Girayalp KARAKUŞ
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Merkez-Çevre Çelişkisi: Taşralı Muhafazakâr Bir Ailenin Devrimci Çocuğu Olmak

Merkez-Çevre Çelişkisi: Taşralı Muhafazakâr Bir Ailenin Devrimci Çocuğu Olmak

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Dr. Girayalp Karakuş

Cumhuriyet kurulduğundan beri merkez-çevre arasındaki dikotomi sürgit biçimde devam etmiştir. Sosyolojik bir vaka olan bu durumda çevre merkeze eklemlenememiş ve yapılan devrimleri de içselleştirme imkânına sahip olamamıştır. Konu dönüp dolaşıp Cumhuriyet devrimlerinin “halka rağmen halk için olduğu” diğer ifade ile “yukarıdan aşağıya gerçekleştiği” ile gerçekleştiğine geliyor. Cumhuriyet devrimleri halka rağmen halk için yapılmıştı kabulümüzdür. Ancak başka türlüsü de olamazdı. Örneğin; Milli Mücadele döneminde “Kuva-yı Milliyeciler” mi yoksa “Padişah mı” diye referandum yapılsa halkın büyük bölümü padişahın safında yer alırdı. Oysa padişah kendini bile idare edebilecek kudrette değildi kaldı ki ülkeyi kurtarabilsin… Halk yığınlarının cahilliği sadece Türk toplumuna özgü bir durum değildir. Amerikan toplumu da siyaseten bizden çok daha cahildir. Türk toplumu aslında politize bir halk denilebilir. (Seçimlere katılım oranlarına bakıldığında) Her neyse konumuza gelirsek Atatürk ve arkadaşları Jakobendi. Yukarıdan aşağıya devrimi gerçekleştirdi. Zira aksini yapabilecek bilinçli bir halk da yoktu. Dini duyguları olan insanların belli bir bölümü yapılan devrimleri din düşmanlığı olarak kabul etti.  Cumhuriyetin müspet kazanımlarına sırtını çevirdi. Atatürk kendi hakkını savunmasını bilen ve benfarkındalığı olan bir toplum tahayyül etti. Ancak ne yazık ki Türk toplumu Ortadoğulu bir halk olmaktan kurtulamadı. Belki sarık yerine şapka taktı, şalvar yerine pantolon giydi, cüppe yerine gömlek-kravat taktı ama Taliban zihniyetinden bir türlü kurtulamadı. Eleştirel düşünenleri komünistlikle suçladı. Ötekileştirdi. Siyasal İslâmcıların mağduriyetlik yarattığı konulardan birisi de tek parti döneminde köylülerin aşağılandığıdır. Kimse kusura bakmasın aşağılansın demiyorum ama dünyadan bihaber, okumayan, okuduğunu anlamayan bir topluma yapılacak olan da onları aydınlanmak için zorlamaktır. Köy Enstitüleri bunun için kurulmuştu. Cumhuriyet, her toplumsal sınıfın kendi işini yapmasını istemiştir. Köy Enstitülerini kurarak bilinçli bir köylü sınıfı oluşturmak ve köyden kente göçü engellemeye çalışmıştır.

Toplumsal kutuplaşmanın ve merkez-çevre çelişkisini en yakından hissedenlerden birisi de benim. Çünkü muhafazakâr-milliyetçi hatta tarikatçı bir ailenin tek çocuğuyum. Dedem tarikat ehli bir insandı. Babam ülkücü. Dedem haram diye eve televizyon bile almazdı dolayısıyla böyle bir insandan da babam dünyaya gelmiş. Doğal olarak babam da kendi babasının etkisinde kalmış. Ne babamın ne de dedemin fikirlerini tasvip ederim. Hayata bakış açılarımız tamamen zıttır. Babam ve dedem çevre diye bahsettiğim kesimin insanları. Hayata bakış açıları keskin çizgiler içermekte, dogmatik öğretilerine eleştiri getirince küfür eden hatta işi kavgaya götürebilen, eleştirel düşünme sanatından yoksun daha birey olamamış kişilerdir. Kürt sevmezler, Alevi sevmezler, solcu sevmezler, cinsiyetçi bir diskura sahipler, Atatürk’e mesafeliler vs. Tipik kompleksli taşra mantığı. İşin ilginç yanı ise babamın Türk milliyetçisi olmasına rağmen Atatürk’e mesafeli yaklaşmasıdır. Oysa Türk milliyetçisi bir insan Atatürk’ü bağrına basması gerekir çünkü bu ülkenin kurucu değerlerinden birisi “milliyetçilik”tir. Ben ise hayata soldan bakan bir insanım. Atatürk’ün devrimlerini müspet bulan ama sosyalist devrimle taçlandırılması ve devrimin devam ettirilmesi gerektiğini savunan bir insanım. Tabii ki ailede tek devrimci birey ben olunca iletişim kurabileceğim akraba sayısı da pek olmuyor. Çünkü politize olmuş bir aileyiz. Dünyaya bakış açıları kısıtlı, tartışma sanatını bilmeyen ve farklı düşüncelere açık bireyler olmayınca insanın konuşası da gelmiyor ne yazık ki. Merkez-çevre çelişkisini mikro düzlemde kendi ailemde yaşıyorum. Ancak anne tarafım biraz daha okumuş insanlardan oluşmaktadır. Cumhuriyet modernleşmesinin ilk başladığı kurumlardan birisi de Devlet Demiryolları idi. Annemin babası da Devlet Demiryollarında memur idi. Dedemin çocuklarının hemen hemen hepsi okumuş ve farklı düşüncelere daha açık bireylerdir. Onlar da milliyetçi-muhafazakâr dünya görüşünden geliyorlar ama baba tarafına göre daha hoşgörülüler. Örneğin; dedem dindar olmasına rağmen Deniz Gezmiş’i seven ve takdir eden biriydi.

Bir eğitimci olarak elimden geldiğince Cumhuriyet kazanımlarını çevremdekilere ve öğrencilerime anlatıyorum ama ne derece başarılı olabildim bilmiyorum. Değiştirmek ve dönüştürmek konusunda kanaatimce başarılı olduğumu söyleyemem. Çünkü üniversite çağında benim dersimi alıncaya kadar öğrenci belli bir sosyo-kültürel süzgeçten geçerek bana geliyor. Ailesinden aldığı değer sistemini devam ettirme yolunu seçebiliyor. Çünkü kolayına gelebiliyor bu durum. Zaten araştıran bir toplum da hiçbir zaman olamadık. Okuyana, sorgulayana da komünist damgası vurduk. O halde böyle bir toplumun aydınlanması mümkün müdür?

Merkez-Çevre Çelişkisi: Taşralı Muhafazakâr Bir Ailenin Devrimci Çocuğu Olmak
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin