Dr. Öğr. Üyesi Girayalp Karakuş
Kemal Okuyan bir internet portalında “Biz Mustafa Kemal’in devrimlerini görmezden gelen bir solun parçası hiç olmadık. Mustafa Kemal bizim tarihimizin en önemli dönüşümüne, üstelik o dönüşüm devrimci bir dönüşüm liderlik etmiş birisidir. Köksüz topraksız bir devrimcilik olur mu? Biz eski köklü bir partiyiz. Biz de o mücadelenin içindeydik, biz de işgale karşı mücadele ediyorduk. Bizim ilk üyelerimiz İstanbul’da İngiliz karakolları bastı. Mustafa Kemal’le bugünkü Türkiye’den baktığımızda ideolojik farklılıklarımız var ama tarihsel olarak bir devrimci dönüşüme imza atmış biri. Mustafa Kemal’le kavga eden bir sol ‘Ben bu ülkede bir iddia taşımıyorum’ demiş olur” ifadelerini kullandı. Bu sözler üzerine sosyal medya üzerinde anti-Kemalist sosyalist solcu İbrahim Kaypakkaya ekolünden gelenler ile Kemalistler arasında tartışmalar yaşandı. Kemalistler Kaypakkaya’yı “köylü çocuğu, cahil” olmakla suçlar iken, Kaypakkayacılar’da Kemalistleri “şovenist” olmakla itham etti. Şahsi olarak Kaypakkaya’nın çoğu tahlilini doğru bulmamakla birlikte devrimci inanmışlığı, yiğitliği ve mücadeleci ruhuna saygım vardır. O yüzden anısına saygısızlık yapmadan kendi yazdıkları üzerinden değerlendirmelerde bulunacağım. Kaypakkaya niye mi yanıldı? İşte yanıtı…
Birincisi Türkiye’de objektif ve sübjektif koşullar değişmiştir. Günümüz Türkiye’sini Kaypakkaya’nın teorileri ile yorumlayamayız. Lenin, Stalin ve Mao döneminde yaşamıyoruz. Artık silahlı mücadele devri yavaş yavaş kapanmaya başlamıştır. Post-Marksizm ve demokratik sosyalizm gibi yeni düşünüş tarzları ön plana çıkmaktadır. Laclau ve Mouffe’yi Türkiye’deki solcular okumalıdır. En azından bu isimler farklı bir perspektif sunan teorisyenler. Katılmak zorunda değil kimse… Örneğin Kaypakkaya Umut Yayımcılığın bastığı Kaypakkaya Seçme Yazılarında ne demiş hep birlikte görelim…
“Şimdi söz konusu bölgede köylülerin yürüttüğü sınıf mücadelesini ve bilinç düzeylerinin ne durumda olduğunu gözden geçirelim. Faaliyet gösterdiğimiz alanın (Malatya Kürecik) devrimci geçmişi, Osmanlılara kadar uzanıyor. Yaşlı köylülerden edindiğimiz bilgilere göre, Osmanlı düzeninin son yıllarında köy ağalarının ve Osmanlı devletinin zorbalığına karşı isyan eden kırk kadar köylü, dağlara çıkarak çeteler oluşturmuşlardır. Çetecilerin hepsi de ağalar tarafından ezilen, yoksul köylülerdir. Kendi kapısında hizmet ettikleri sürece, ağa bunları askere aldırmamıştır; ne zaman ki bunlar ağalara boyun eğmeyi reddetmişler, o zaman, ağalar bunları, “asker kaçağıdır” diye devlet güçlerine ihbar etmişlerdir. Çeteler zaman zaman ağaların evlerine baskınlar yapmışlar, kendilerine yapılan zorbalığın hesabını sormuşlardır, bir yandan da devlet güçlerine karşı direnmişlerdir.”
Bir tarihçinin yapmaması gereken hususlardan birisi de anakronizme düşmemektedir. Yaşadığımız dönemin şartları üzerinden Kaypakkaya’yı eleştirmiyorum yanlış anlaşılmasın ama Kaypakkaya’nın tezleri onun devri için geçerli olabilir. Günümüzde insanların iliğini kemiğini sömüren bir ağalık düzeni kalmamıştır. O halde Kaypakkaya’nın tahlilleri günümüz çerçevesinde boşta kalıyor. Kaypakkaya yaşasaydı kanaatimce Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesindeki feodal aşiretçilik anlayışından dem vururdu.
