Suriye‘nin doğu vilayeti Deyrizor ve çevresinde 27 Ağustos-10 Eylül 2023 tarihleri arasında neler yaşandı?
50-60 yıl geriye gidip günümüzdeki olayların arka planına açıklık kazandırmaya çalışacağız.
Deyrizor; 33 bin kilometre kare alana ve 2011 yılındaki sayıma göre çoğunluğu Arap olan 1 milyon 200 bin nüfusa sahip bir vilayettir.
Eski Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, Toprak Reformu kanunu gereğince aşiret reislerinin elindeki geniş arazileri aldığında, hükümetle bu zümre arasındaki çekişmeler başladı.
Esad, aşiret reislerini, hatta aynı aşiretten farklı kabile büyüklerini birbirlerine karşı kullanmak suretiyle aşiret dayanışmasını parçaladı. Böylece onların hem sosyal hem de ekonomik nüfuzlarını kırarak hükmünü yürüttü. Kendi tarafına çektiklerini Halk Meclisi’ne (parlamentoya) milletvekili seçtirdi.
“Politik Koltuk” ikramı, kimi aşiret mensuplarını ihya edip onlara güç ve itibar kazandırırken, rakiplerini ise geri plana itti. Şöyle ki:
Esad ile Baas iktidarına yanaşan El Akidat aşiret reisi Abbud Ced’an El Hefl ile ölümünden sonra aşiret reisi olan oğlu Halil, tam altı dönem parlamentoda milletvekilliği yaptılar. Aynı imtiyazlar Eb’ul Hasan aşireti reisi Faysal El Necres ile yerine geçen oğlu Sufuk için de geçerliydi.
Son olaylarda adı sıkça konuşulan Navvaf El Beşir ise babası Ragıp’dan hem aşiret reisliğini hem de milletvekilliğini devralmış; iktidardaki Baas Partisi’nin önderlerinden biri oluvermişti.
Baba Hafız Esad’ın yerine iktidara geçen oğlu Beşar, halkın ve Deyrizor’daki aşiretlerin sosyoekonomik sorunlarını çözemedi. Açlık ve kıtlık kıran ortalığı kapladı.
Bu sefer de Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) cihatçıları 2014’te bölgeyi ele geçirdiler.
IŞİD Arapçılık-İslamcılık söylemi temelinde kimi aşiretleri yanlarına çekti ve “Aşiretler Divanı”nı oluşturdu. Bu oluşum göstermelikti. Çünkü IŞİD militanları aşiret mensubu veya sıradan insan demeden kendine karşı çıkan herkesi vahşice imha ediyorlardı.
Örneğin düşman bellediği El Şaaitat Aşireti’nin yaşadığı Hammam, Ğeranic ve El Keşkike gibi köylerde yaşayanların imha edilmesi yolunda fetva verildi. Sonuçta 14 yaşını doldurmuş olanların hepsinin kafası kesildi.
Köyler toplar ve havan mermileriyle bombalandı. Evler yakılıp yıkıldı. Binlerce insan toprağını terk ederek göçüp gitti. Yaklaşık 170 bin aşiret mensubunun malı-mülkü yağmalandı. Aşiretten toplam 1200 kişi katledildi.
Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Amerikan ve Koalisyon Kuvvetleri’nin yardımıyla 2017’de başlattığı IŞİD karşıtı mücadeleyi, 2019 yılında başarıyla tamamladı. Cihatçı örgüt Bağoz bölgesinde yenilince ortalıktan kayboldu.
SDG, Arap aşiretlerinin baskın olduğu vilayette yörenin reisleri ve kanaat önderleriyle anlaşarak Arap ağırlıklı askeri ve siyasi idari meclisler kurdu. Eksiklik ve kusurlarına rağmen işler yolundaydı. Ta ki 27 Ağustos 2023’teki kanlı olaya kadar.
Konuyu ve gelişmeleri yakından izlemeyenler ile Türkçü önyargılarla düşünenler, bunu Arap aşiretleri ile Kürt milislerini de bünyesinde barındıran SDG arasındaki çatışma olarak görmektedirler.
Mesela 4-3 Eylül 2023 tarihli OdaTV, üç farklı spotla aşağıdaki haberi vermiştir:
- Suriye’nin doğusundaki Deyrizor ilinde bir kısmı terör örgütü PKK/YPG’nin işgalinde olan alanda, örgüt ile Arap aşiretleri arasındaki çatışmalar devam ediyor.
