Çocukluğumuzda bizi nasıl da kandırmış…
Ağustos böceğini nasıl da aşağılamış…
Evet, onlar da çok geveze… Kafa şişiriyorlar ama ne yapsınlar onların da eğlenmek hakkı…
Hayat kısa…
‘’Bayram değil, seyran değil; nereden çıktı bu Ağustos böceği güzellemesi’’ demeyin; siyasetten bunaldım, kendimi belgesellere verdim.
Bir belgeselde yaşam yolculuğunu gördükten sonra Ağustos böceğine mahcup oldum.
Çam ağaçlarının altında, denize doğru yatıp; kafamı, ruhumu dinlendirecekken önce birinin, ardından koro halinde diğerlerinin başlayıp kafamı şişirmesini bile artık hoş göreceğim.
Cahilmişim, bilmiyordum.
La Fontaine denen herife kandım.
Güya Ağustos böceği çalmış, söylemiş, gezmiş, eğlenmiş; kış gelince de iki lokma ekmek için karıncanın kapısına dayanmış…
Yalan!
Garibim Ağustos böceğinin ömrü 17 yılmış ama neredeyse tamamını toprak altında geçiriyormuş.
Hapishanede doğmuş başka dünya görmemiş çocuklar gibi…
Hapisten çıkmış, tam gökyüzüne bakıp özgürlüğün tadını alacakken kanlıları tarafından katledilmiş gibi…
17 yıl içeride kalıyor ve topraktan çıktıktan sonra 4 hafta yaşıyormuş…
Yani kışı göremiyormuş…
Yani kışın karıncanın kapısına dayanıp, yemek istediği koca bir yalan, dedikodu…
Topu topu 4 hafta yaşıyor, 4 hafta…
O da kuşa, sincaba, kertenkeleye, hatta kaplumbağaya yem olmazsa…
17 yılını geçirdiği topraktan çıkıyor; çiftleşiyor, yumurtalarını bırakıyor, ölüyor.
Bu gariban Ağustos böceği ne yapsın?
Hiç göremeyeceği kış için yiyecek mi biriktirsin?
17 yıl sonra toprak altından çıkacak çocuklarına da miras bırakamaz ki…
Hele memleketimde 17 yılda neler olmaz.
Yaşadıkları orman ya maden sahası ilan edilir ya da yanar, otele dönüşür; 17 yılda ne çocuklar kalır, ne orman…
Tabii ki yiyecek, içecek, çalacak, söyleyecek…
Hayat kısa, ne yapsın?
Yiyecek biriktirip, karıncaya mı bırakacaktı?
Diyanet işleri Başkanı’nı tavsiyesine uyan fukaralar gibi bu dünyayı bırakıp, öbür dünyaya mı çalışacaktı?