AYSEL YENİDOĞANAY
Son birkaç aydır okumaya odaklanamıyordum.
Özellikle altı şubat depremi ve mayıs ayında yaşanan seçim depreminden sonra, koyu, kapkara bir boşluğun içinde kaybolmuş gibiydim. Okumaya odaklanamadığım gibi yazma isteğim de yok olmuştu. Sol Medya’da Haftada bir yazdığım köşe yazılarıma da son vermiştim.
Tat alma duygumu yitirmiştim, yaşam anlamsız geliyordu. Gündelik hayat devam ediyordu ama ben “mış” gibi yaşıyordum. Bunun da farkındaydım ve kurtulmak için çaba sarf ediyordum.
Seyahate çıktım, yeni yerler gördüm, yeni arkadaşlar edindim dim dim dim dimmmm…
(Bu arada, gittiğim her yere okumak için bir kitap koydum çantama. Koyduğum hiçbir kitabın tek sayfasını dahi açıp okuma isteği doğmadı.)
Olmuyordu, bir türlü olmuyordu. Cennet gibi bir sahil kasabasında yaşıyordum,
-ki denize kıyısı olan bir kent düşümdü benim- yine de mutsuzdum. Çünkü okumuyordum, okuyamıyordum. Okumadığım gibi yazmıyordum da. Yazma yeteneğimi yitirmemiştim ama yazmak gelmiyordu içimden.
Kime neyi anlatacaktım? Yazdıklarımı kaç kişi okuyor ya da okuyacaktı? Okuyan sayısı parmak sayısı kadar bile değildi.
Bu ülke adına umudum kalmamıştı. Kalemini satmayan gazeteciler tutuklanıyor, sözünü esirgemeyen akademisyenler gözaltına alınıyor, bir fotoğrafa bıyık çizdi diye gencecik bir çocuğa ceza veriliyor. Ve daha bir sürü şey…
Sesimizi, soluğumuzu kesmişler. Sanki ölü toprağı serpmişler üstümüze. Kımıldayamıyoruz.
Bir ben miyim böyle düşünen? Bir ben miyim içten içe kanayan ve iyileşemeyen?
Oysa on iki Eylül seksen öncesi ve sonrası dönemini –kayıplara rağmen- bir şekilde atlatmıştık biz. Şimdi neyi bekliyoruz? Göze alamadığımız ne? Yaşlandık mı? Gençlere ışık olabilecek bir sözümüz, bir eylemimiz kalmadı mı? Cesaretimizi mi yitirdik? Ne oldu bize? Duygularımız gibi düşüncelerimiz de mi köreldi? Korkuyor muyuz yoksa?
Mutsuzum! Kocaman harflerle MUT-SU-ZUM! Ve de umutsuz.
Oysa umut iyi bir şeydi. İyi bir şeydi umut; beklenen güzel günlerin inancını yeşertir yürekte. Ben bugünüme ve yarınıma da sahip çıkmak istiyorum. Umutlu ve inançlı yaşamak istiyorum. Ve benim dışımda, bu inancı taşıyan insanların var olduğuna inanmak istiyorum. İşte o zaman “yalnız değilim” diye haykırabilirim.
Her gün ama her gün bu düşünceler işgal ediyor beynimi. Kuruyorum, yeniden kuruyorum ve sonuç alamıyorum.
Her sabah yaptığım gibi, üç tekerlekli bisikletime atladım, kuşlarla birlikte selamladım denizi. Kıyıyı döven dalgalara karşı açtım kampeti. Balıkçı teknelerinin dönüş saati; martılar eşlik ediyor onlara.
Kitaplıktan rastgele seçtiğim kitap çantamda duruyordu. İsteksizce elime aldım. İlk kez görüyormuşçasına okudum kitabın adını: Onlar Çocuk Kalacak. Yazarı tanıdık bir isimdi: Ali Ozanemre.
İlk sayfayı açtım; adıma imzalanmıştı kitap. Tarihe baktım: 17 Ocak 2023.
Gözümü kapattım ve kitabın nerede imzalandığını anımsamaya çalıştım. Adana! Kitap Fuarında imzalamıştı kitabı sevgili Ali Ozanemre. Altı ay geçmiş üzerinden. Tek bir öykü dahi okumamakla ayıp etmiştim değerli dosta. Hiçbir şey için geç değildir, diyerek ilk öyküyü okumaya başladım.
“Anladım” diyordu Ali Ozanemre öykünün başında. Neyi anladığını anlamak için devam ettim okumaya. Severek okuduğunuz bir şiirin dizeleri gibi akıyordu cümleler. İçine çekti beni öykü ve sonra “bir ceylanın topukları peşinde eriyip yitti.”* Anlamış mıydım bilmiyorum ama ikinci öyküye geçmiştim bile. Başlığı ilk öyküyle çelişkili: Beni Anlamadınız!
Sahi, anlaşılmaz insanlar mıyız biz? Kendimizi ifade edemiyor muyuz? Yok, bu öyle bir şey değildi. Okudukça dağlar, nehirler aştım. Köprülerden geçtim, Hindistan’a kadar uzandım. Okudukça anladım, anladıkça anlattım, yine de anlaşılamadım. “Gözleri gözlerimdeydi. Öylece baktılar bir süre. Bendeki bana ulaşmak istiyorlardı. Ulaşamadılar. Onlara göre ben, bir kalıbın içindeydim, insan suretinde. Oysa çoktaan çekilip gitmiştim, gideceğim yere”*
Hiçbir yere gitmemiştim oysa. Tepemde yükselen güneşe bakıyordum. Denizle cilveleşmeye başlamış. “Atla” diyor bana, “atla ve kucaklaş egenin serin sularıyla…”
Davete uymak gelmedi içimden. Uzun zamandan sonra ilk kez bir kitap okuyordum ve o kitap “beni elinden bırakma” diyordu.
Öykü sırasına göre okuma kuralını ihlal edip, kitaba adını veren öyküyü buldum. “Onlar hep çocuk kalacak, çünkü hiç büyümeyecekler.”*Beni mi anlatıyordu ne.” Benim de felsefem buydu. “Yaşımın kadını değil, yüreğimin çocuğuyum” demiştim söyleşilerimin birinde. Büyüdüm, yaş aldım, kimine göre de yaşlıyım ama ruhum hep çocuk kalmıştı altı ay öncesine kadar. Bundandır bisikletimin üç tekerlekli ve kırmızı olması. Bundandır rengarenk giyinmem. Bundandır, saçlarıma çiçekli taçlar takmak. Ve hep bahardı yüreğim. Sahi, beni mi anlatıyordu bu öykü?
Evet, beni anlatıyordu bu öykü; dolaylı yoldan beni. İçimin yangını alevlendi yeniden. Mayıslara isyanım kabardı yeniden. “Görmek istersen denizi/yukarıya çevir yüzü/deniz gibidir gökyüzü” demiş ya şair. Deniz, Yusuf, Hüseyin gülümsüyor satır aralarından. Cellatlar sırıtıyor arka planda. “Nemrut; her yerde, her zaman “Ben Tanrı’yım” diyordu. (…) Nemrut’un inananları çoktu. Onlar, “Amenna, inandık, iman ettik. Sen Tanrı’mızsın” diyorlar, başka bir şey demiyorlardı.”*
Tanrılar her yerde. Paraya ve güce tapanlar için her gün yeni bir Tanrı yaratmakta zorluk çekmezler. Ve bu sahte Tanrılar yüzünden, tertemiz gençler, ziyan olup gidiyor. Tek suçları bu vatanı çok sevmiş olmaları. Halkın mutluluğu içindi savaşımları. Adil bir dünya düzeniydi düşleri. Düşlerinden koparıp aldılar onları ama halkın yüreğinden koparıp alamadılar. Çünkü baharı örgütleyip gitti onlar. Sonradan yetişen genç nesil de onları tanıyarak başladılar hayata. Onlar da büyümeyecek ve abileri gibi hep çocuk kalacaklar…
Düşten uyanır gibi kapattım kitabın kapağını. Denize baktım uzuuuunnn uzun. Sonsuzluk çizgisinde denizle gökyüzü birleşmişti. Yelkenliler o çizginin arasından geçmeye çalışıyorlardı. Ellerimin arasında duran kitaba yeniden baktım; kapa resminde bir uçurtma takılmıştı demir parmaklıklar arasına. (Ya da bana öyle gelmişti.) Uçurtmayı örselemeden çıkardım oradan, rüzgara saldım onu. Ruhum özgürlüğüne kavuşmuştu. Sevinç çığlıkları atıyordu, hep çocuk kalanlar.
Bugün bu kitabı okudum ve kendime geldim. Hafiflemiştim. Kitabı göğsüme bastırdım, okuma alışkanlığımı yeniden kazandırdığı için yürekten teşekkür ettim Ali Ozanemre’ye ve hep çocuk kalanlara.
Denizin çağrısını bekletmek olmazdı. Serin sulara bıraktım kendimi…
*Onlar Çocuk Kalacak/Öykü Kitabı/Karahan Kitabevi
Yazar: Ali Ozanemre
****Alıntılar öykü kitabından.