Toplam 61 milyon 430 bin 934 kayıtlı seçmenden -resmi olmayan sonuçlara göre- 48 milyon 153 bin 788’inin oy kullandığı 31 Mart 2024 genel yerel seçimlerinde katılım oranı yüzde 78,38 olarak gerçekleşti.
Yerel seçimlere katılmayan ve geçersiz oy kullananların sayısı ise 15 milyona yaklaşıyordu.
Ancak sandığa gitmeyenlere ilişkin bu rakam yanıltıcı olabilir.
Zira bir önceki seçimde kayıtsız, dışarıdan taşımalı ve sahte oylar (depremde ölmüş insanların, yeri yurdu belli olmayan kaçak seçmenlerin seçim listelerinde yer alması gibi), iktidarın kendine aşırı güveni nedeniyle bu seçimde nispeten daha azdı.
Doğu’daki iller ise bunun istisnasıdır. Çünkü iktidar ile ortağı MHP bilhassa kolluk kuvvetleri ve askerleri (yaklaşık 50 bin kişi) dışarıdan getirip taşımalı seçmenlere oy kullandırmak suretiyle Şırnak, Bitlis, Kars’ta DEM partisi adaylarına seçimi kaybettirdi.
Benzer bir girişim Ağrı’da da yaşandı. Fakat halkın ve DEM Partililerin dişe diş mücadelesi sonucu oradaki belediyeyi alamadılar.
Gazeteci Murat Yetkin, oylarla oynama meselesini analiz eden makalesinde şunu soruyor:
2007-2023 arasında rakam olarak söylersek, nüfusumuzun 14,6 milyon artmasına karşılık, seçmen sayımız 21,4 milyon artmış. Yani 16 yılda 6,7 milyon fark var. Başka deyişle, toplam seçmen sayısının yüzde 10,5’i. Bu yüksek farkın nedenini acaba bize YSK, partiler ya da nüfus işlerinden birileri açıklayabilir mi? 1
Yerel seçimler ve katılan önemli partiler hakkında şimdilik şu değerlendirmeleri yapabiliriz:
AKP:
Seçim sürecinde iktidar partisi AKP içinde eski ve yeni siyasetçiler arasındaki tartışmalar kamuoyuna yansımaya devam ediyor.
Keza iktidar yanlısı medyadaki makalelerde “Ev sahibinin hiç mi suçu yok?” kabilinden irdeleme, sorgulamalara ve yüzeysel de olsa analizlere rastlanıyor.
Erdoğan’a sadakatini ispat etmek isteyen bazı politikacılar, ister YRP’ye gidip aday olsun isterse başka nedenlerle kopmuş olanları “davaya ihanet etmekle” suçluyorlar.
Gidenleri eleştirip töhmet altında bırakanlara karşı ilk tavır, Mehmet Metiner ile Orhan Miroğlu gibi APK’li “Sıkı Reisçi” olarak tanınan kesimden geliyor.
Anlaşılan yaklaşık 23 yıllık iktidardan sonra başta Erdoğan olmak üzere yorgun düşen AKP yönetimi, ülkeyi idare edemediği gibi parti içindeki kadrolarına da yeterince hâkim olamıyor.
Fırtınalı günlerde sallanan veya alabora olması olası gemiyi terk etmeye hazır pek çok insan var.
Aynı zamanda AKP, farklı klik ve çıkar çevrelerinin iktidar kavgalarının da kurbanı olmuş gibi görünüyor.
Devlet aygıtında yeterli ve yetkin kadroları olmayan parti; devlet çarkındaki bu boşluğu dolduran derin güçler, Süleyman Soylu-Mehmet Ağar ve MHP’liler gibi eski-yeni emniyet kadroları, MHP’nin devlete aşina sivil kadroları ve farklı tarikat-cemaatler arasında kıyasıya bir mücadeleye sahne oluyor.
Yargı erkinde de benzer bir rekabet ve kapışma yaşanıyor.
Erdoğan’ın bunlardan habersiz olması imkânsız. Ancak onun her şeye hükmettiğini de sanmıyorum.
Nitekim seçim sonrası yaşanan siyasi kaos ortamından yararlanmak isteyenlerin, Van’da başkanlığı kazanan DEM adayı Abdullah Zeydan’a haksızlık yapmaları, bu taşra kentini Türkiye’nin ana gündemine getirdi.
Tehlikeyi gören Erdoğan, “Milletin iradesine hürmet edilmesini” istedi.
