Erasmus öncesinde hümanizm Avrupa’da nasıl palazlandı ? Bunun başlangıcını 14. Yüzyıl sonlarında İtalya’da Rönesans hareketinde görebiliriz. Bu hareketle; eski eserlere, eski kitaplara ve özellikle onların içindeki düşünceleri araştırmaya büyük bir yöneliş başlıyor. Bu çabayla paralel yeni bir kültür, Rönesans Kültürü oluşuyor, ve biz buna hümanist kültür de diyoruz.
Hümanist düşünce ile, artık dünyaya Tanrı’dan değil, dünyaya ve Tanrı’ya insandan (insan açısından, insandan yana) bakılmaktadır.
Artık merkeze insan alınmaktadır. İnsanı ele almak demek; aklı ele almak, aklın yüceliğini ele almak demek oluyor. Bir başka deyişle Tanrının tahtından indirilip, insan aklının tahta geçişidir bu. Bütün bu özelliklerinden ötürü hümanizm ilerici bir harekettir.
Hollanda’dan bir ışık :
15 ve 16. Yüzyıllar, bu insancıl hareketin, hümanizmin yükseldiği, doruklaştığı yüzyıllardır. 16. Yüzyılın baş tacı edilen insanı da Erasmus dur. Erasmus Hollandalı’dır ama hep dolaşmıştır. Paris’e, İngiltere’ye, İtalya’ya gitmiş, nitekim İsviçre’de de ölmüştür.
Erasmus deyince akla hemen onun “ Deliliğe Övgü” adlı kitabı gelir. Erasmus bu kitabında bir deliyi konuşturur. Deli, çevrede her olan bitenin kendine tabi olduğunu zanneder. Delinin şahsında devrin bütün egemenleri; krallar, papa, tüccarlar yerden yere çalınır. Deli diye kimse üzerine alınmaz ama deli yaman delidir.
Erasmus’un yaptığı nedir? O, dinin toplumdan sökülmesini isteyen biri değildi. Kilise’ye hücum etti, eleştirdi. Vatikan’ın başını çektiği kokuşmanın tasfiyesini istedi. Erasmus işler daha da düzelsin istiyordu. O günkü sosyal düzen içim söyledikleri karışık, melez bir nitelik taşır. Feodallere karşı saldırılarda bulunur, öte yandan halk için “bedensel içgüdülerine göre yaşar” der halkı küçümser. Aslında Erasmus’un istediği “seçkinler toplumu”dur. Bu görüşleri, Erasmus’un ilerici yanının inkarını gerektirmez.
Anadolu’dan bir ışık:
Erasmus’un doğumundan kırk yıl önce asılan biri vardır: Şeyh Bedreddin.
Bedreddin bir Selçuk prensi, babası Gazi İsrail Osmanlı ordusunda bir kumandan ve Simavna Kalesi’ni zaptetmiş biri. Oraya kadı olmuş ve Bedreddin burada doğmuş. O sıralar Yıldırım Bayezit Timur’a esir düşmüştür. Bedreddin, şehzadelerden Musa Çelebi’ye kazasker olur. Şehzadelerden Mehmet Çelebi üstün gelip, Musa Çelebi öldürülünce, Bedreddin İznik’e sürülür. Sürülür ama burada da tek durmaz. Müridler yetiştirir Anadolu’ya salar. Kendi de Rumeli’ye geçer. Ama sonunda Çelebi Mehmet’e yenilir. Çelebi Mehmet’in Bedreddin’in idamı için, devrin şeyhülislamından aldığı fetva da şöyle yazılıdır: “Malı haramdır, ama kanı helaldir.”
Bedreddin , göğsünden çıkardığı mührünü, fetvanın altına basar. O’nun bu yürekli davranışına rağmen idama götürülürken, Çelebi Mehmet’in huzuruna çıkarılır ve Çelebi Mehmet sorar: “Ne o şeyhim sararmışsın, korkuyor musun?” Bedreddin’in verdiği cevap bugün bile dillerdedir: “Güneş batarken sararır !..”
Gerçekte hümanist bir hareketin insanı olan Bedreddin, bu konuya nasıl bakıyordu? Neydi Bedreddin’in istediği?
Bedreddin’in görüşü özetle şu: Tanrı dünyayı yarattı ve insana verdi, öyleyse toprak ve ürünler ortaktır. Bütün insanlar kardeş ve eşittir. Senin malın, benim malım diye ayrı gayrı yoktur. “Yarin yanağından gayrı” herşey ortaktır. Sonra bu gavur, Müslüman ayrımı nedir? Bu dinler kardeştir. Nedir bu melek-şeytan? İnsanı iyiye güzele götüren herşey melektir. Melek de, şeytan da insanda vardır, insanın dışında değil. Öldükten sonra cennet-cehennem yok. Mahşer, deccal, mehdi yok. Ne olup bitiyorsa bu dünya da olup bitiyor. Namaz, niyaz ahlakın düzeltilmesi için başvurulan biçimlerdir. Önemli olan ahlak olduğuna göre, illa bir biçimi zorlamak olmaz. İnsan ibadetinde de özgür olmalı, içinden geldiği gibi ibadet etmelidir.
Bedreddin’in bu görüşleri, sadece Anadolu’nun Müslüman halkı arasında değil, diğer dinlerden insanlar arasında, Hıristiyanlar arasında da taraftar buldu. Bedreddin aynı zamanda iktidar konusuna da değiniyor. İktidar seçimle belirlenir, toplumda kimin hüküm süreceğine, halk karar verir diyordu.
Düşüncesinin özü bu olan Bedreddin, düpedüz materyalisttir. Ama yaşadığı çağın sözü dinseldir, O da çağının sözüyle dile getirmiştir görüşlerini. Kısacası Bedreddin ilk maddeci ve ilk hümanist feylesofumuzdur.