- Suriye’nin doğusundaki Deyrizor ilinde terör örgütü PKK/YPG’nin baskısı altındaki Arap aşiretleri ile örgüt arasında 27 Ağustos’ta başlayan çatışmalar Haseke, Rakka ve Münbiç kırsallarında yoğun şekilde sürüyor.
- Deyrizor’da çatışmalar sürüyor: Arap aşiretleri 24 köyü PKK/YPG’den kurtardı.
Sadece OdaTV değil, Türkiye ve bir kısım Arap medyası da (mesela Orient TV) açıkça veya satır aralarında olayı, bir Arap-Kürt çatışması olarak algılanacak şekilde verdiler.
El Mecelle dergisine demeç veren SDG basın sorumlusu Ferhad Şami ise kanlı olaylar hakkında şunları söyledi:
Asıl neden Ebu Hewla’nın (ve 10 yetkili arkadaşını-FB) tutuklanması değildir. Huzur ve asayişin temini kapsamında bölge çapında normal bir uygulama yapıldı. Zira Deyrizor ili ve çevresinde büyük ölçekli uyuşturucu (toplam bedeli 10 milyar değerinde olan-FB) kaçakçı şebekesi faaliyetteydi.
İlaveten Suriye yönetiminin denetimindeki bölgelerden silah ve savaşçı sevkiyatı/yığınağı yapılmakta olduğuna dair istihbarat almıştık. Dahası uyuşturucu kullanımı ve tiryakiliği bölgede hayli yaygınlaştı.
Hadiseler bu kötülükleri önleyip bertaraf edecek kapsamda bir operasyonun, Suriye ve İran ile yasadışı ilişkilerini ortaya çıkaracağından endişe duyan bazı Deyrizorlu idarecilerin duyması üzerine patlak verdi.
Mesela Ebu Hewla, Deyrizor Askeri Konseyi başkanlığına seçilirken SDG ile belli kuralları yerine getireceğine, bu tür kötülükleri ve organize suçları önleyip gereğini yapacağına dair sözlü/yazılı yükümlülük altına girmişti.
Olay bundan ibaretti ve çatışmalar aslında üç-dört köy ile sınırlıydı. Fakat aniden Suriye ile İran devreye girerek Fırat nehri kanalıyla bazı askeri/istihbarat birimleriyle mühimmatı Deyrizor mıntıkasına göndermeye başladılar. Ayrıca kontrol noktalarına baskın düzenleyip belli mevzilerde konuşlandılar.
Esasen kimi aşiret mensupları da Ebu Hewla’nın çeteciliğinden bizar olmuşlardı. Dolayısıyla çatışmalar Suriye ve İran bağlantılı olanlar dâhil El Cubur, El Bakara, El Esyad ve Ebu Hewla’nın ait olduğu El Akidat aşiret milisleri ile SDG birimleri arasındaydı.
3 Eylül 2023 tarihli Suudi dergisi El Mecelle, Deyrizor’daki çatışmaların (27 Ağustos) birinci haftasının ardından bölgede bir alan çalışması yaptı.
Yayına bakılırsa, SDG bağlantılı Asayiş birimleri, şehir ve il kapsamında sokağa çıkma yasağı koymuşlardı.
Gerekçeleri şuydu:
Çatışmaları istismar edip bölgeye sızarak kaos ve kışkırtıcılık yapması muhtemel olan IŞİD cihatçıları ile Şam yönetiminin güdümünde kurulan Milli Müdafaa kuvvetlerinin önünü kesmek ve huzuru sağlamak!
SDG basın sözcüsünün anlattıklarıyla yetinmeyen El Mecelle dergisi ekibi, uzman gözlemcilerin tespitlerine de yer vermektedir. Şöyle ki:
IŞİD’in 2019 yılında yenilip bölgeden çekilmesinin ardından kurtulan Deyrizor’da oluşturulan idari ve askeri yapının yöneticileri, ahalinin birçok itirazıyla karşılaştılar. Gerek temsiliyet gerekse liyakat açısından ehil olmayan kimselere teslim edildi yönetim.
Tayinler sırasında yöredeki demografik ve toplumsal dengeler gözetilmedi. Söz gelimi bazı aşiretler şimdiki tutuklu askeri sorumlu Ebu Hewla ile yakın çevresinin askeri konseyi yönetmesine sürekli itiraz etmişlerdi.