Bir yandan da sokak hareketlerini kastederek hem protestocu Kürtlere hem de bu tür protestoları kışkırtan kötü bürokratlara uyarılarda bulundu.
Zeydan’ın kazandığı seçimi kabul etmeme ve yerine AKP başkan adayı Abdulahat Arvas’a mazbatayı verme düşüncesinde olanların kimler olduğunun araştırılması, devlet kademelerinde başına buyruk hareket eden derin kliklerin kimler olabileceği hakkında da fikir verebilir.
Nitekim olayın arka planını bilmesi muhtemel eski AKP’li bakanlardan Hüseyin Çelik ve benzerleri yapılan haksızlığa yüksek sesle karşı çıktılar. Arvas ailesinden çok sayıda insan ve din adamı da haksızlığı kınadılar.
Yerel olmasına rağmen Türkiye’deki siyasi dengelerin değiştiğinin işareti sayılan bu seçimde, eğer mevcut krizlere (ekonomi, siyasi, sınır ötesi askeri operasyonlar, Kürt ve Alevi meselesi gibi) çözüm getiremezse AKP’nin gelecekte durgunluktan gerilemeye doğru gideceği, dolayısıyla daha fazla kan kaybedeceği varsayılabilir.
Kan kaybı sessizce değil, muhtemelen gürültülü patırtılı olacaktır.
Bu gidişle Erdoğan, günün birinde başkanlık sisteminden parlamenter sisteme dönüş yaparsa şaşırmamak gerekir.
Halkın menfaatine olmasa da kendi çıkarı ve bekası için bu taktiğe başvurabilir.
AKP döneminde iktidara yakın işadamları ile şirketlerin İsrail ile ticaretin alabildiğine devam etmesi sonucu Erdoğan yönetimine sağdan (Saadet Partisi ve YRP) ve soldan (CHP, DEM, diğer sosyalist parti ve çevreler) yönelen eleştiriler neticesinde belki de ilk kez bir dış mesele (Gazze’deki insanlık suçu savaş) yerel seçimde önemli bir rol oynadı.
Böyle giderse YRP, muhafazakâr bölgelerde AKP’nin yerine alabilir.
MHP:
Ortağı ve müttefiki AKP ile birlikte MHP de oy ve prestij kaybına uğradı. Esasen bu partinin derdi davası Kürt karşıtlığıdır.
Bu mesele çözüldüğünde (başka bir düşman/hasım icat edilmedikçe) MHP’yi var eden dinamizm önemli oranda sönümlenecektir.
CHP:
Bu parti, seçimlerde eski Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun açtığı yoldan fazla sapmadan ilerledi.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun tersine bir tutum takındı: Örneğin Türk-İslam sentezinin simgesi ve 12 Eylül darbesinin baş destekçisi Necip Fazıl’a “üstat” demediği gibi, “bozkurt” işareti de yapmadı.
Kürt seçmenlerle muhafazakâr kesime daha net mesajlar vererek ve ekonomik krizin halk üzerindeki etkilerini anlatarak oylarını artırıp birinci parti oldu.
Ekrem İmamoğlu seçim sürecinin başında “herkes hissesini alacak” diyerek dört bir tarafa göz kırpmıştı.
Özgür Özel, DEM Parti’nin eş başkanları ile açıkça buluştu. İttifaklar için görüşmeler yapıldı.
Keza Özel, Van’daki seçim olayında haksızlığa karşı çıkan bir demeç verdi, CHP heyetini oraya gönderdi.
Görüldüğü kadarıyla CHP’nin Türkiye’yi sosyoekonomik krizden kurtarmak için ciddi bir ekonomi programı henüz yoktur.
Sadece asgari ücret ve emekli maaşı şu kadar olsun demek, derin krizin geçici olarak savuşturulması anlamına gelir.
Çözüm reçetesi daha iddialı ve mutlaka halk yararına olmalıdır.
Yerel iktidardaki CHP, 1989 yılında kazandığı belediye seçimlerine benzer biçimde görev sırasında AKP gibi yolsuzluğa bulaşırsa, hızla kaybedeceği kesindir.
Yapması gereken sosyal-devlet ilkesini yerel düzeyde hayata geçirmektir.
İmamoğlu, cumhurbaşkanlığına giden yolun yerelin gücüyle olacağının farkındadır. Yabancı bir gazete de buna işaret etmiştir.
