Advert
Cezmi DOĞANER
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yazarlar
  4. Anadolu Türk Hümanizması

Anadolu Türk Hümanizması

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
İnsanı en yüce değer sayıp onuruna saygı sağlamak, insanın bütün yönleriyle gelişmesini gerçekleştirmek, bu amaçla toplumsal yaşayışta elverişli koşulları yaratmak düşüncesi “Hümanizm” diye tanımlanabilir.
İtalya’da Rönesans hareketlerinin başlaması ile hünanizmde canlanma oluşmuştur. Başlangıçta eski Yunan ve Latin metinlerin okunması, yeniden değerlendirilmesi yoluyla Kilisenin değer ölçüleri dışında yeni bir kültür oluşturulmasını amaçlayan hümanist akım bili ve felsefenin gelişmesine paralel olarak yaygınlaşıp gelişmiştir. Petrrarca, Boccacin, Erasmus ve Mantaigne o devrin belli başlı hümanist temsilcileridir.
Tarihsel gelişmesine çok kısa göz attığımız hümanzim Anadolu’da nasıl başladı ve gelişti? Temsilcileri kimlerdir?
Anadolu hümanizmasının çekirdeğini oluşturan başta Ahmet Yesevi ve horasan erenleri, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli,  Yunus Emre Anadolu’ya yerleştiler ve dünyayı aydınlatacak hümanizma ateşi yaktılar. Avrupa’da Rönesansın başlamasından 150 yıl önce teolojik skolastiği hiçe sayan hatta günümü aşan Yunus Emre’dir.
Mevlana elit kesime, Hacı Bektaş Vel-i  halka dayanan bir düzen kurmuşlar,  Yunus Emre toplumun tüm kesimlerine hitap eden güçlü, yürekli kişiliğiyle halkla derin bağlar kurmuştur.
….
2. Anadolu Felsefesi ve Hümanizmasının Evrensel Boyutları
Anadolu Felsefesi ve Hümanizmasının ete kemiğe bürünmesinde, son tahlilde, Ahmed-i Yesevi’nin, Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Ahi Evran’ın hatta Nasreddin Hoca’nın önemli katkıları olduğu ortaya çıkmaktadır.
Alevilik-Bektaşilik ile Mevleviliği, dönemin felsefe ve tasavvuf okulları gibi görmek gerekir. Ahilik ise, Anadolu felsefesi değerlerinin, çalışma yaşamında benimsenmesini sağlamıştı. Bu itibarla Ahilik örgütleri, zamanının mesleki dayanışma ve sosyal güvenlik organizasyonu benzeri işlevleri de yüklenmiş durumdaydı.
Yunus Emre, söz konusu felsefe ve tasavvuf akımını dizeleriyle yoğurarak halka ulaştırmış; Nasrettin Hoca ise, bu sürece mizahi bir boyut katmıştı. Sonraları, Şeyh Edebali, Şeyh Bedrettin, Pir Sultan Abdal, Şeyh Galip gibi mutasavvıf ve ozanlar, söz konusu açılımları takip etmişler ve önemli katkılar yapmışlardır.
Anadolu Felsefesi ve Hümanizmasının değeri ve evrensel boyutları, insanlık tarihinde, ne yazık ki, yeterince fark edilebilmiş değildir.
Bunun kusurunun, öncelikle biz CHP’lilerin üstünde olduğunu bilmekteyiz.
Önce İnsan ve Sevgi
Anadolu Felsefesi ve Hümanizmasında, “Önce İnsan ve Sevgi ” tezi geliştirilmişti. “İnsana hizmet, en büyük ibadettir” anlayışı benimsenmişti. İnsanın yüceliğinden yola çıkılarak sevginin, dayanışmanın, barışın, özgürlüğün, hoşgörünün anlamı ve değeri savunulmaya çalışılmıştı. Bu bağlamda gerçekleştirilen düşünce açılımlarının ne kadar önemli ve değerli olduğu, günümüz koşullarında, sanki daha iyi anlaşılmaktadır.