Özerk yönetimi, ‘sosyal kuralları hiçe saymak, aşiret reislerini ötekileştirmek ve bilhassa halkın başına musallat olmak’ diye anlayan bu yönetici zümrenin esas hedefi, il kapsamındaki askeri-siyasi nüfuzunu artırıp günün birinde Rojava Özerk yönetiminden kopmak idi.
Kaide-kural tanımayan aynı zümre, bölgede aktif olan herkesle ilişki kurmak ve onları birbirine düşürmekte sınır tanımıyordu. Bu arada SDG yönetiminin arkasından dolanarak yöredeki Koalisyon Kuvvetleri ve ABD ile direkt ilişki kurup, kendisini SDG örgütüne alternatif olarak sunma gayretindeydi.
Aynı zamanda hem Suriye yönetimine (ve onunla bağlantılı Milli Müdafaa örgütüne) hem de İran milislerine göz kırpıyordu.
Bu girişimler, SDG yönetimi ile Deyrizor Askeri ve Sivil Meclislerini yöneten Ebu Hewla arasında zıtlaşmaya yol açtı.
Son aylarda kontrol noktalarına saldırılar artınca SDG; ‘Bölgeyi kötü yönetmek, kaçakçıların önünü kesmemek, güvenlik zafiyetine neden olmak ve Suriye destekli milislerin bölgeye sızmalarına göz yummakla’ suçladığı Askeri Konsey Başkanı Ebu Hewla’ya yöneldi.
Tutuklanan Ebu Hewla’nın kardeşi Celal El Hubeyl askeri kıyafeti ve ABD imalatı silahıyla sokağa çıkarak aşiretçilik temelinde Arap kanaat önderleri, reisleri ve milislerine ‘tutukluyu kurtarmak üzere SDG askeri karargâhını kuşatma’ çağrısı yaptı. Bu arada bol bol geçmişteki Arap-Kürt husumeti ve kavgasından dem vurdu.
Çağrı, silahlı isyana davetiye çıkarmak anlamına geliyordu. Öyle de oldu!
Ebu Hewla taraftarları, Ebeş beldesi ile SDG karargâhını bastılar.
Fırsatı kaçırmayan mıntıkadaki İran milisleri ve onların işbirlikçisi El Bakara aşiret temsilcisi Navvaf El Beşir ile El Akidat aşiret reisi İbrahim Cuda’an El Hefl meseleyi Arap-Kürt çatışmasına dönüştürmek için azami gayret sarf ettiler.
Derken, bizzat İran ve Suriye’nin yöredeki milislerine ilaveten Batı Fırat’tan 10-15 kişilik kümeler halinde gezen rejim yanlısı özel birimler de bunlara karıştılar. Bunları organize eden Hişam Taan isimli zatın İran’ın en önemli adamlarından biri olduğu bazı medya haberlerinde yer almıştı.
Basına göre; İran, Fırat’ın batı yakasındaki denetimini tahkim ettikten sonra nehrin doğu yakasındaki aşiret ve Arap milisleri harekete geçirmek üzere bahsi geçen kişiye görev vermişti.
Çatışmanın yayıldığı Menbic yöresine saldıranlar arasında bazı aşiret milisleri olmasına rağmen hepsinin bunlardan ibaret olduğu sanılmamalıdır.
Nitekim SDG ile aşiret çatışmasını fırsat bilip yaygınlaştırmak isteyen Heyetu Tehrir’il Şam (HTŞ yani Eski El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi’nin omurgasını oluşturduğu radikal cihatçılar platformu) bünyesinde bulunan en amansız örgüt olan Asaib’ul Hak militanlarından 75 kişilik özel birim, aşiret giysileri giyerek Menbic yöresindeki çatışma bölgesine sızdı.
Genelde bellerine bağladıkları intihar kemeri ve sıra dışı sabotaj cihazlarıyla donatılmış olan bu intihar eylemcileri, askeri bakımdan HTŞ ile Süleyman Şah örgütlerince destekleniyor. Bahsedilen son iki örgüt ise sırtlarını Türkiye’ye dayayarak her türlü faaliyeti gösteriyor.
HTŞ komutanı M. El Colani, SDG ile çatışan bazı aşiretlerin yardımına koşmaktan ziyade mevcut durumu istismar ederek eline geçirebildiği belli mevzileri ileride sıçrama tahtası gibi kullanmak istiyor.
Bu da bölgeyi kendi himayesindeki Arap milislerinin (Milli Suriye Ordusu isimli muhalif askeri örgüt) denetime vermeyi isteyen Türkiye’nin işine geliyor.
Irak-Erbil merkezli Rûdaw TV kanalının görüşüne başvurduğu siyasi analist, akademisyen Dr. Ferid Sadun, “ABD’nin Deyrizor dâhil bölge için yeni bir planı olduğunu ve çatışmalara Arap aşiretlerinin değil sadece yeni bir gündemi olan Arap şeyhlerin katıldığını, bu çatışmaların bir Kürt-Arap çatışması boyutu kazanamayacağını” söylüyor ve şöyle devam ediyor:
Bu Arap aşiretleri, bugüne kadar kalkıp ‘Biz işgalcilere karşı, İran’a bağlı milislere, Türkiye’ye bağlı milislere karşı savaşacağız!’ gibi bir şey demediler.
Bunlar, zaten Deyrizor’da da SDG ile ittifakın bir parçasıydılar. Aşiret üyelerinin çoğu SDG’nin saflarında yer alıyor. Ama aşiretler, bugün fitne çıkarma peşindeler. Meseleyi Kürt-Arap çatışmasına çevirmek istiyorlar.
Doğrudur, bazen yerel anlamda köylerde kavgalar yaşanabiliyor ama hiçbiri Kürt-Arap çatışması boyutunda değildi. Haseke’de ise hiçbir zaman olmadı. Deyrizor’da olanlar da şu an tüm Arap aşiretlerinin bir kalkışması değil.
Zaten yeni bir gündemi olan bazı Arap şeyhleri var işin içinde sadece. Bunlar Kürt düşmanlığı yapıyorlar. Bunlar 2012-2013 yıllarında da ‘Biz gidip Serê Kaniyê’yi özgürleştireceğiz, Kürtlerin elinden alacağız!’ diyorlardı…
Gelişmelerin perde arkasını Londra merkezli El Mecelle isimli haftalık Suudi dergisi merak edip araştırmış.
Erbil’de ikamet eden ve konusunda uzman Suriyeli Kürt yazar Rüstem Mahmud’u dergi adına olay bölgesine (bilhassa Rakka ve Kamışlı’ya) göndermiş. Yöre insanları ve ilgili taraflarla görüşüp gözlemlerde bulunmasını sağlamış.
Yazar Rüstem Mahmud’un 2019’da buluştuğu El Wilde kabilesi (Ey Huveyvat aşiretinin bir kolu) mensubu bir aile, eskiden Arapça Ras’ul Ayn (Kürtçe Sêrê Kaniyê) mıntıkasında oturuyormuş.
Dönemin cihatçılarıyla çatışmalar ve onların pusuları sonucu birçok yakınını mensubunu kaybeden kabile, Sêre Kaniyê’den göçüp asıl aşiret merkezinin bulunduğu Rakka’ya gitmiş.
Aile bireyleri ve çevresi, 2012 tarihinden bu yana oradaki Kürt hareketi milisleriyle ortak hareket ediyor.
Bu aileye göre; sonradan SDG adını alan bu “askeri-siyasi oluşuma katılmalarının esas nedeni, önerdikleri projenin Suriye yönetiminin plan ve programından daha iyi olması ve bölgedeki karanlık güçlere (cihatçılar-FB) karşı gerçek bir mücadele vermesidir.”
Rüstem Mahmud, Rakka ve Tabka bölgesindeki milis mezarlarını ziyareti sırasında şöyle bir bilgi edinmiş:
Yaklaşık 100 bin milis gücü olan SDG saflarında görevli 60 binden fazla Arap aşiret mensubu bulunuyor. Bu aşiret evlatları, sadece cephede savaşmıyor; aynı zamanda SDG’nin bütün birimlerinde çalışıyor ve hatta özel emniyet kuvveti/istihbaratı sayılan HAT içinde de yer alıyorlar.
Bu durumdaki binlerce Arap ve aşiret ailesi, gençlerini Rojava’daki yönetimin çeşitli (kontrol noktaları, devriye birimleri, emniyet teşkilatı, şehir ve kasabalardaki sosyal-sivil oluşumlar) kademelerinde çalıştırabiliyorlar. Dolayısıyla oradaki yönetim askeri/sivil bürokraside gözle görülür bir etnik çeşitlilik var.
Kimilerine göre bahsedilen (Doğu Fırat’taki 50 bin kilometre karelik alana yayılmış) bölgede 5.5 milyon nüfusun % 75’ini Arap kökenliler oluşturuyor.
Yazar, bu yoğun katılımının nedenini de sormuş. Cevabı şöyle özetlenebilir:
SDG bünyesinde çalışanların aylığı 200 dolar. Bu meblağ, Suriye yönetiminin memurlarına ödediği aylık 60 dolardan çok daha iyidir. Ayrıca Rojava bölgesinde askerlik hizmeti zaten zorunludur.
SDG müttefiki Aşiret unsurları, kendilerini ABD işbirlikçisi sayıp sınır boylarında konuşlandırılmış Suriye ve İranlı milislere karşı mevzide yer almaya ilaveten Şam’ın suçlamalarına karşılık sık sık halk toplantıları yaparak açıklamalarda bulunmaktadırlar.
Sadece onlar değil; aynı zamanda Türkiye destekli milisler de SDG denetimindeki toprakların hemen karşı tarafında mevzilenmekteler. Onlarla çatışmalar da, hem aşiret ahalisi hem de milislerinin sürekli teyakkuz halinde olmalarına yol açmaktadır.
El Mecelle dergisine yapılan açıklamaya da bakılırsa, askeri yapılanmanın merkeziyetçilikten uzak olmasından ötürü; bir bölük Arap milisi SDG saflarında bulunurken, bazı askeri birimler tümüyle Araplardan oluşuyor, kimi zaman da farklı isimler altında faaliyet gösteriyorlar.
Mesela ünlü S. Arabistan, Irak ve Suriye’de kolları bulunan Şamar aşiretinin Haseke-Kamışlı ve Rakka yöresindeki milis güçleri “El Sanadid Kuvvetleri” ve “Rakka Cephesi Devrimcileri” ismiyle faaliyetteler. Keza Deyrizor, Rakka, Menbiç gibi şehirlerdeki askeri konseyler tümüyle Arapların yönetimi ve hükmü altındadır.
SDG ile müttefikleri, El Mecelle dergisi adına alan çalışması yapan ekibe, “Bölücülük/ ayrılıkçılık türünden bir proje ve fikirlerinin olmadığını; eşit yurttaşlık ilkesine dayalı Suriyeli üst kimliği temelinde ve Şam’daki yetkililerle varılacak anlaşmaya bağlı olarak Doğu Fırat ile ülkenin farklı bölgelerine özgü yerel yönetim statüsü elde etmek için uğraştıklarını” söylemekteler.
Misal SDG saflarındaki resmi dil Arapça olarak belirlenmiştir. Bilhassa Arap yoğun bölgelerdeki hayatın her alanında bu kural uygulanmaktadır. Etnik köken ve kullanılan dil temelinde ayrımcılık bulunmuyor.
Hak ve görevler herkes için geçerlidir. Askeri ve güvenlik düzenlemeleri yapmakla yükümlü Deyrizor Askeri Meclisi (Konseyi) tamamen yöredeki Araplar tarafından yönetilmektedir.
Aynı şehirdeki Sivil Meclis ise eğitim, ekonomi ve idari meselelerle görevli olup ahaliye çeşitli sosyo/ekonomik hizmetler sunmaktadır.
Yazardan bir not daha:
Kürt hareketi ile Arap aşiret milisleri arasında 2011-2015 sürecinde kademeli olarak yakınlaşma olmuşsa da, olayı hızlandıran şey Cihatçıların (Gureba’ul Şam, Ahfad’ul Resul gibi) gerek Sêrê Kaniyê gerekse Rakka ve Deyrizor’u işgal edip ortalığı kasıp kavurması ve ahaliye kan kusturan vahşi uygulamalarda bulunmasıdır.
2014’te Kobani’nin kuşatılması üzerine Arap milisleri akın akın Kürt birimlerine katılmış; yaklaşık 5 binin üzerinde milis, şehrin kurtarılmasına katkıda bulunmuştur.
IŞİD işgalindeki Rakka Kurtuluşu Seferberliği süreci, aşiret milislerinin Kürt milisleriyle ittifakının 2015 yılında perçinlenmesine yol açmıştır. IŞİD ve benzeri terör örgütlerine karşı ortak amaç doğrultusunda saflar sıklaştırılıp yaygınlaştırılmıştır.
O günden beri başta Suriye, Türkiye ve İran olmak üzere ilgili birçok ülke Kürt-Arap kuvvetleri arasında bir ihtilaf, çekişme, çatışma ve bölünme yaşanacağı beklentisiyle yöredeki Arap aşiretlerini yanlarına çekmeye çalışmaktadır.
Dolayısıyla mesele, bir Kürt-Arap çatışmasının ötesinde (ABD, Koalisyon Kuvvetleri ve Rusya’yı da katarsak) büyük devletlerin jeopolitik bir oyunudur.
Kerkük ve Deyrizor’da enerji kaynaklarını sahiplenme meselesidir ki, çatışmayı çıkaran Arap aşiretleri petrolden pay istemenin ötesinde, Suudi Arabistan himayesinde özerk bir bölge talebinde bulunmaktalar.
Olaya karışıp kışkırtanlardan biri de yıllar önce Suriye ordusunda üst düzey eğitim aldıktan sonra IŞİD saflarına sızarak Şam hükümetine istihbarat bilgileri gönderen bir subaydı. Bu subay, Türkiye’deki faili meçhul cinayetleri ve karanlık işleriyle bilinen Yeşil kod adlı ajana benzer şekilde hareket etti. IŞİD saflarında çok sayıda adam katletti.
IŞİD bittikten sonra tekrar Suriye ordusuna dönen bu vurucu tim görevlisi, yanına 6 özel eğitimli askeri alıp Deyrizor’da kargaşa çıkarma faaliyetlerine girişti. Arapça bir sitede onun videodaki kaydını izledikten sonra, bunları rahatça yazabiliyorum.
Silahlı isyana ve ABD askeri hedeflerine saldırma hazırlıklarına örnek olması babından şu habere de yer vermeliyiz:
2023 yılının başından itibaren Suriye Cumhuriyet Ordusu, Deyrizor bölgesinde gövde gösterisi babından yığınak yapmaya koyulmuştu. Yaklaşık 200 kişilik birlik kırsal alanda bazı kontrol noktaları oluşturmuş ve boşalan köylere yerleşmişti.
Kimi uzmanlara göre, bu gövde gösterisi ABD’ye saldırı hazırlığı babından algılansa da, esas olarak aynı sınır boylarına yerleşmiş İran milislerini himaye edip yöredeki varlığına meşruiyet kazandırmak amaçlıydı.
Olay yaratan çatışmadan az önce, Türkiye’deki iletişim şirketlerine ait bazı telefon numaraları üzerinden WhatsApp grupları kurularak genel seferberlik ilan edildi. Sonuçta meydana gelen çatışmalar, Deyrizor’daki aşiret altyapısının önemi ve gücünü de göstermiş oldu.
Bu gerçeğin bilincinde olan Deyrizorlu aşiret reisleri şunu söylemekteler:
Bünyemizin sosyokültürel dokusu, Haseke ve Rakka şehrinde yaşayan aşiretlerin dokusuna benzemez. Kendimize has bir yapımız var. O halde biz de kendi yapımıza uygun bir yerel yönetim tarzı kurmak istiyoruz.
Kadim zamanlardan beri bölgenin en büyük aşireti sayılan El Akidat ise kavgacılığıyla ünlüdür. Kabileleri birbirleriyle kanlı bıçaklıdır. Osmanlı zamanından günümüze bu kavgacılık devam edegelmiştir. Aşiretin alt kolları arasında birlik yoktur.
Bir kısmı SDG ile işbirliği yaparken, ikinci kolu Suriye rejimiyle iş tutmaktadır, üçüncüsü Türkiye destekli Suriyeli milislere ve dördüncüsü de IŞİD örgütüne yakındır.
El Bakara, yöredeki büyük aşiretlerden olup Navvaf El Beşir tarafından yönetilmektedir. 2007 yılında Şam’daki muhalif manifestocuların öncülüğünü yapmıştı. Sonradan Suriye yönetimiyle uzlaşıp 2011 yılına kadar iktidarın yanında kaldı.
İç savaşın başlamasıyla birlikte kendini müzmin muhalif ilan edip bir milis birliği kurdu. Tekrar vazgeçip Esad ile anlaştı. İran aracılığıyla “El Baqr” milis bölüğünü kurdu. Kuzey ve Doğu Suriye’nin SDG ve ABD’den kurtarılması amacıyla “Aşiret alayları” oluşturması için Suriye yönetimine çağrıda bulundu.
Deyrizor aşiretlerinin bir özelliği de 1920’lerden beri kaba Arap milliyetçiliğini benimsemiş olmalarıdır. Bu nedenle El Akidat ve El Bakara gibi bazı aşiretler SDG’nin bölgeyi yönetmesini, “Kürt Askeri Kuvveti’ne boyun eğmek” diye algılayıp bu şekilde propaganda yapmaktalar.
Bu ise Suriye ile İran milislerinin aralarına sızmasını ve onlarla temasa geçip, SDG yönetimine karşı seferber etme fırsatını doğurmaktadır.
Suçlamaları ve kara propagandayı reddeden SDG yetkilileri, bahsi geçen aşiretin alt kolları dâhil çok sayıda Arap aşireti mensubu gencin kendi saflarında, askeri ve idari kurumlarında çalıştıklarını delil olarak göstermekteler.
Zaten Rakka ve Haseke’deki Arap aşiretleri, Kürt-Arap savaşı şeklinde yürütülen kampanyaya destek vermediler: Kürt aşiretleriyle birlikte ortak kınama ve SDG ile birlikte çalışma duyurusu yaptılar.
Yazar Velid Culbi’ye göre meydana gelenler sıradan bir çatışma değil; içinde Suriye, Türkiye, İran, ABD, Rusya, IŞİD, HTŞ (El Nusra Cephesi), Türkiye güdümlü Milli Suriye Ordusu ve SDG gibi aktörlerin de yer aldığı jeopolitik oyunların bölgeye yansımasıdır.
Bu jeopolitik oyunun bir aktörü olan İran’ın iki amacı vardır: Abadan-Irak-Rojava üzerinden Suriye Lazkiye limanına uzanacak doğalgaz hattını kontrol etmek. Yine aynı güzergâh üzerinden askeri-siyasi-lojistik bir hat oluşturup Suriye ve Lübnan’a uzanmak…
ABD’nin planı ise tam ters yönde: Ürdün-Irak sınırındaki Tanaf üssü ile Kamışlı-Haseke-Deyrizor-Kerkük-Musul-Erbil üzerinden İran sınırlarına dayanan bir askeri-siyasi hat ikame etmek.
Bu bağlamda Deyrizor aşiretleriyle doğrudan ilişki kurup onları kendisine bağlamak. Bölgede sadece SDG ittifakıyla yetinmeyip yerli müttefikler bularak bütün Suriye muhalifi odakları arasında platform kurmak.
Araplara gelince; Katar-Emirlikler-Suudi bölgesinden başlayacak doğalgaz hattının Ürdün, İsrail ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşmasını istemektedirler. Türkiye’nin Halep-Musul-Kerkük hakkındaki yayılma planları ile Rojava’daki Kürt siyasi varlığına son verme gayretleri de aynı politikanın bir parçasıdır.
Irak Hakkında Fransız Araştırmaları Merkezi (Centre Français de Recherche sur l’Irak-CFRI) sitesinde bir değerlendirme yapan Fabrice Balanche’ın, bölgeyi dolaştıktan sonra “Kerkük’ten Deyrizor’a uzanan Kürt özerk bölgelerinin, İran ve müttefiklerince tehdit altında olduğuna” ilişkin bir tespitte bulunması dikkat çekicidir.
Oyun çok boyutludur:
Son olayda “Arap aşireti muhibbi” kesilenlerin, daha önceleri “Osmanlıyı arkadan hançerleyen emperyalist uşağı Araplar yahut Arap emperyalistleri!” demelerini neye yormalıyız?
Zira Türkçü anlayışta olanların vehmettikleri gibi bir Arap-Kürt çatışması yoktur.
Yoksa asıl maksat: “Kürt anasını görmesin” hesabı mıdır?
Kaynakça:
1. https://npasyria.com/165871/, 5 Eylül 2023.
2. https://www.majalla.com/node/296016/, 23 Temmuz 2023.
3. https://npasyria.com/165852/, 5 Eylül 2023.
4. https://cfri-irak.com/en/article/from-kirkuk-to-deir-al-zor-threatened-kurdish-autonomies-8 Eylül 2023; https://npasyria.com/166428/, 10 Eylül 2023.
© The Independentturkish