İmamoğlu’nun CHP’yi ANAP tarzında dört eğilimi birleştiren bir yapıya dönüştürüp dönüştüremeyeceği kesinlik kazanmamakla birlikte kulislerde böyle bir eğilimden söz edilmektedir.
Nitekim son zamanlarda başta İmamoğlu olmak üzere CHP’nin kazanan adayları, makamlarına oturmadan önce dualar okudular.
Bir ilkesi laiklik olan (aslında epeyce aşınmış olsa da) bu partide dualı gösteriler hayli yaygınlaştı.
Misal, İngiliz gazetesi Financial Times kendisi hakkında “Masasında hem Kuran, hem de Nutuk olan becerikli adam” demekteydi.
CHP’nin diğer önemli bir sınavı da Kürt meselesine yaklaşımı olacaktır. Partinin DEM ve farklı Kürt çevreleriyle iletişimini geliştirmesi şarttır.
CHP’nin Kürtleri sahiplenmesi ortak geleceğin zeminini hazırlamaya yardımcı olacaktır.
Ürkek davranırsa, Kürtler AKP’ye gösterdiği tavrın aynısını CHP’ye de gösterecektir.
İkinci önemli adım Alevi meselesine çare bulunmasından geçmektedir.
Bunlara ilaveten emekçileri ihmal edecek olan bir CHP’nin AKP taklitçisi olması ve sonuçta kaybetmesi kaçınılmazdır.
TİP-TKP:
Hatay’da TİP’in gösterip geri çekmek zorunda kaldığı milli futbolcu Gökhan Zan skandalı ile TKP’nin kendi doğal ortamında görece tutulan-sevilen Maçoğlu’nu (Dersim’deki son demlerinde Maçoğlu ile ekibi arasında tatsızlıklar çıktığı söyleniyordu) Kadıköy gibi kozmopolit bir ilçeden aday göstermesi tipik bir popülizm örneğiydi.
Her iki partinin de toplumsal derinliği olmadığından, “her şeyi iyi hesapladık” iddialarına rağmen kimi yerlerde popüler/ünlü kişileri adayları göstermeleri de hesapsızlığın bir göstergesi sayılabilir.
DEM ve Van’daki seçim sonucu
DEM, seçim sırasında bocalamasına rağmen halk bu parti çevresinde kenetlendi.
Deyim yerindeyse kitleler bu parti yönetimi ve kadrolarına moral vermenin ötesinde fiilen yardımcı oldular, yer gösterdiler, önerilerde bulundular.
2023 yılı seçimi sonrasında düzenlenen halk toplantılarında dile getirilen eleştiriler ve uyarılara rağmen parti içinde artık “imtiyazlı bir siyasi zümre” konumuna gelmiş kimi karar vericiler, aday belirlemelerinde yine yanlış yaptılar.
Onlara rağmen seçimin kazananı Kürt halkıdır. Kürtlerin bu tutumu, yerel seçimin ötesinde gelecekteki dengelerin de değiştiğine dair bir işaret sayılabilir.
Kürt halkı, müthiş bir refleks gösterip kendi meselesine sahip çıktı.
Kendilerine dayatılmakta olan Kayyım politikasını, Irak-Suriye-Türkiye sınırının iki yanındaki askeri operasyonlar yoluyla izlenecek militarist diplomasi sonucu kendisine yönelecek baskıları ve nihayet kangrene dönüşen Kürt sorununun çözümünü sağlamak gibi üç önemli saikle (güdüyle) hareket ederek oyunu kullandı.
Bir anlamda geleceğin işaret fişeğini de atmış oldu.
Üstteki paragrafta yaptığım saptama, şimdilerde mülteci konumunda bulunan siyasetçi, yazar ve şair İbrahim Halil Baran’ın bu seçimle ilgili bir youtube konuşmasındaki tespitlerle aynı çerçevede değerlendirilebilir.
Ancak son seçimden önce Gazete Duvar muhabiri Vecdi Erbay ile yaptığı 21 Ocak 2024 tarihli söyleşiyle birlikte siyasi sahneye çıkan Leyla Zana’nın İbrahim Halil tarafından “Kürt çözümünde aktör ve hatta bölgedeki seçimi şekillendiren biri” olarak tanımlanması, bana abartılı geliyor.
İbrahim Halil’e göre; Leyla Hanım “Kadın dokunuşu türünden bir çıkışla bu işe el atmasaydı, DEM Parti çok düşük bir oy almış olacaktı!” Kanımca bu tespit de hayli mübalağalıdır.
