Koca dağlar kayıp gitti canlarımızın üstüne. Bunca zaman sonra, o kadar toprağın altından kim canlı çıkarılabilir ki?
Doğaseverler, yurtseverler yıllardır var güçleriyle adeta çığlıklar atarak halkı ve sorumluları uyarmaya çalışıyor. O bölgede, o Anadolu’nun en önemli su kaynaklarının bulunduğu ve derin vadiler içinde geçtiği yerde yabancı- yerli parabalarının siyanür kullanarak dağları devirdiği, su kaynaklarını zehirlediği yerde artık ot da bitmediğini söylüyorlar. Anadolu’nun birçok farklı bölgesinde benzer görüntüler var, coğrafyamız büyük tehdit altında. Yapılan şey, doğrudan doğruya “Sömürge Madenciliği”dir.
İliç’te yaşananlar, bu ülkede yurdunu, halkını, çocuklarının geleceğini düşünenler için çok acı ve çok büyük bir tarihi derstir.
Benim için bir istasyon adıydı İliç. Çocukluğumdan gençliğime, ilk yetişkinliğime, içimde büyük heyecan ve coşkularla memleketime doğru geceli gündüzlü kara tren yolculukları yaparken, eli dirgenli köylüler, hastalar, pazara giden üreticiler arasında, is pis içinde, çantamda köylülerime götürdüğüm devrimci yayınlarla geçtiğim, o bol tünelli yollarda, dağlarının bazıları maden renginde, derelerinde mavili yeşilli berrak sular akan, su kenarlarında sevdalı söğütlerin rüzgârla öpüştüğü, ateş böceklerinin uçuştuğu istasyonlar zincirinden biriydi İliç. Divriği, Cüre, Kemah, İliç, o günlerden anımsayabildiğim istasyon adlarıdır.
Hikâye, 2002 yılında, “Siyasal İslam”ı “mazlum ve mağdur” göstererek ABD’de en çok satan on roman arasına girmiş, Karsımın gerçeklerini tahrif eden ve Nobel’e giden yolda kendi ülkesini “egzotik Şark” havasıyla Batılılara satan Orhan Pamuk’un Kar romanı ile AKP’nin iktidar oluşu ile büyük bir ivme kazanır. Ondan öncesinde onlarca yıl emperyalist gizli servisleri eliyle yürütülen ve Şarkiyatçı aydınlarımızın, üç kuruş çıkar ve şöhret için o cemaatlerle aynı kaba işeyen liberallerimiz ile iyice süslenir, dallanır, budaklanır.
12 Eylül 2012 Anayasa Referandumu öncesi, Anayasanın değiştirilmesini isteyen siyasal iktidar “Bizi çalıştırmıyorlar” diye yakınıyordu. Birçok kez kulaklarımla duydum. En büyük yakınmaları, yüksek yargı ve göreli olarak bağımsız işleyen yargıdandı aslında. FETÖ örgütünün başındaki sümüklü vaiz, ölüleri bile “Evet” demek için oy vermeye götürün dedi, 12 Eylül 1980 sonrasında kendi Cumhuriyet kuruluşunu ve kimi değerlerini otopsi masasına yatıran, “darbecilik ve vesayetçiliğe” karşı iktidar kanadına oy vermeye çağıran “Evet”, “Yetmez Ama Evet” diyen “!liberal” şaşkınlara referandum oylamasını “boykot” eden birileri de katıldı. Sonuçta yasama, yürütme yargı erklerinin tamamını tek elde toplayan bir yönetim anlayışına doğru giden büyük bir adım atıldı.
Onun öncesinde de yurtsever, hukuksever, aklını ve üniformasını başkalarına peşkeş çekmeyen subaylara ve aydınlara karşı düzenlenen kumpas davaları vardı. Bu kumpas davaları sırasında da liberaller ve “açılım” yanlıları alkışa durdular. Dün toprağa verilen (Anadolu toprağı onu incitmeyecektir) aklını, yurt sevgisini, üniformasını ve yargı yetkisini çıkar odaklarına peşkeş çekmemiş, iktidar için “vatanı satıyorlar” demiş, Orgeneral Saldıray Berk ile, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı, JİTEM adlı devlet eliyle terör işleyen güçlere karşı, Fethullan Gülen ve İsmailağa cemaatlerine karşı, İliç’te bugünkü katliamların sorumlusu şirketlere karşı soruşturmalar açmış yiğit hukuk insanı İlhan Cihaner de o kumpas davalarının ilk hedefleri arasındaydı.
İliç çevresinde açılan ABD-Kanada ve Çalık yerli-yabancı parabalarının yürüttüğü kirli operasyon sırasında, sık sık kapasite arttırımına gidildi (Çevre Bakanı Murat Kurum da işin içinde) çevre köy muhtarları ABD’ye geziye götürülerek, yöre köylülerine o günkü parayla 130.000 TL ve evler verilerek, bölgede yapılanlara ilişkin bir açıklama yapmayacaklarına dair ellerinden imza alınarak (bu gerçekleri dün bölgeye gitmiş Merdan Yanardağ dile getirdi) yürütülen bir iğrenç oyun da tabloya eklendi.
Bir de şimdi halktan yana, ülkenin geleceğinden yana bir şeyler yaptığını sanan kimi sol ve sosyalistlerin yaptığına bakın… Emperyalizm ve ortakları ülkenin dağını taşını alt üst edip sularını kirletirken artık trenlerde köyüne, halkına doğru yolculuk yapan genç sosyalistler, devrimciler yok artık.
Anadolu kırsalında, bu bereketli topraklara, üretime, halka bir umut ışığı olabilecek, bir işaret fişeği sayılabilecek, bu ülkede örgütlü cehaletin onlarca yıldır işine gelmeyeni lanetlemek için kullandığı “Komünist” sözcüğünü sevimli duruma getirmiş Maçoğlu Başkan Kadıköy’den aday gösteriliyor. Halk Tv spikeri İrfan Değirmence Çankaya’da aday oluyor.
Sosyalistlerimiz, halka doğru değil, sol oyların zaten çoğunlukta olduğu sosyete semtlerine doğru gitmeyi tercih ediyorlar. CHP, söz verdiği gibi ön seçim yaparak halkın tercih edeceği adaylar göstermek yerine tepeden atanmışlarla seçimlere katılıyor.
Bu tablo içinde, yurdunu, halkını, devrimci ülküsünü yürekle sevenlere, sorgulayan aklını çıkar ve iktidar için başkalarına emanet vermeyenlere çok iş düşüyor. Asla yılmadan, asla yorulmadan, hayatın her alanında var olacağız. Mahallelerde, köylerde, kasabalarda, bulunduğumuz sokaklarda bu gerçekleri savunacağız ve var gücümüzle mücadele edeceğiz. Parti, grup, yuvar çıkarı değil halk sevgisi, ülke sevgisi öne çıkacak. Tepemizde bize türlü çeşitli oyunlar oynayanlara karşı öz varlığımızı göstereceğiz. O büyük ustanın bir zamanlar dediği gibi; “Anarşi Yok, Büyük Derleniş!”
Gününüz aydın olsun değerli dostlar!