Dr. Girayalp Karakuş
Mihail Bulgakov, Sovyetler Birliği’nde yaşamış muhalif bir yazardı. Sovyetler Birliği’ndeki bürokratik aksaklıklara yazılarında değinmiştir. İdarecilerle anlaşamadığı için Stalin’e mektup yazarak ülkeden ayrılmak istemiş ancak Stalin bunu kabul etmemiştir. Genç yaşta böbrek yetmezliğinden hayatını kaybetmiştir. Yakın zamanda kendisinin “Ölümcül Yumurtalar” adlı romanını okudum. Bulgakov’un eserinde anlattıkları aslında Türkiye’de günümüzde yaşananlara da örnek gösterilebilir. Yazar’ın kahramanı Persikov adında bir bilim insanı. Persikov, bilimsel çalışmalarında yeni bir buluş gerçekleştiriyor. Bütün dünya ayağa kalkıyor. Sovyet Gizli Servisinden tutun da devletin bütün kurumları Persikov ile iletişim kurmaya çalışıyor. Ancak kahramanımız popüler olma niyetinde değil sadece işini yapmaya çalışan bir bilim insanı. Bir süre sonra işler çığırından çıkıyor ve Sovyet basını Persikov’un yapmadığı buluşları da yapmış gibi halka anlatmaya başlıyor. Neticede Persikov haddini bilen biri. Uzmanlık alanı ile ilgili olmayan konularda fikir beyan etme taraftarı değil. Sovyet idarecileri baskı yaparak kahramanımızı farklı uzmanlık alanlarında da onu kullanmaya çalışıyor. İdareciler Persikov’un icat ettiği ışınlarla ölen tavukların yeniden diriltilebileceğine basın-yayın yoluyla halkı ikna ediyor. Romanın sonunda Persikov’un yetiştirdiği tavuk yumurtaları yılan-timsah gibi sürüngenler çıkıyor, bu sürüngenler çevreye zarar veriyor ve halk ayaklanıp Persikov’u ve diğer bilim insanlarını öldürüyorlar.
Romanın Türkiye’deki benzerliklerine gelince; Türkiye Devleti’ni idare edenler de basın-yayın yoluyla yapmadıkları işleri yapmış gibi halka anlatmaktadır. Her gün televizyonlarda aynı kişiler sanki her konuda bilgi sahibi imiş gibi halka nutuk atıyorlar. Örneğin; Gabar’da petrol bulundu, Karadeniz’de doğal gaz rezervleri keşfedildi, uzaya çıktık level atladık gibi kuyruklu yalanlar… Bulgakov’un romanındaki kahramanımız haddini bilen biridir. Uzmanlık alanın dışında konularda beyanda bulunmama taraftarıdır ancak Türkiye’deki bilim insanları aynı bilimsel ahlakı gösterememektedirler. Basın-yayın organlarımızın büyük bir bölümü iktidarın Türkiye’yi çağ atlattığına halkı inandırmakla zamanını doldurmaktadır. Aristo’nun dediği gibi; demokrasilerin en büyük dezavantajı demogog politikacılar yetiştirmesidir. Bizim politikacılarımızın da bu konuda uzmanlaştığını görüyoruz. Bizim politikacılarımız dün küfrettiği birine bugün methiyeler düzmeyi siyaset zannediyor. Oysa politika erdem işidir. Halkın sorunlarına çare bulmak için vardır. Türkiye’deki siyasetçilerin hemen hemen hepsi seçim zamanlarında halkı hatırlamaktadır. Seçim haricinde siyasetçilerimiz küplerini doldurmanın peşinde hareket etmektedir.
Velhasıl Türkiye 150 yıllık demokrasi tarihinde belli başlı önemli evreleri geçmiştir. Ancak siyasetçilerin ahlaksızlığına hâlâ çözüm üretebilmiş değildir… Bu durumun en büyük suçlusu ise halkın kendisidir. Sivil inisiyatifin gelişmediği ve politikacıların denetlenmediği bir ülkede yolsuzluk, hukuksuzluk, nepotizmin olması kaçınılmazdır. O halde halkın yapacağı homo-politicus olabilmektir. Yani politik insan. Politik insan olabilmek için de sınıf mücadelesi veren sivil toplum ve sendika gibi hak arama araçlarına dâhil olması gerekir. Oysa günümüzde insanlar sosyal medya aracılığıyla bir şeyler yazıp çizmeyi muhalefet zannediyor. Sosyal medyanın rolü küçümsenemez ama bu tek başına yeterli değildir. Geleneksel hak arama yollarına başvurmadan yurttaşların hakkını alabilmesi mümkün değildir. Devrimler tarihine baktığımızda somut tahlilimin doğru olduğu görülecektir!