Evet, Leyla Hanım’ın dönüşü önemlidir. Fakat sadece Diyarbakır ve çevresindeki seçim faaliyetlerine katılmakla yetinen Zana’nın Van, Mardin, Tatvan, Siirt, Hakkâri gibi bölgelerdeki kitleleri nasıl etkilediğinin somut verileri görülmüyor.
Buna karşılık bu bölgelerdeki halk, dışarıdan taşıma oylar için götürülen askerlerin önüne dikilerek “Söyle, nerelisin sen?” diyerek ciddi bir barışçıl eylem yaptı.
Hem Türkiye çapında hem de yurtdışında itirazın simgesi haline geldi.
Gazete Duvar‘daki söyleşisinde ve seçim kampanyaları sırasında Leyla Hanım, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Kürt meselesinin yeniden çözümü için bir çağrı yapmıştı.
Lakin Erdoğan, aynı süreçteki birkaç konuşmasında böyle bir çözüme sıcak bakmadığını gösterdiği gibi tam tersi sözler de söyledi.
Bu arada Diyarbakır İnsan Hakları Derneği, yerli ve yabancı şahsiyetlerin de katıldığı Kürt Meselesinin Çözümü ve Barış Konferansı düzenlendiğini duyunca (24 Mart 2024) hem konferans metinlerini okudum; hem de SAMER kurucularından Yüksel Genç ile aynı konferansa İstanbul’dan katılan birine sordum:
“Bu konferans niçin düzenlendi? Arka planda bir şeyler mi var? İlan edilmeyen buluşmalar mı söz konusu?” diye sorunca, ortak cevap şu olmuştu:
Biz de anlamadık niçin düzenlendiğini. Üstelik kapalı kapılar ardında temas olduğuna dair bir belirti de yok!
2012 ve 2016 yıllarında da Leyla Zana, aynı konuda yine Erdoğan’a çağrı yapmış ama olumlu yanıt alamamıştı.
Günümüzde devlet yeniden Kürtlerle uğraşmayı göze almıştır. Erdoğan, ne kadar da zayıflasa da güçlü bir lider; herkesi tasfiye edebilecek kudrete sahip.
Kürdistan’ı ateş topuna çevirecek kadrolar MHP’li derin devlet ile cemaatlerin (tarikatların) kadrolarıdır.
Nitekim Erdoğan’ın seçim akşamı veya ertesi günü iftarda emniyet birimleriyle birlikte yemek yemesi ve ardından terörü yok etmeye ilişkin sert sözler söylemesi gibi somut kanıtlar da var ortada.
Şimdilik bu gerçek akılda tutulmalı; ilerideki sürprizler de dışlanmamalıdır.
Öte yandan AKP’ye oy vermeyi gelenek haline getirmiş dini bütün Kürt seçmen, bu sefer ya sandığa gitmedi ya da din-iman söyleminde ısrarcı olan YRP’yi tercih etti.
Bu durum AKP çevresindeki iktidar kavgaları ile partiden kopma eğilimlerinin dışa yansıması olarak algılanmaktadır.
Van olayı malum! Başkan Adayı Abdullah Zeydan yüzde 55 oranında oy alarak AKP’li rakibinden üç katı kadar fazla oyla seçildi.
Ancak ilgili bakanlığın bünyesinde ve çevresinde dönen kuşkulu bir taktikle seçim sonucunun geçersizliğine karar verildi.
Bunun üzerine Van halkı, iki gün boyunca demokratik protesto hakkını kullanarak neredeyse bütün bir şehri, çevre illeri, Ankara’daki siyasileri ve İstanbul gibi metropolleri, vicdan sahibi herkesi seferber etti.
Türkiye ölçeğinde kamuoyu oluşunca da “seçim darbesi” geri tepti. Mazbata Zeydan’a verildi.
Van’daki kitle protestolarında örnek olabilecek en önemli şey, halkın tahripkâr olmadan kararlı biçimde hakkını aramasıydı.
Doğru eylemin kıstaslarından biri de buydu. Çünkü sokak gösterileri sürecinde, belli sayıda kişi gözaltına alınıp bazısı da tutuklanmasına rağmen fazla kayıp verilmedi.
Buna karşılık neredeyse Türkiye’nin her yanından sempati toplayıp, adam ve siyasetçi kazanılmış oldu.