Kaypakkaya bölge ile ilgili bir saptamada daha bulunuyor…
“Bölgede devrimci düşünceler, devrim ve silahlı mücadele arzusu, siyasi bilinç, umulmadık ölçüde yayılmış ve gelişmiştir.”
Kaypakkaya’nın bu tahlilinin doğru olmasını bende isterdim ama Türkiye’nin hiçbir yerinde feodalizme ve hükümete karşı silahlı bir direniş olmamıştır. Yanılmıştır Kaypakkaya… Devrimci romantizminden dolayı halkı iyi tahlil edememiştir. Kaypakkaya’nın devrimci yöntemler konusunda da yanılmıştır. Örneğin; 1960-1980’ler Türkiye’sinde askeriyenin gücünün tavan yaptığı yıllardı. Kaypakkaya, askerlerden medet umma yerine köylülerin önderliğinde kırdan şehre gerçekleşecek bir devrim tahayyülündedir. Oysa bu ülkede geçmişten günümüze yapılan devrimlerin hepsinde askeri kesimin rolü vardır. Askeri yok sayarak o dönemde bir mücadele başlatmak sıkıntılı bir çözümlemedir. Askerlerden medet uman Mihri Belli ekibini ise şöyle küçük görmektedir:
“TİP’in etkisinin yıkılmasıyla birlikte, gençler aracılığıyla köylüler arasında Mihri Belli görüşleri yayılmaya başlamıştır. Mihri Belli grubunun da, bölgede ciddi ve kalıcı bir faaliyeti olmamıştır. Ne propaganda, ne ajitasyon, ne de örgütlenme alanında… M.B.’nin kendisi, bölgeye birkaç kere gelip gitmiş, birkaç köylüyle temas etmiş, fakat onlara devrimci subayların pek yakında darbe yapacağını müjdelemekten(!) başka bir şey yapmamıştır. Bir seferinde köylülere, “askeri bir darbenin an meselesi olduğunu” söylemiş ve “gece radyolarının başından ayrılmamalarını” önermiştir. Mihri Belli grubuna bağlı diğer gençlerin bölgedeki faaliyeti de, ara sıra mitinge çağırmaktan ve gelip geçici ve reformcu propaganda faaliyetlerinden oluşmaktadır. Köylüleri silahlı mücadele için örgütlendirme akıllarından bile geçmemiştir. Bu bakımdan M. Belli grubunun bir hareket olarak pek bir etkileri olmamakla birlikte, düşüncelerinin etkisi hâlâ belli çevrelerde belli ölçülerde vardır, fakat bu etki kolayca silinip yok edilebilecek cinstendir.”
Kaypakkaya’nın tartışmalı pek çok görüşleri var. Örneğin; Sovyetler Birliği’ni sosyal emperyalistlikle suçlaması gibi. Ancak bu makalede Kaypakkaya’nın Türkiye’nin iç parametreleri ile ilgili görüşlerine yer vereceğim. Kaypakkaya’nın iddiasına göre; Mao Zedung Kurtuluş Savaşımızın sonucunda kurulan düzeni eski burjuva demokratik devrim olarak nitelendirmiştir. Kaypakkaya’da böyle düşünmektedir. Hatta durum böyle olunca Kaypakkaya’ya göre; Kurtuluş Savaşı, Milli Kurtuluş Hareketi bile değil. Birincisi Kaypakkaya’nın Mao’nun bu sözü söylediğine dair bir referans vermesi gerekir. İkincisi Kurtuluş Savaşımız Milli Kurtuluş Savaşı değil de nedir? Bir savaşın Milli Kurtuluş Savaşı olması için illa proleter devrim olması mı gerekmektedir? Bu mantıktan gidersek Filistin, Cezayir, Afrika ülkeleri ve Latin Amerika’daki bazı ülkeler de emperyalizme karşı mücadele etmemiştir. Kaypakkaya’nın haklı tahlilleri de yok değil. Mesela…
“Devlet eliyle milli burjuva yaratmak” tahlili, Kemalist hareketin yanlış bir tahlilinden ve sakat bir devrim(!) anlayışından doğduğu gibi, Leninist devlet teorisinin de inkarıdır.”
