, artan girdilerden/ yaptığı masrafı çıkaramamaktan dolayı “üretmekten” uzaklaşıyor! Toprağınız var, suyunuz var, işleyecek/ kullanacak üreticiniz de var, ancak üretici yaptığı işten “hoşnut” olmayınca her şey alt/ üst oluyor!
***
Yapılan araştırmalar, tüm dünyada “gıda fiyatları” düşerken, ülkemizde arttığını, üstelik bu işle uğraşan üreticilerin kaygılarının daha da büyüdüğünü gösteriyor! Verilen rakamlar da var, dünyada “gıda fiyatları” yüzde ikinin üzerinde gerilerken, bizde yüzde yetmişe yakın yükseliyor! Küresel fiyatlarla, ülkemizde yaşanan makas aralığı “neler oluyor böyle” dedirtecek biçimde!
Şunu biliyoruz: çiftçimizin üretimde kullandığı “zorunlu” tarımsal girdilerin birçoğunun dışalımla sağlanması, döviz karşılığı alınması, ulusal paranın yanlış izlenen “ekonomik politikalar” nedeniyle pula dönüşmesi, bir de bizdeki “doymazların” insancıl yanlarının kalmaması “ürünün” daha pahalıya mal olmasına neden oluyor! Tarımsal gübre/ilaç/ tohum fiyatlarındaki “son bir yıllık” değişimle, ürün “taban fiyatlarındaki” değişimi önünüze yaydığınızda, “üreticinin” son bir yılda neler yaşadığını zorlanmadan görebilirsiniz; yalnız “iktidara” yakınsanız görüş açınızı daralacaktır! Zorlanacaksınız!
***
Pazarda/ markette ulaşılması zor, hasatta “üreticinin” kaygıları her gün büyüyorsa sorun büyük demektir! Albert Einstein’ın “tarımsal alanları olmasına karşın, tarımsal alanlarını işlemek yerine savsaklayan ülkeler intihar ediyor demektir” sözü yabana atılacak bir söz değil! “İntihar” diyor!
Üretici; Adanalı gibi, “emekli” gibi burnundan soluyor ürünü hasada hazırlayana dek! Hasatta karşılaştığı her “zorluk” üretimden uzaklaşmasına neden oluyor! Tüm zorluklara karşın “bir umut” diyerek toprağını ekiyor, artan girdi fiyatlarına göğüs geriyor, gecesini gündüzüne katıyor! Bundan sonra “neler oluyor böyle” dedirtecek tarımsal sorunlar geleceği bilinmezleştiriyor; bilelim!
Sürecek
Neler oluyor böyle? /3
Yurdun dörtbir yanında süren orman yangınları birçoklarının umurunda değil sanırım! Meclisi paylaşamayan, verilen söz hakkını yok sayan, bugüne dek verilmiş “tüm” soru önerilerini ret eden, Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcı kararına karşı gelen, sokak hayvanlarının alınan “ucu açık” kararla katledilmesine göz yuman, “devletin malı deniz” diyerek içinde yüzen kim varsa; yaptıklarının “yanlış” olduğunu söylemek suç, meclisin kürsüsündeki konuşmacıya yumruk atmak serbest!
Ülkenin tarımsal alanlarını işleten çiftçiyi/ köylüyü kör yazgının önüne atıp, ormanlarını kimi zaman rant uğruna, kimi zaman sabote edilerek yangınla baş başa bırakmak bir başka “neler oluyor böyle” sorusu? Yanıtı, ertesi yıl betondan yapılarla karşımıza çıksa da şaşırtmıyor kimseyi!
***
Bu yurdun toprakları/ ormanları neden böylesine anlaşılmaz biçimde yok ediliyor? Biliyorsunuz ormanlar ya sanayi ya da altın madenleri için yurttaşların tepkilerine karşın acımasızca yok ediliyor, ya da bir biçimde yakılarak küle dönüştürülüyor! Sonra da bir araya getirdiklerine “tek ağızdan”, avazları çıktığınca, sanki nedeni yurttaşçasına “küresel ısınma” çığlıkları attırılıyor?
Dedikleri gibi bir “küresel ısınma” kaygısı varsa, bunun nedeni “ormanları kesmeyin, tarımsal alanları bozmayın, doğayı bozguna uğratmayın” diye başkaldıran yurttaş mı? Bakın bir; son yıllarda yapılan Havalimanlarının yapıldığı alanlar tarım alanları değil miydi? Çukurova Havalimanı’nın yapıldığı sekiz milyon metrekarelik kara tarımın yapıldığı toprak değil miydi? Birlikte, gelecek için “neler oluyor böyle” diye sormak gerekmiyor mu?
***
İzmir’deki orman yangını üzerine herkesin düşünmesi gerek! Anakent belediye başkanı Cemil Tugay, yangının kentin gökyüzünü karartmasını değerlendirirken “bazı yerlerde yangın kolayca söndürülebilir gibiydi, ama oralara da yeterli müdahale olmadı, geç kalındı diye düşünüyorum” dedi. Neden kolayca söndürülmedi, neden yeterli karşı koyulmalar gerçekleşmedi, neden geç kalındı, bunun nedeni “iktidar” mı, yoksa yerel yönetimin “kamu olanaklarını” kullanma istencinin savsaklanması mıydı?
Yerel seçim öncesinde “iktidar” kanadından sıkça yinelenen bir söz vardı, “merkezi yönetim ile yerel yönetim el ele vermezse o şehre bir şey gelmez, Hatay’a geldi mi” anımsayın! Tugay’ın sözünü ettiği “kolayca söndürülmedi, yeterli karşı koyulmalar gerçekleşmedi, geç kalındı” demesinin nedeni böyle bir olguysa eğer “neler oluyor böyle” sorusu az bile!
***
Mecliste, sokak hayvanları yasası çıkmasının ardandan, “yasanının gerçekleşmesinde” emeği geçen milletvekilleri bir araya gelerek, “ortaya koydukları” ulaşılmaz başarı için “o an fotoğrafı” çektirmişler, “onun” da medyada yer almasını sağlamışlardı! Kimlerden alkış aldı bilmiyorum; kendi adıma üzülenlerdendim! Aradan bir/ iki gün geçmesiyle birlikte hayvanların “toplu katliamlarına” medyada rastlayınca “üzüntümün” yerindeliği beni şaşırtmadı! Olayı “utku” sayanların da “üzüntüsü” olmadı!
İzmir orman yangınında “hayvan bakımevine” sıçrayan alevler, birçok sokak hayvanına zor anlar yaşatmıştı! Bir de ormanı “evi bilen” hayvanlar vardı; onlara ne oldu? Kuşların tüneyecekleri ağaçlar kül olmuş, diğerlerinin yuvaları yanmıştı, yaşam alanları yoktu artık… Barınaksız kalan, aradığı yiyeceği bulamayan canlı ne yapar; düşünün isterseniz!
Sürecek