“İktidara” bakıyorsunuz… Yurttaş ne yapacağını, ay sonunu nasıl getireceğini, çocuğunu nasıl sevindireceğini düşünmekten, tencereyi nasıl kaynatacağını düşünürken “kimseyi enflasyona ezdirmiyoruz, kötünün sonuna geldik, her şey güzel olacak sabredin” açıklamaları yapıyor!
“Muhalefete” bakıyorsunuz… Bir yıl önce kazanılan başarının “estirdiği” havayla “iktidar” olacaklarını, yirmiüç yıllık “iktidarın” değişeceğini, “içte” sorunların çözüldüğünü, kazanılan belediyelerden “oy” verenlerin hoşnut olduğunu “bitip tükenmeyen” çığlıklarıyla dile getiriyorlar!
Gerek “iktidar”, gerekse “muhalefet” doğruları mı söylüyor? “İktidarın” dediği gibi yurttaş enflasyona ezilmedi mi, ya da “muhalefetin” belirttiği gibi parti içinde sorunlar çözüldü mü, yurttaş yerel seçimde oy vererek seçtiği belediye başkanlarında beklediklerini buldular mı?
***
“İktidar” ile “muhalefetin” tutumu birbirine benzemiyor mu? Yurttaşın yaşadıkları başka, “iktidar” ile “muhalefetin” anlattıkları başka! Kış günlerini yaşıyoruz… İki odalı bir konutun aylık yakıt gideri ikibin liranın altında değil! Buna elektriği, suyu da ekleyince beşbin lirayı gözden çıkarmak zorundasınız! Emekli onbeşbine yakın, asgari ücretli yirmiikibin lira aylıklarını aldılar! Bir kıyıya beşbin lirasını çıkardığınızda, kalanla hem kiranızı ödeyeceksiniz hem pazar/ market alış-verişinizi yapacaksınız hem sosyalleşeceksiniz hem de “enflasyona ezdirmedik” diyenlerin sözlerine hak vereceksiniz?
Bunun adı “kendini” bilmemek, “yaşadıklarından ders” çıkarmamak, “yaşamda” var olmamaktır! 13. yüzyılın son yarısı ile 14. yüzyılın başlarında yaşayan halk ozanı Yunus Emre, “ilim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/ sen kendini bilmezsin/ ya nice okumaktır” dizeleriyle “kendini bilmemenin” tanımını yapmış! Yaşıyorsan, yaşadığını/ var olduğunu savunuyorsan, “kendini” bileceksin!
***
“Muhalefetin” son zamanlarda “içine” sürüklenemeye zorlandığı alanı hep birlikte izliyoruz! Halkın, yerel seçimde verdiği “oyun” karşılığı bu olmalıydı? Seçmenden aldıkları “oyun gücüyle” estirdikleri havalar, “bizim iktidar olacağımızı biliyorlar, bizden kaçıyorlar, bizim iktidar olmamızdan korkuyorlar” yaklaşımları neden yapılma gereği duyulur, halka “umut” vermeden, “çözerse muhalefet çözer” bakışını güçlendirmeden, yirmiüç yıllık “iktidarın” çözümsüzlüğünü ortaya koymadan/ yurttaşa bunları anlatmadan/ inandırmadan “nasıl” olacak bunlar? Kazanılan belediyelerle mi?
Bana soracak olursanız… Anakent Belediyesinden “hoşnut” olduğum kadar, ilçe belediyesinden “hoşnut” değilim! Bir yıl önce göreve gelen belediye başkanına ne oyumu veririm ne de tanıdık çevremde oylarını “vermeleri” için çalışma yaparım! Benim gibi birçoklarının olduğunu, oy veren birçok seçmeni “yorduğunu”, yakınından uzaklaştırdığını biliyorum!
Bir de genele bakalım… Yitiren/ kazanan tartışmasının yoğunca yaşandığından herkesin haberi var! Aradan bir yıl geçmesine karşın Kılıçdaroğlu mu, Özel mi sorusunun yanıtını arıyorlar aptalca! Bir dönem bitti, yeni bir dönem başladı! Herkes içinde bulunduğu “döneme” saygı duysa olmaz mı? Kapı komşunun kapısı çalınır gibi kapılar çalınsa, ortaya konacak izlencelerde Kılıçdaroğlu’nun yaşamışlıklarından “bilen” yanıysa değerlendirmeler alınsa, yol çizelgesi birlikte oluşturulsa olmaz mı? Olmuyor işte! “İktidara” yarayacak “karalama” eylemlerine her gün bir yenisi ekleniyor bilinçsizce!
***
“İktidara” da baksanız, “muhalefete” de baksanız yurttaşın yaşadıklarını görmüyorsunuz! Herkes berileriyle pazarlık içinde sanki! “İktidar” yirmiüç yıllık oturduğu koltuktan kalkmamak, “muhalefet” geriden izleme alışkanlığını sürdürmek için çaba harcıyor gibi! Sokakta, pazarda, markette yurttaşın durumunu düşünenlerin hem “enflasyona ezdirmedik” biçiminde bakışı, hem de geçmişten ders çıkarmadan “iktidar oluyoruz” sözleri olmamalıydı! Yaralara hem merhem olacak çözümlerden hem de “umut” olacak bakışlardan uzak durulmamalıydı! “İktidar” da “muhalefet” de o denli yorucu ki… 150225