Temmuzun ilk haftasından itibaren Suriye-Ürdün-Filistin topraklarında yaşanan askeri ve siyasi gelişmeler, bölgede yeni jeopolitik oyunların devreye girdiğine veya sokulmak istendiğine işaret ediyor.
Diğer bir deyimle Suriye toprakları, uluslararası boyut kazanan “askeri-siyasi mesajlar meydanı” olmayı sürdürüyor.
Vereceğimiz somut örneklere bakarak şu tespiti yapmak mümkün:
Gerek Suriye-Türkiye, gerekse Arap-Suriye ilişkilerinin normalleşme süreci sanıldığı gibi normal seyretmiyor; yolunda gitmeyen bir şeyler var.
Şöyle ki;
- Amerikan birlikleri, Suriye’nin doğusundaki (Ürdün-Irak sınırında) El Tanf Askeri Üssü yakınlarında Suriye Milli Ordusu (SMO) milisleri ile birlikte gerçekleştirdiği tatbikatları sona erdirdi.
- SMO tarafından Twitter üzerinden yapılan açıklamada, “Tatbikatlar, istikrarı sağlamak ve savaş kabiliyetini geliştirmek için ortak bir görev kapsamında kaydediliyor” ibaresi yer aldı.
- Rus kuvvetleri ise, Suriye ordu güçleriyle ortak tatbikatın 5 Temmuz’da başladığını duyurdu.
- Rusya’nın Suriye’deki Uzlaşma Merkezi Başkanı Oleg Gorinov, “Havacılık, hava savunması ve elektronik savaş kapsamında, Washington liderliğindeki Uluslararası Koalisyon’un insansız hava araçları tarafından kuzey Suriye hava sahasında dokuz farklı uçuş güvenliği ihlali kaydedildi” diye konuştu.
- Lojistik teçhizat, zırhlı araçlar ve Irak’tan, El Velid Sınır Kapısı’ndan gelen konvoylar dâhil olmak üzere ABD askeri ve lojistik takviyeleri kuzeydoğu Suriye’deki üslerine ulaştı.
- ABD askeri tatbikatlarının doğuya giden yolların kontrolünü amaçlamasının pek olası olmadığını düşünen İran siyaseti uzmanı Saad el Şari, “Bunlar, sahada hazırlığı sağlamak için günlük tatbikatlar olarak değerlendirilebilir. Ayrıca DEAŞ’ın (IŞİD) geri dönüşünün ve yayılmasının önünü kesmeyi amaçlamış olabilir.”
- IŞİD’in yeniden canlanma emareleri, Irak-Suriye sınırındaki Deyri Zor ile El Kaim vilayetleri çevresinde gözle görülür bir hal almaya başladı ki, buna ilişkin bazı bilgileri yazının akışı içinde sunacağız.
İlaveten iki farklı coğrafyadaki gelişmeler de ciddiydi.
- İsrail ordu birlikleri, Batı Şeria’da iç mülteci kampı olan Cenin’e amansızca saldırdılar. 4-5 Temmuz günü havadan (İHA, füze vs), karadan ise 150 zırhlı araç ve bin asker eşliğinde gerçekleşen saldırı, çetin bir Filistin direnişine yol açtı.
8 saat süren çatışma neticesinde 4’ü çocuk 12 Filistinli ve 1 İsrail askeri öldürüldü. 50’den fazla Filistinli yaralandı. Birleşmiş Milletler raporlarına göre İsrail saldırısında, toplam 460 konut hasar gördü.
Filistinli direnişçiler, Cenin yakınlarındaki Yahudi yerleşimcilerine yönelik misillemede bulundular. Silahlı yerleşimcilerden ölü ve yaralılar oldu.
İsrail yönetimiyle işbirliği halinde faaliyet gösteren ve artık halk nezdinde itibarını kaybetmiş Filistin yönetimine tepki duyan Cenin ahalisi, direnişçilerin cenaze törenine katılmak isteyen Filistinli yetkilileri kovdu.
- Gerilim noktalarında biri sayılan Lübnan-İsrail sınırında, 1967’den beri İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri’ne bağlı Gacar köyü yakınlarında bir patlamayı bahane eden İsrail, Lübnan’dan havan mermisinin atıldığı bölgelerin vurulduğunu açıkladı. Lübnan devlet televizyonu da İsrail tarafından atılan 20 top mermisinin Kefar Şuba, Halta Çiftliği bölgelerine düştüğünü duyurdu.
Son yaşanan üç olaya daha değinelim:
- Litvanya’nın başkentin Vilnius’ta düzenlenen NATO Zirvesi öncesi ve sonrasında (11-12 Temmuz) Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan “Bazı müttefiklerimizin bilhassa PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD/YPG ile kurdukları çarpık ilişki, ittifakın birlik ve bütünlüğüne zarar veriyor” diyerek, bu örgütün NATO mensubu ülkelerce “terör listesine alınması” noktasında ısrar etti.
- ABD, 12 Temmuz’da Ürdün-Irak-Suriye sınırındaki kontrolünü yaygınlaştırıp güçlendirmek maksadıyla Kuzey Suriye’deki müttefiki sayılan SDG güçlerine yaklaşık 100 araçlık ağır silah sevk etti.
- Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad, “ülkesinin belirlediği şartları (askerlerini çekmek ve Suriyeli cihatçıları desteklemekten vazgeçmek gibi) yerine getirmedikçe Erdoğan ile Beşar Esat arasında buluşma olmayacağını” bir kez daha vurguladı.
Konu Suriye meselesi olunca, “siyasi mesajların” da ardı arkası kesilmiyor.
Mesela Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen el Safadi, 3 Temmuz’da başkent Şam’da Devlet Başkanı Beşar Esad ve diğer yetkililerle görüştü.
Safadi’nin ziyaret nedeni şuydu: S. Arabistan’ın Cidde şehrinde düzenlenen 19 Mayıs tarihli Arap Zirvesi’nde alınan kararların uygulanmasının şart olduğu bir kez daha hatırlatıldı.
Buna göre; Suriyeli yetkililer, başta iç çatışmalar ve derin siyasi kriz olmak üzere ülke ölçeğinde bütün meselelere (Arap ülkeleriyle normalleşme, komşularla sınır sorunlarını çözme, mültecilerin dönüşü, uyuşturucu kaçakçılığı, ekonomik ambargo ve kriz vs) ciddi olarak el atıp acilen çözüme kavuşturulmalılar.
Malum, Suriye’nin 2011’de dışlandığı Arap Birliği teşkilatına dönebilmesinin şartlarından biri de (son 2 yılda yaklaşık 65 milyon adet kaçak Captagon yakalanmıştı) uyuşturucu madde kaçaklığının yapıldığı Ürdün-Suriye sınırında Şam yönetiminin ciddi tedbirler almasıdır.
Ürdün Dışişleri Bakanı’nın Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad ile düzenlediği basın toplantısında sert bir ton kullandığı görüldü.
Safadi, mültecilerin dönüşü ve yeniden yapılanma konusuna geçmeden önce, Suriye krizine kapsamlı bir çözüm getiren, yani mevcut rejimin özgür seçimler yoluyla iktidardan çekilmesi anlamına gelen siyasi bir değişim çağrısında bulunan 2254 sayılı uluslararası kararı hatırlattı.
Safadi’nin ifade ettiğine göre; Arap girişimi, bu konudaki uluslararası kararlara, yani Suriye’ye ilişkin 2254 sayılı karara dayanıyor.
2015 yılında oylanan karar, barış görüşmelerinin başlatılmasını, ülkenin geleceğine Suriye halkının karar vermesini şart koşuyor.
Aynı zamanda Birleşmiş Milletler (BM) himayesinde bir geçiş hükümeti kurulması ve seçimlerin yapılması çağrısında bulunuyor.
Ürdünlü kaynakların bildirdiğine göre Safadi, bu görüşmede Şam’a Arap diplomatik baskısı uygulama ve Suriye rejiminin davranışlarını izleme görevini üstlendi.