Sosyal medyada dolaşmakta olan polisin koluna girip götürdüğü gülümseyen Vanlı gencin o sevimli tavrı kazandırdı.
Keza göstericiler, olay bittikten sonra Van’ın kirlenen sokaklarını temizlediler ve halk nezdinde sempati topladılar.
Meşru bir eylemin kötüye kullanılmasının örneği Paris’te yaşanmıştı. Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi yakınlarında 23 Aralık 2022 tarihinde düzenlenen silahlı saldırıda 3 kişi ölmüş, 3 kişi yaralanmıştı.
Başta Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron olmak üzere menfur olay, Fransız kamuoyunda tepki topladı ve Kürtlere sempati beslendi. O kadar ki ırkçı M. Le Pen bile üzüntüsünü belirtmişti.
Kürt tarafı, iyi bir diplomasi yoluyla politik kazanım elde edebilirdi. Ne yazık ki olaydan sonra sokaklara dökülen Kürt protestocular araba, dükkan, vs. ne varsa karşılarına çıkan her şeyi yakıp yıktılar.
Böylece büyük bir fırsat heba edilmiş oldu.
Son bir not: Dem partinin oy oranındaki artış, 2023 seçimlerinde kuyrukçu bir politika sonucu bilhassa CHP’ye kaptırılan oyların geri gelmesinden ziyade 18 yaşını doldurmuş çok sayıda gencin oy vermesindendir.
DEM, gerek Kürt coğrafyasında gerekse metropollerde kazandığı oyları halka hizmet için kullanma düşüncesindedir.
Bu kazanımlar halka hizmet için ve daha çok da partinin kitle tabanı ile kadrolarını yetiştirilmesi amacıyla kullanılmadığı takdirde, bütün emekler boşa gidecektir.
DEM, barış isteyen herkesle bu arada yerel seçimlerin birinci partisi olan CHP ile ilişkilerini geliştirmelidir. Ancak 2023 seçimlerinde olduğu gibi CHP’nin kuyruğuna takılmamalıdır.
Yeri gelmişken belirteyim. Kılıçdaroğlu, bir vakıftaki ziyareti sırasında “Ümit Özdağ ile yaptığı protokolü imzalamadan önce HDP yönetimine ilettiğini” söylemiş.
Eğer doğruysa, o zamanki HDP yönetiminin cevabını merak ediyorum: a) evet mi dediler, b) sessiz kalarak mı geçiştirdiler, c) orta yolcu bir tavır mı aldılar?
Arapça derginin DEM ve Kürt meselesi analizi
Londra merkezli Suudi Arabistan dergisi El Mecelle yazarı Rüstem Mahmud’un tanımıyla “AKP’nin seçilmiş başkanlar yerine kayyım atamalarından sonra Kürtler hem sandıkta hem de sokakta bir zafer elde ettiler.”
Yazar bu zafere örnek olarak Van’da yüzde 55 gibi yüksek bir oranla kazanmış olan DEM adayı Abdullah Zeydan’ın yerine Yüksek Seçim Kurulu (YSK) eliyle AKP adayı Abdulahat Arvas’ın geçirilmesine tepki olarak Van halkı ile diğer Kürt illerine ilaveten muhalif siyasi partilerin de kitlesel protestosu sonucu, mazbatanın tekrar DEM adayına verilmesini gösteriyor.
Yazarın analizini aktarmaya devam edelim:
“Malum, cumhurbaşkanı seçilmesinin üzerinden henüz bir yıl geçmeden radikal milliyetçi MHP ile seçim ittifakı sayesinde kazanan AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan, bu seçimlerde ana muhalefet partisiyle bir şekilde ittifak halinde seçimlere katılan DEM partisini neredeyse her gün hedef tahtasına koyup eleştirmişti.
Ona göre; ‘AKP Kürtlerin de hakiki temsilcisidir. Kürtlerden sadece küçük bir azınlığı temsil eden PKK bağlantılı DEM, halkı korkutup baskı yaparak oy alabilmektedir.’
Kürt meselesinin niçin gündemden çıkarıldığına ilişkin El Mecelle dergisine açıklama yapan bir Parti yetkilisine göre:
‘2019 yılı sonlarında Türkiye’nin Afrin’e askeri müdahalesini onaylayan Meclis’te HDP’nin ret oyu vermesi üzerine dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, partili belediye başkanlarını azledip yerlerine kayyım ataması halk arasında büyük bir acı ve öfkeye yol açtı.
Bu ve benzeri baskıların birikmesi üzerine Kürt halkı yeniden oyunun kuralını belirledi ve kendi siyasi kimliğini DEM partisinin temsilinde buldu.
Evet, AKP hükümeti atanmış kayyımların yönettiği belediyelere bolca para akıtıp hizmet götürmekten geri durmadı. Gelgelelim kayyımlar halk tarafından seçilmiş değillerdi.
Dolayısıyla Kürt ulusunun temel haklarının elde edilmesine zemin yaratacak her türlü siyasi faaliyet, kültürel girişim, Kürtçe öğretim-eğitime katkı ve simgesel münasebetler (Newroz kutlamaları gibi) yasaklandı.
Tam tersine bir politika güderek yasal-meşru alanda faaliyet gösteren her Kürt siyasi partisi veya çevresini, yaklaşık 40 yıldır silahlı mücadele veren PKK örgütüyle irtibatlı saymak suretiyle bahsedilen partiler hakkında kuşku yaratma ve merkezi iktidara muhalif olmalarını ise hainlik damgasıyla damgalama yoluna gitti mevcut iktidar.
Bütün bu yasaklar, engellemeler ve aşağılamalar halk nezdinde psikolojik ve siyasi bir direnme/meydan okuma algısı yarattı. Kitleler, iktidarın kalkınma-gelişme-refaha erme propagandasına kanmadı. Tersine, kendisi açısından esas ve temel olanın idari-ekonomik değil, siyasi bir mesele ve dava olduğunu idrak etti.’
Uzmanlar, yukarıda sözü edilen nedenlere yenilerini ekliyorlar. Mesela onlara göre; HDP’nin daha önce ittifak halinde olduğu CHP ile Altılı Masa denilen diğer muhalefet partileri, Kürt meselesinin çözümüne dair ciddi bir plan ve proje sunmuş değillerdi.
Bazıları da Kürt halkının taleplerini ciddiye almak yerine oylarını almaya bakarken, İYİ ve Zafer Partisi gibileri ise bu oyların önemini küçümsediler.
CHP ise Kürtleri temsil eden partiyle açıkça ittifak yapıp taleplerini dillendirmeyi bir kenara bırakarak milliyetçi söylemleri ön plana çıkararak İYİ Parti ve Zafer Partisi ile iş tuttu.
Kürtlerin bu sefer mahalli seçimlerde kendi siyasi ağırlıklarını koyarak davalarının gündeme gelmesinde rol oynayan bir faktör ise, AKP-MHP ittifakının Kürt sorunu ‘sadece askeri yollarla halledilir’ fikrine sabitlenmesi oldu. Buradan hareketle yurt içi ve yurtdışında (Irak ve Suriye) yürütülen askeri operasyonlar, süreç içinde Kürt meselesinin Türkiye’de hepten unutulup inkâr edilmesini de beraberinde getirmiş oldu.
Kürt çözümü önündeki bütün kapılar kapatıldı. Bağlantılı olarak belediyeler ve yerel yönetimlerin yetkileri sınırlandırılarak Kürt şehirlerindeki sosyal, sivil, kültürel etkinlikler ya yasaklandı yahut engellendi.
Hâlbuki bazı Kürt ileri gelenleri, birkaç kez Kürt sorununun çözümüne dair dolaylı mesajlar da verdiler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a. Söz gelimi Kürtlerin tecrübe sahibi simge isimlerinden Ahmet Türk, ‘Kürt meselesinin mevcut şartlarda Erdoğan iktidarı tarafından çözülebileceğine’ ilişkin bir demeç vermişti. Leyla Zana ve Cengiz Çandar gibi ılımlı isimler de benzer açıklamalar yapmışlardı.
Bu da Kürt kitlesinin oy yoluyla, siyasi varlığını ve talebini iktidara tekrar hatırlatmasına neden oldu.” 2
Kaynakça:
1. Seçim sonuçları için bakınız: https://yetkinreport.com/2023/05/24/secmen-sayisi-nufusa-gore-neden-67-milyon-fazla/. https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/31-mart-secimlerinin-rakamlari-ne-anlatiyor-162095/. https://t24.com.tr/yazarlar/sertug-cicek/31-mart-2024-ve-2019-secimlerinin-81-ilde-karsilastirmali-tablolarla-analizi,44202.
2. https://www.majalla.com/node/314381/, 7 Nisan 2024.
© The Independentturkish