Gerçekten de sermayenin millisi-gayri-millisi olmaz. Ancak kanaatimce ticaretin hiç olmadığı bir toplumda mümkün değildir. Küçük-orta ölçekli ticarete izin vereceksin ki toplum tekamül etsin. Bizim karşı çıkmamız gereken tefeci-bezirgan sermaye olmalı yoksa küçük ticaret erbabı ile bir derdimizin olmaması gerekir. Bu proseste devlet hakem rolü üstlenmelidir. Tekelleşmeyi önleyici önlemler almalıdır.
Kaypakkaya Kemalist iktidarı şu sözlerle linç etmektedir:
“Birinci olarak, Kemalist burjuvazinin, Kurtuluş Savaşı’nın başından itibaren toprak ağalarıyla ittifak halinde olduğunu, gözlerden saklamaktadır. İkinci olarak, Kemalist iktidarı siyasi bakımdan bağımsız milli burjuva iktidarı olarak görmektedir. Kemalist Türkiye’nin iktisadi bakımdan yarısömürge, siyasi bakımdan yarı-bağımlı olduğunu, yani Türkiye’nin başından itibaren emperyalizmin boyunduruğu altında olduğunu görmemektedir. Yani komprador burjuvaziyle toprak ağaları diktatörlüğü altında olduğunu gözlerden saklamaktadır. Üçüncü olarak, Taslak komprador burjuvazi ve toprak ağaları ittifakını tek ve homojen bir cephe olarak görmektedir. Bu gerici ittifak, önce CHP içinde gerçekleşiyor (ne zaman gerçekleştiği belli değil), sonra DP’de devam ediyor.”
Bu sözler keskin sözlerdir. Bu konuyla alakalı başka bir makalemden (CEHAPE Bu Ülkede Hiçbir Şey Yapmadı Mı? Konu: Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu) alıntılar yapmak zorunda hissettim kendimi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğu tarihten beri yapmak istediği en önemli devrimlerden birisi de “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” idi. Bizzat Atatürk ve silah arkadaşları tarımın gelişmesi açısından bu konuyu milli mesele hâline getirmişti. 1945 yılından önce de bu konu defalarca gündeme gelmiştir. Atatürk ve İnönü hatta siyasal İslamcıların jandarma Recep Peker diye aşağıladıkları insan bile parti programlarında ve meclis kürsülerinde Çiftçiyi topraklandırmak için mücadele etmiştir. Dileyen Zabıt Ceridelerine bakabilir. Hatta Mehmet Kayıran-Mustafa Yahya Metintaş’ın 1945 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve Uygulanması adlı makalesi okunabilir. 1929, 1930, 1934, 1936, 1937 vd (2) yıllarda bu konu bizzat Atatürk ve arkadaşları tarafından gündeme alınmış ancak Türkiye’deki feodal baskı grupları bu kanunun çıkmasına engel olmuşlardır. Baskı yapanlardan birisi de Adnan Menderes’tir.
Kaypakkaya Kemalist Devrim için şunları da ifade etmiştir:
“Kemalistler, emperyalistlerle barış imzaladıktan sonra bu işbirliği daha da koyulaşarak devam etmiş, Kemalist hareket “özünde köylülere ve işçilere, bir toprak devrimi imkanına karşı” gelişmiştir.”
Kemalistleri emperyalistlerle barış imzaladığını ve köylü ve işçi sınıfı için hiçbir şey yapmadığını iddia etmek somutlanması gereken iddialardır. Atatürk ve arkadaşlarının sosyalist olmadığını biliyoruz hatta onların dönemlerinde sosyalistlerin ciddi sıkıntılar yaşadığı da gerçek ama Kemalist devrimin Türkiye’de ciddi bir devrimci dönüşüm yaşattığını da kabul etmemiz gerekir.
Son tahlilde Kaypakkaya’ya göre; Atatürk emperyalizmle işbirliği içindedir ancak bunu kanıtlayacak somut veriler sunamamaktadır. Üslubunun çok keskin olmasını gençliğinin verdiği heyecana bağlamaktayım. İşkence ile öldürülmeseydi belki de fikri yapısı değişecekti… Bilemeyiz…