Şam, Safadi’nin son ziyaretinden ve yaptığı açıklamalardan memnun kalmadı. Nitekim ziyaretin basın toplantısı ile Ürdünlü Bakan’ın medyadaki açıklamaları Suriye resmi televizyonunda yayınlanmadı.1
Şam bir sonraki adımı atana kadar Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmayacağı hususunda Mikdad’ı uyaran Safadi, bu noktada Arap girişimine yönelik uluslararası yetkiye ve bunun Rusya tarafından onaylanmasına işaret etti.
Öte yandan 25 Haziran 2023 tarihli Londra merkezli Suudi dergisi El Mecelle’nin elde ettiği Ürdün belgelerine göre; Arap ve bilhassa Körfez ülkeleri tarafından desteklenen Ürdün’ün Suriye sorununu/krizini çözmeye yönelik girişimi üç merhalede tamamlanmalıdır.
“Adım adım” kuralı gereğince Arap ülkelerince alınan kararlar ve belirlenen şartlar Suriye yönetimi tarafından aşamalı olarak uygulandıkça, Körfez ülkeleri de buna karşılık gelecek somut maddi-siyasi yardımlarda bulunabilecekler.
Şam yönetiminin çözmesi gereken meseleler sırasıyla insani, askeri/güvenlik ve siyasi olarak üç kısma ayrılmıştır.
Batılı ülkelerin de sessizce onayladığı bu girişimde ABD ile İsrail’in şartları ön plana çıkıyor. O da şudur: Nihai aşamada İran ile Hizbullah ve benzeri diğer (Iraklı, Afganistanlı) Şii milislerin askeri güçlerine ilaveten tesisleri Suriye’den çıkarılmalıdır.
Buna karşılık Suriye’ye uygulanan yaptırımlar tedrici olarak kaldırılmış olacak; ülke topraklarında bulunan bütün askeri birlikler (ABD, Türkiye, İran, Koalisyon Kuvvetleri) kademeli biçimde geri çekilecek.
Ardından Suriye’nin yeniden imar ve inşası için ekonomik/finansal yardımlar yapılacaktır.
Bilhassa ABD ile Batılı ülkeler, BM tarafından alınmış olan 2254 sayılı karar uyarınca ülkede siyasi çözüm gerçekleşmedikçe yaptırımları kaldırmama ve ülkenin altyapısının inşası projesine katılmama hususunda ısrarlı görünüyorlar.
Ürdün girişimi, şimdilik somut bir takvime bağlanmış görünmüyor.
Anlaşılan Suriye medyasında onca propagandası yapılan “Suriye Arap dünyasına dönüyor, Körfez ülkeleriyle normal ilişkiler kuruyor veya Arap ülkeleri, Suriye gerçeğini kabul etmek zorunda kaldılar” türünden haberler sağlam bir temele dayanmıyormuş.
O halde durum nedir?
Suriye yanlısı Filistinli yazar ve gazeteci Kemal Halef; yukarıda sözü edilen Batı Şeria’daki Cenin Kampı baskını, İsrail’in Lübnan topraklarını bombalaması ve ABD’nin Ürdün-Irak-Suriye sınırının doğu bölgesindeki tehlikeli askeri faaliyetlerini genişletmesi arasında bir bağ kuruyor.
Ona göre; “Üç olay birbirinden bağımsız değildir. ABD-İsrail ortak siyaset ve hedeflerinin bölgedeki yansımalarıdır. Gelişmeleri izleyen herkes üç cephedeki gidişata bakıldığında son derece ciddi, büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuz görülecektir. Belki de böyle bir tehlike, ileride giderek tırmanan gerginliklerin savaşa dönüşmesine yol açacaktır.” 2
Uluslararası ilişkiler uzmanı ve rejim yanlısı Suriyeli araştırmacı Dr. Hasene Nasır El Hüseyin, olumsuz gidişatın başlangıcını Mayıs ayına kadar götürmektedir.
İngiliz The Cradle haber sitesine bakılırsa (18 Mayıs 2023) Umman Sultanlığı başkenti Maskat’ta ABD ile Suriye’den bazı güvenlik ve dışişleri yetkilileri bir görüşme gerçekleştirdiler.
