Ne kadar anlamlıdır iz bırakmak.
Hatta, iz bırakmakla kalmıyor dost olunuyor.
Dostluk yetmiyor ellerinden gelen öz veriyi fazlasıyla sürdürmeye çalışıyorlar.
Bir yandan bakıyorsun, asıl yanında olması gerekenler ortada gözükmüyor. Hiç beklemediğin insanlar yanı başında yer alıyor.
Neyse biz gelelim asıl konuya. Yıl bin dokuz yüz yetmiş bir, yetmiş iki Çıldır Ortaokulunda okuyoruz. On iki on üç yaşlarında çocuklarız. Okulumuzun öğretmenlerinin bir kısmı da yeni gelmiş sanırım yirmi- yirmi beş yaş aralığında olsalar gerek. Filinta gibi genç delikanlılar. Elleri yüzleri temiz ve düzgün. Giyim kuşamları tam bir cumhuriyet neslini temsil ediyor. Kravat bağlamalarını bile örnek almaya çalışıyoruz.
İçlerinde birkaç tanesi var ki bize daha farklı geliyor ve gerçekten çok da farklı yaklaşımları vardı. Tabi o zamanlar bilmiyoruz ama sonradan öğrendiğimiz ve aklımız yettiğinde de işte Avrupa Kültürü bu olsa gerek dediğimiz göçmen saydığımız Balkanlar civarından gelmiş üç öğretmen olarak biliyorum.
Birisi Türkçe dersi öğretmenimiz Fehim Özdoğan diğeri yine Türkçe dersi öğretmenimiz ama bizim İngilizce derslerimize de giren Gani Yurtsever bir diğeri de Sosyal bilgiler derslerimize giren şimdilerde rahmetli olan Recep Biricik.
Bu arada diğer öğretmenlerimizi de anmadan geçemeyeceğim Hamza Yılmaz, Cüneyt Utku Mutlu, Nuri Bozkurt, Bekir ve Nevriye Türedi, rahmetli Hasan Kudat’ ı da unutmayacağız tabi ki. Ama konu farklı olduğu için şimdi bu öğretmen grubumuzdan ikisini işlemeye çalışacağım.
Fehim Özdoğan’ın beni en çok etkileyen yönü; bir cumhuriyet öğretmenine yakışan düzgün giyim tarzı, öz Türkçe konuşma stili ve matbaa tarzında yazı yazması ve insancıl-karşılıksız ilgili olması idi. Yazı yazmak, giyinmek ve düzgün konuşmak konusunda hep onu örnek aldım ve almaya da devam ediyorum. Çünkü yetmiş iki yaşında hala aynı özellikleri taşıyorsa o örnek terk edilemez.
Zaten, ben İstanbul’a yerleştikten ve Fehim Hocamın da İstanbul’da ikamet ettiğini öğrendikten sonra hemen buldum ve iletişimimizi sürdürmeye başladık. Hayat tesadüflerle doludur denir ya çok doğru bir söz olsa gerek ki. Onu İstanbul’da bulmama vesile de her ikimizin çocuklarının da aynı bankada çalışıyor olmaları olmuştu.
2018 yılında “bana Çıldır’ı anlat” isimli ilk kitabımı çıkardığımda haber verdiğimde tabiri uygunsa koşar adım gelmişti ilk kitap lansmanıma. Kitabımı imzalı almış, her satırını okumuş, yorumlamış, eksik, hata, yanlış, doğru ne varsa sıralamış ve benim yeni yazımlarıma yol gösterici olmuştu. Hatta “bana Çıldır’ı anlat 2 Âşık Şenlik Kitabımın yazılmasına da vesile olmuştu. Onun telkiniyle geldi bu ikinci kitap. Ve yine o, bu yıl 2024 “bana Çıldır’ı anlat 2 Âşık Şenlik” kitabımın lansmanında da yine yanımda ve yanı başımdaydı.
O salonu Çıldırlıların doldurması gerekirken, Âşık Şenliklilerin doldurması gerekirken, Ardahanlı, Çıldırlı yazar çizer ve şair arkadaşlarımın doldurması gerekirken Fehim Özdoğan gibi camia dışı birçok arkadaşım ve de dostum doldurmuştu o salonu. Üstelikte inceleme ve denetim aşamalarında ve fikir üretiminde olağanüstü destek sağlamıştı Fehim Özdoğan öğretmenim. Gecenin bir yarısı özellikle Âşık Şenlik’le ilgili araştırma çalışmalar yaparak sabahın köründe Bahçelievler’den metroya binerek sabahın sekizinde Erenköy İstasyonunda olacaksın, hazırlamış olduğun el yazısı çalışmaların yirmi adet fotokopisini getirip öğrencin yazar Yaşar Geler’ e teslim edip, istasyonda bir çay içip geri döneceksin.
Bu davranış insanın yaşamında iz bırakmak değil de nedir acaba?
İz bırakmaktan öte dostluğa örnek değil de nedir acaba?
Dostluktan da öte karşılıksız, çıkarsız bir özveri değil de nedir acaba? Diye sormaktan da insan kendini alamıyor tabi ki. Size minnettarım Fehim Özdoğan. Size minnettarım Hüsniye Özdoğan. Hüsniye Özdoğan öğretmenim de Fehim Özdoğan öğretmenimin eşidir. Peki, o ne alaka diye sorabilirsiniz? Evet, o çok alakalı. Çünkü, sosyal medya kullanmayan Fehim Özdoğan öğretmenimle bu alanda iletişimizi sağlayan tek yol Hüsniye Özdoğan’dır. Müteşekkirim kendisine.
Şimdi gelelim Gani Yurtsever’e. Gani Yurtsever öğretmenimi de aynı yetmişli yıllarda tanıyorum. Özgün Türkçesi, mükemmel takım elbisesi yani giyim kuşamı, derslerde öğrencilerle iletişimi, ayrıca baldızı da bizim yaş grubumuzda ve sınıf arkadaşımızdı. Mükemmel bir yazı yazma/tabela yazma ve büyük boyutlarda duvar resmi yapma özelliklerine hayran kaldığım ve örnek almaya çalıştığım bir öğretmenimdi.
Çıldır’da ilk büyük cam tabelası “ÂŞIKLAR KIRAATHANESİ” Âşık Şenlik’in torunu Yılmaz Aşık Şenlikoğlu’ nun işlettiği belediye binasının altındaki kıraathaneye yazdığı o kocaman yağlı boya tabela ile dikkatimi çekmiş ve sonrasında da Çıldır Lisesinin ön yüzünü boydan boya kaplayan yaklaşık 30-35 m2 büyüklüğündeki Atatürk Posteri ile bu dikkat çekme zirve yapmıştı.
Onun bu tabela ve poster çalışmalarından sonra ilçede iş yerlerinin neredeyse tamamı tabelalarını yenilemişti. Ona özenerek ben de bizim fırın olan “ŞAFAK FIRINI” nın tabelasını Yaver diye bir arkadaşımla birlikte yazmıştık.
Tabi zaman geçiyor, ayrılıklar olmaya başlıyordu. Dolayısıyla Gani Yurtsever öğretmenimde tayinle Çıldır’dan ayrıldı. Bizlerde liseyi bitirerek farklı yerlere geçmek durumda olduk. Eğitim Enstitüsü vs derken öğretmenlik mesleğine giriş, on yıl Çıldır’da görev yapma derken bin dokuz yüz seksen sekiz yılında tayinle İstanbul’a yerleştik.
İstanbul’da ilk irtibat kurduğum arkadaşlarımdan Cengiz Yücak oldu. Cengiz Yücak, Gani Yurtsever’in İzmit’te yaşadığını ve irtibatının olduğunu söyleyince çok sevinmiştim. Uzatmadan irtibat kurduk ve iletişimimiz öylece başladı. Ta ki ilk kitabımı çıkardığımda Yüzlerce kişinin doldurduğu Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde diğer öğretmenlerim ve konuklarımla aynı karede buluşmuştuk. Kitap sonrası yapmış olduğu olumlu ve yapıcı eleştirileri ile yeni yazımlarıma yol gösteriyordu.
Derken iki üç kitap çıktı. Her birinde eleştiri ve övgüler bulunduran söylemleri beni daha da kamçılıyor ve Fehim Özdoğan öğretmenimin talebiyle dördüncü kitabımın çalışmasına çoktan başlamıştım.
Kitabımın yazımını tamamlayınca editörlüğünü ve önsöz yazsını Gani öğretmenimden rica ettim. Beni kırmadan hem önsözünü yazdı hem de editörlüğünü yaptı. Ayrıca kitap lansmanım sırasında İzmit’te olmadığı için yanımda olmadığını ve gönlünün ve aklının o salonda olduğundan hiç kuşkum olmadı. Bazen insanlar yakınınızda olmasa da siz onu hep ensenizde hissedersiniz. Ben de Gani öğretmenimi ve Naciye Yurtsever ablamı öyle hissettim. Naciye abla ne alaka derseniz? Naciye Yurtsever, Gani öğretmenimin eşi ve artık uzun zamandır aile parçamız gibi hissettiğimiz bir ablamız oldu. O da biliyorum ki en az bizim kadar, Gani öğretmenim kadar bizimle gönül birlikteliği içindedir.
Şimdi bu kadar güzel iki örnek yaşamınızda iz bırakmayacak da ne yapacak?
Yüzlerce Çıldırlının yapması gerekeni iki öğretmen yapabiliyorsa onlara dost demeyeceksin de ne diyeceksin?
Asıl sahiplenmesi gerekenlerin kenardan baktığını görüp de kültürümüzle hiç yakından uzaktan dahi ilgisi olmayan iki öğretmenin özellikle Âşık Şenlik gibi bir değeri sahiplenmesini ve bana hala Âşık Şenlik’le ilgili yazımlar üretmem konusunda sürekli bir baskı kurma doküman sağlama çabalarına ne ad vereceksin?
İyi ki böyle güzel insanlarla yollarımız kesişmiş.
İyi ki onların verdiklerini bugün kullanabiliyoruz.
İyi ki nitelikli insan olma yolunda bizim için çaba sarf etmişler.
İyi ki gönülleri temiz bu insanlar yaşamımızın bir parçası olmuşlar.
Her ikinize de minnettarım Fehim Özdoğan ve Gani Yurtsever!
Aslında bu yazım bir kitaba bile sığar ama şimdilik bu kadarla kalsın. Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın bir zamanda bir eserin içinde yer alır bu anlatımlar.
Günümüzde ender bulunan iki değerli kişilik.
İyi ki varsınız!
Dostluğunuz ve dostluğumuz sürekli olsun!
Yaşar GELER