“Sünnet imiş, kafir de olsa incitme sen
Hüda bizardır katı yürekli gönül incitenden
Allah şahit öyle kula hazırdır siccin (cehennem)
Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte”  (A. Yesevi)
“Benim Kabem insandır”  (Hacı Bektaş Veli)
“Ey, Tanrıyı arayan! Aradığın Sensin!” (Mevlana)
“Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayınız.”  (Hacı Bektaş Veli )
“Ey Oğul, insanı yaşat ki devlet yaşasın.”  (Şeyh Edebali )”
“Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi,
Elin, yüzün yumaz değil”  (Yunus Emre)
“Gel, gel yine, her neysen, kimsen, yine gel;
Kafirsen, ateş ve put seversen, yine gel:
Girmez ki umutsuzluk dergahımıza…
Yüz tövbeni bozsan bile gel, sen yine gel.”  (Mevlana)
Aklın Üstünlüğü
Anadolu hümanizmasında, öteki dünya yerine bu dünyanın gerçekleri ve yaşamın güzelliği, aklın üstünlüğü ve bilginin değeri temelinde öne çıkarılmıştı. Tanrı’yı gaipte (görünmez alemde) arayan dinsel doğmalara karşı, akıl önde tutulmuştu. Tanrı’dan korkma yerine, Tanrı’yı sevme esas olmuştu. Bu dünyada mutluluğa, sevince ve esenliğe kavuşma yolunun, Tanrı sevgisiyle insan sevgisinin bir arada yaşanmasından geçtiğine inanılmıştı.
Beden ve ruhtan oluştuğuna inanılan insan varlığı, Tanrı ve evren ile bu dünyada bütünleşmekteydi, öbür dünyada değil… İnsan, bu bütünleşmeyi duyumsadığı ölçüde, hem insanın ve sevginin ne kadar yüce olduğunu anlayabilmekte, hem de sevincin de mutluluğun bu dünyada, ancak insan, sevgi ve bilgi bütünselliğinde yaşanabileceğine inanmaktaydı.
“Yaratılanı severim, yaratandan ötürü” (Yunus Emre)
“Cennet cennet dedikleri,
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni” (Yunus Emre)
“Gelin tanış olalım,
işi kolay kılalım;
sevelim sevilelim,
dünya kimseye kalmaz”  (Yunus Emre)
“Ben ayımı yerde gördüm
Ne işin var gökyüzünde
Benim gözüm yerde gerek
Bana rahmet yerden yağar”  (Yunus Emre)
Bu düşünce akımında insana sahip çıkılması ve onun esirgenmesi bağlamında, insan yeteneğinin gerçek boyutları içinde değerlendirilmesi gerektiği savunulmuştu.
“İlahi irade dahi, bir nesnenin (ancak) yeteneğinde olanı Allah’ın dilemesi demektir; yoksa o nesnenin yeteneğinde olmayanı, Allah’ın istemeye yetkisi yoktur.” (Şeyh Bedreddin)
“İbadetin koşulu ve kuralı yoktur. Tanrı her türlü ibadeti kabul eder.” (Şeyh Bedreddin)
Böylece, Hıristiyan dünyasındaki Rönesans hareketinden, yaklaşık 200 yıl kadar önce, Anadolu’da dinsel doğmalara karşı, oldukça güçlü düşünsel açılımların yapıldığı ve mücadelenin yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
İnsan Yüceliğinin Kaynağı
Anadolu insancıllığı düşünce akımında insan varlığı; nur, ışık ya da sonsuz bir enerji kaynağı olarak görülen Tanrı’dan, bir dışa vurum ya da fışkırma olarak düşünülmüştü. Bu nedenle insan, başta akıl ve yaratıcılık melekesi olmak üzere, sahip olduğu tüm değerlerini “İnsan, sevgi ve Tanrı bütünselliğinde aramalıydı.
“Çok aradım özledim, yeri göğü aradım.
Çok aradım bulamadım, buldum insan içinde
Bu tılsımı bağlayan, türlü dilde söyleyen
Yere göğe sığmayan, sığmış bir can içinde”  (Yunus Emre)
“Bir ben var bende benden içeru” ( Yunus Emre ).
“Gönlümdeki iç ve dış O’ dur. Bende can O.
Gövdem, damarım, ruhum O’ dur. Bende kan O.
Tek Tanrıya, çok tanrıya tapmak bir mi?
Bak, benzeri yok varlığımın: Var olan O.” (Mevlana)
Kadının Değeri ve Saygınlığı
Kadının değeri açısından zamanının hem İslam, hem Hıristiyan ve hem de Musevi dünyasından çok ötede, ileri bir anlayışın savunulduğu tespit edilmektedir.
“Kadın Tanrı ışığıdır, sevgili değil
O sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil”  (Mevlâna)
Kadınlarınızı okutunuz!  (Hacı Bektaş Veli)
“Aile kurumu da bu haliyle doğaya aykırıdır, kadın erkeğin tutsağı değildir, özgür insandır. Bu özelliği dolayısıyla onun da, kendi istenciyle (toplumsal mallar dışındaki mülkiyete) ortak olmasında, dilediği gibi davranmasında bir sakınca yoktur.” (Şeyh Bedrettin ve Börklüce Mustafa)
Bilginin Önemi ve Anlamı
Öte yandan bu düşünce akımında, bilgisiz insanın hem sezgiden hem de anlayıştan yoksun olduğu öne sürülmüştü. Yanılmanın esasen, aklın yeterince kullanılamamasından ve bilgisizlikten kaynaklandığı belirtilmiş, akıl ve bilgi ile yanlışa düşmenin kesinlikle söz konusu olamayacağı iddia edilmişti.
“Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu!” (Hacı Bektaş Veli)
“İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” (Hacı Bektaş Veli)
“Bilgiyle uyumak bilgisiz ibadet etmekten hayırlıdır”(Mevlana)
“İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir; sen kendin bilmezsen, bu nasıl okumaktır” (Yunus Emre)
Özgürlüğün Değeri
İnsan yüceliği açısından özgürlüğe öylesine büyük değer verilmişti ki, açlıkla ölünecek durumda kalınsa dahi, özgürlükten vaz geçilemeyeceği düşünülmüştü.
Ayran kasem önümde durdukça
Vallahi kimsenin balını düşünmem
Azıksızlık ölümle kulağım bursa bile
Özgürlüğü kulluğa satmam ben (Mevlana)
Kimsenin kimseyi baskı altına almaya, özgürlüğünü ortadan kaldırmaya ya da kısıtlamaya yetkisi yoktur. (Şeyh Bedrettin ve Börklüce Mustafa)
Üretimin Paylaşımın ve Sosyal Sorunların Sahiplenilmesi
Anadolu Felsefesi ve Hümanizmasında, insan-sevgi-bilgi bütünselliğinin doğal bir uzantısı olarak; toprağın, üretimin, paylaşımın önemi ve değeri, etnik ve dinsel farklılıklar gözetilmeksizin, tüm insanlar için, inançla savunulmuştu.
“Yeryüzü bütün insanların ortaklaşa yararlanmalarına açık bir yaşama alanıdır. Bu alanda çalışan geçinir. Çalışmayan kendiliğinden silinir gider. Toplum, bütün bireylerin oluşturdukları ortaklaşa bir kuruluştur. Bu nedenle bütün toplum malları da ortaktır, mülkiyet sahipliği doğaya aykırıdır, kimsenin kimseyi baskı altına almaya, özgürlüğünü ortadan kaldırmaya ya da kısıtlamaya yetkisi yoktur. Aile kurumu da bu haliyle doğaya aykırıdır, kadın erkeğin tutsağı değildir, özgür insandır. Bu özelliği dolayısıyla onun da, kendi istenciyle ortak olmasında, dilediği gibi davranmasında bir sakınca yoktur.” (Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa)
Böylece Anadolu insancıllığında, bireysellik, toplumsallıkla yoğrularak dengelenmek, hatta aşılmak istenmişti. Toplumsallığa açılımın ciddi denemeleri yapılmıştı.
“Yarin yanağındaki gülden gayrı her şey ortaktır.” (Şeyh Bedreddin)
“Çalış, kazan, ye, yedir
Bir gönül ele getir
Yüz Kabe’den yeğrektir
Bir gönül ziyareti” (Yunus Emre)

Anadolu Türk Hümanizması
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin