“Gün gelir ‘tatlı bir anı olarak’ anlatılır kan/ter içinde geçen süreler! Ancak yaşamdan çalınanların izi kalır!”
Adana, bayramda da sıcak! Bir bayram daha, “bayram tadıyla” yaşanması için atılan onca kutlama iletileri, kutlamalara ayrılan onca zaman/ onca harcama… Kimler “bayramı” bayram sevinciyle kutladı, kimler “ağız tadıyla” yaşadı, kimler doyabildi, kimler bölüşebildi, kimler “komşumsun, aç kalmamalısın” ilkesine bağlı kalarak davrandı?
Daha “toplu kesim” yerinde, bize sıra gelene dek kaç “kurbanlığı” parçaladığının hesabını yapamayacak denli kolları yorgun kasabın, bir kurban sahibinden “göstererek” istediği “parça eti” alamaması, ”bizim verecek başka yerlerimiz var” diyerek naylon poşete doldurduğu etleri sırtlayarak kalabalığın arasından aracına hızla gitmesi… Böyle bir şey mi bu bayram? “Yemeyen de yesin” diye değildi de, “kesilip dolapta saklanması” içindi sanki!
***
Kozan’a gitmek için yola çıktığımızda gün ortalamıştı. Eşim, kızım, oğlum; kesim sonrasında bir bölümünü evde bırakarak, diğerlerini Faydalı Köyü’ne geçeceğiz! Gelip/ gidenler, dağıtılacaklar, yenecekler… Yolda “bayram kalabalığı” o denli yoğun değil! Kozan’a hız yapmakla/ yapmamak arasında yirmi dakika oynar; o nedenle de orta hızla yol alan oğlumun sürücülüğünü seviyorum.
Adana’yı çıkarken bir yokuş vardır; hemen sağ yanında da DSİ’nin “sulama barajı”, son on yılda kaç kez yapıldı, kaç kez bu yapılan yol çöktü, çöken yer yeniden yapıldı ama oraya gelindiğinde “hep” bir eksiklik olduğu göze çarpar! Kozan yolu boyunca gördüğüm bazı yerlerdeki doksan dereceyi biraz aşan dönemeçlerin varlığını “hep” sorgulamışımdır; yanıt da bulamadım!
***
Dinlenme alanı Sarıçam’dan giderken iki üç araç yüzelli/ ikiyüz metre önümüzde, iki üç araç da yüzelli/ ikiyüz metre gerimizde yolunu sürdürüyor! Hepsi de “otomatiğe” başlanmışlar, yüz/ yüzyirmi hıza “kilitlenmiş” gibi yol alıyoruz! Araçta İklimleme olması dışarının “yaman sıcağına” karşı koymaya çalışması, çam ağaçlarının dingin duruşu, radyoda önceden duyduğumu anımsamış olsam da/ adını şimdi yazamayacağım ancak melodisine söz bulabildiğim bir şarkı…
İkiyüz/ ikiyüzelli metre uzağımızda, karşı yönden gelen bir araç, doksan derecelik bir açı yaparak “çok sesli” biçimde bizden yana döndü! Yol “duble”, engel olmadan fırladı, önümüzden giden araca ortadan vurdu, vuran/ vurulan araçlardaki belirsizlik, aracın tamponu, başka parçalar havada uçuştu! Emre’nin yolun sağından soluna geçiş refleksi, araçta eşimin, kızımın çığlıkları, sağ yanımızdan takla atarak giden iki araç/ soldan hız düşürerek giden biz, arkamızdan gelenler, karşı yönden gelen araçların yavaşlaması, kiminin durması… Üçyüz metre ileride durabiliyoruz!
***
Herkese “bir yudum su”, kısa bir bekleyiş, geride büyüyen kalabalık! Mustafalara geldiğimizde, her zamanki gibi, ekmek fırınının önü kalabalık! Kazayı gören, gerimizden gelen araçların hızları daha da düşük! Önümüzden giden aracın “ne suçu” vardı ki? Ya da karşı yönden gelen aracın doksan derecelik açı yaparak “dönüş yapması” neyle açıklanabilirdi? Hiçbiri bende yok! Trafiğe çıktığın anda, “kafa koltuk altında” anlaşılıyor! Ne denli kurallara uyarsan uy, ne deli hızını “egemen” olacak denli artırırsan artır, senin yaptıklarına uymayan birinin “yanlışı” her şeyi alt-üst ediyor!
Sürecek