Araştırmacı Dr. Hasene El Hüseyin, buradan hareketle bir değerlendirmede bulundu:
ABD ile Rusya arasında uluslararası ölçekli mücadelenin kızışması sonucu, Suriye Cephesi’ndeki gerginlik sıcaklığını koruyor. Nitekim Amerikan ve Türk birliklerine ilaveten terör örgütlerinin hüküm sürdükleri ülkenin kuzeyi, eskisinden daha fazla yangın yerine dönmüş vaziyette.
İşgalci ABD, Suriye’yi bölüp parçalara ayırmak istiyor. Suriye’nin arkasında olduğu halk mukavemet güçlerine rağmen bölgeden çekilmeye niyetli değil. Böyle giderse Amerika ile hesaplaşmanın meydanı ve dönüm noktası, Doğu Fırat ve çevresi olacaktır. Haliyle her taraf kendince bölgeye yığınak yapıp olağanüstü faaliyet için hazırlanmaktadır. 3
North Press sitesinde Ahmed Rahhel imzasıyla çıkan 9 Temmuz tarihli makale, Suriye-Arap ülkeleri normalleşme sürecinin niçin aksadığını ve bekleneni vermediğini açıklamaktadır:
Geçen mayıs başında Ürdün’ün başkenti Amman’da bir araya gelen Arap Dışişleri Bakanları, ortak kararlar almışlardı. Şartların ağırlığını gören Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad, yükümlülükten kaçmak için öncelikle Kahire’ye giderek Mısır kanalıyla ağır şartları hafifletip Arap dünyasına dönebilmenin yolunu aradı. Ancak başarısız oldu. Böylece Arap ülkelerinin müzakere-pazarlık için yetkilendirdiği Ürdünlü mekvidaşıyla işbirliği yapmaya mecbur kaldı.
Şam yönetimi şartların dayattığı yükümlülükten sıyrılmanın başka bir yöntemine daha başvurdu. Şöyle ki; uyuşturucu madde ve bilhassa Captagon hapları (ki Ürdün’de son iki yılda 65 milyon hap ele geçirilmişti) ticareti/kaçakçılığı yoluyla özellikle Körfez Arap ülkelerine diz çöktürüp aldıkları kararları devre dışı bırakmak!
Bilinen gerçektir; Ürdün-Suriye sınırının muhtelif noktalarından on milyonlarca uyuşturucu maddesi Körfez ülkelerine kaçırılmaktadır. Malum, bu sınır bölgesi siyasi nedenlerle 2011 yılından itibarın bölgede mevzilenen muhalif Suriyeli mültecilerin denetimine verilmişti. ABD, Ürdün ve Arap ülkeleri de bu mültecileri siyasi, insani ve askeri bakımdan himaye etmektedirler.
Böyle bir denetimsizlik sonucu ve savaşın yan ürünü olarak ortaya çıkan organize suç örgütlerinin (mafya-çeteler-şebekeler) kaçakçılığını engelleyemeyen Ürdün, hem gümrük kapılarından istenen geliri elde edemiyor hem de yöredeki kaçakçılıkla mücadele için olduğundan fazla para harcıyordu. İlaveten gençleri uyuşturucu tiryakisi haline gelen Körfez ülkeleri nezdinde suç ortağı olarak görülüyordu.
Dolayısıyla Ürdün, 2018’den itibaren sınır denetimini Suriye tarafında Şam yönetimine bıraktı ki, normal sınır kapısı geçişlerinden beklenen milyar dolarlık gelir kendi ülkesi bütçesine girebilsin.
Peki, kimdi bu organize suç çeteleri?Konuya ilişkin birkaç defa resmi açıklama yapan Ürdün’e göre; “mafya-çete örgütlemesinin arkasında ‘Suriye yönetimi, Hizbullah, İran Devrim Muhafızları ve Suriye 4. Bölüğü’ bulunuyor. 4
Burada araya girip tespit yapmak şarttır: Böyle bir iddianın hangi somut delillere dayandığı/dayandırıldığı henüz kesinlik kazanmadığından, şimdilik “itham, töhmet, suçlama” olarak algılanabilir. (F. B.)
Bahsedilen makalenin devamına bakalım:
(Körfez) Arap ülkeleri, bu uyuşturucu kaçakçılığını önlemede başarısız kaldılar. Suriye yönetimi, kendisine yönelik ithamları bertaraf edebilmek maksadıyla Ürdün uçaklarının kendi topraklarındaki bazı mevzileri bombalamasına müsaade etti. Böylece himayesindeki bazı suç çetelerinin tasfiyesi Ürdün aracılığıyla gerçekleşecekti.
Rusya Sohoy uçakları da geçtiğimiz Nisan ayında sınır şehri Dera çevresindeki iki beldeyi bombalamıştı. Fakat olay yeri incelenmesinde hedeflenen mevzilerin bomboş tarlalar olduğu anlaşıldı. Demek ki bu tür mevzi bombalamalar, dostlar alışverişte görsün kabilinden oyalama taktikleridir. Üstelik Arap istihbarat servisleri, böylesi göstermelik operasyonların farkındalar.
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen El Safadi’nin son ziyareti, aslında Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman’ın isteği doğrultusunda gerçekleşti. Bir anlamda Suriye yetkililerini aşağılayıcı tarzda bir uyarıydı. Şöyle ki; uyuşturucu ticaretiyle ciddi biçimde mücadele, İran’ın Suriye devlet aygıtı içindeki nüfuzuna son verme ve adım adım çözüme gitme meselesi hala sallantıdadır.
Bu şartlar Arap ve ABD ortak şartları olup yerine getirilmedikçe, herhangi bir açılım ve normalleşme söz konusu dahi edilemez. Suriye yükümlülükten kaçma ve oyalama taktiklerine derhal son vermelidir. 6
Bölgede büyük devletlerin, özellikle ABD ile Avrupa’nın izledikleri taktikleri de değerlendiren makale sahibi Ahmed Rahhel’in tespitlerini birlikte okuyalım:
Ürdün Bakanı E. El Safadi’nin Şam ziyaretinden sonra ‘müzakere şartları henüz olgunlaşmamıştır’ demesine paralel jeopolitik gelişmeler de yaşandı.
Mesela ABD ve Koalisyon Kuvvetleri (ve Suriye Milli Ordusu milisleri), 55 Nolu Mıntıka diye bilinen Tanf bölgesinde icra edilen askeri tatbikatta ağır silahlar ve HIMARS roketleri de kullanıldı.
Bu manevranın bir amacı da, AB’li üst düzey bir yetkilinin ifadesiyle Suriye ile normalleşme kararı almış olan Arap ülkelerinin hatasına tepki göstermekti.
Aynı zamanda bu tatbikat, Arap-İsrail ortak talebi haline gelmiş olan İran’ın bölgedeki askeri-siyasi varlığını azaltmaya yönelikti.
Amerikan resmi kaynaklarından sızdırılan bilgilere bakılırsa, ABD Suriye’nin doğudaki steplerinde ve Doğu Fırat yöresinde yaşayan Arap aşiretlerini Tanf bölgesinde toplayarak burada kuracağı karargâh aracılığıyla İran-Irak-Suriye geçiş güzergâhının önünü kesmek istiyor.
Böylece sınır kapısı Bukemal ile çevresindeki geçiş yolları kontrol altına alınmış olacak. Doğudan güneye yayılacak olan bu mevzilenme Ürdün ordu birlikleriyle birleşmeyi sağlayarak, uyuşturucu kaçakçılığına karşı ortak operasyonları mümkün kılacaktır.
Bu taktikler ve jeopolitik oyunlar başarılı olur mu? Kanımca olmaz. Çünkü sorunun esası Arap ve Suriye yetkililerinin ne isteyip yaptıklarında değil, Suriyelilerin çözümde ne istediklerindedir. 7
Bu jeopolitik oyunlar denkleminde IŞİD’in son zamanlarda görünürlük kazanan eylemlerini nereye oturtabiliriz?
Malum, Irak topraklarında ve bilhassa El Kaim ile mücavir mıntıkalarda (Suriye-Irak sınır bölgesi) IŞİD’ e karşı ciddi çatışmalar yürüten Irak birlikleriyle milisler, müşterek operasyonlar neticesinde Aralık 2017’de örgütü hezimete uğratmışlardı.
Sınırın Suriye tarafından ise SDG, ABD ve Koalisyon güçleri ortaklığıyla 2019 yılında El Bağuz mıntıkasında IŞİD mağlup edildi. Tutsak edilen cihatçı militanlar ile aileleri, SDG’nin kontrol ettiği El Hol (Haseke yakınındaki) toplama kampına alındılar.
IŞİD Karşıtı Koalisyon Komutanı Tümgeneral Matthew Mcfarlane, El Mecelle dergisine verdiği demecinde şunları söyledi:
IŞİD’in bu yıl Irak yöresinde 19 farklı eylem gerçekleştirebildi. Bu oran 2020-2021 yıllarında düzenlenen toplam eylem sayısından yüzde 70 ile 87 daha azdır.
Ortaklarımız IŞID’in hücre yapısını bulup tahrip etmekle meşgulken, biz de onlardan tutsak edilenleri geldikleri ülkelere göndermekle uğraşıyoruz.
Bütün gayretlerimize rağmen petrol çıkarılan sınır (Deyrizor gibi) mıntıkalarında yaşayan siviller, IŞİD’in dirilip yeniden saldıracağından korkuyorlar. Nitekim sosyal medyada yayınlanan 27 Nisan tarihli bir paylaşıma göre; ‘El Şehil kasabasında gecenin bir vaktinde hayalet gibi ortaya çıkıp saldırı (otomatik silah ve RPG roketiyle) gerçekleştirdikten sonra sırra kadem basan’ bir grup söz konusu olmuştu.
Irak’taki sınır şehri El Kaim’in Suriye yakasında (Fırat nehrinin doğu kıyısı) bulunan El Şehil kasabası, aynı zamanda kimi şebekelerin Suriye tarafına akaryakıt kaçırdıkları yoğun bir alan.
2019 yılında bu yöredeki yaşayan Arap aşiretleri, akaryakıt satışıyla IŞİD’i finanse edebiliyorlardı.Iraklı bir güvenlik memuruna bakılırsa IŞİD, ahaliyi zorlayıp haraç almıyor; tam tersine, zekât topluyor. Bu karmaşa ortamında başka şebeke ve çeteler IŞİD adını kullanarak haraç ve fidye alabiliyorlar. Mesela kaçırılan her rehinenin salıverilme bedeli 10 bin dolardır.
IŞİD’in tekrar canlanıp faaliyete geçmesinin tipik örneği Iraklı kolluk kuvvetlerinin gözlemlerine dayanıyor. Son zamanlarda birçok alanda silah gizleme yerleri keşfedildi. Bağlı olarak siyasi-ideolojik (Cihatçılık) temelinde hapsedilenlerin sayısında artış var. Hapistekilerin firar girişimleri gözden kaçmıyor.
Ayrıca yeni yakalanan IŞİD mensuplarının hatırı sayılır bölüğü Iraklı değil, başka Arap ülkelerinden (söz gelimi Lübnan, Tunus, Libya) gelen cihatçılardır. 8
Anlaşılan bu çok boyutlu hengâmede her kesim (ABD, Rusya, Türkiye, Suriye, İran, Körfez ülkeleri, cihatçılar ve SDG gibi hareketler) bir yandan geleceğe hazırlanırken, diğer yandan muhtemel bir siyasi müzakere yahut askeri karşılaşmada aktif bir varlığa sahip ve ana oyuncu olmayı hedefliyor.
Kaynakça:
1. independent arabia dan aktaran https://www.indyturk.com/node/646391/, 9 Temmuz 2023.
2. Ray El Yom gazetesi, 10 Temmuz 2023.
3. Ray El Yom, 11 Temmuz 2023.
4-5-6-7. https://npasyria.com/158737/, 9 Temmuz 2023.
8. El Mecelle dergisi, 25 Haziran 2023.
Independent