Aysel Yenidoğanay
Adana’da, bir yaz günü, öğle vakti, bir halk otobüsünün içindeyim. Otobüsün içi tıklım tıkış. Terden sırılsıklam olmuşum. Klima çalışıyor ama pencereler açık. Nefes alamayacak durumdayım. Yol uzun, Balcalı’ya çok var daha.
Şoförün hemen arkasında oturuyorum. Bıçkın bir Adana delikanlısı. Her an kavgaya hazır. Direksiyon sallayışı, hatalı sollayan kişilere ani çıkışları, pimi çekilmiş bir bombayı andırıyor. Aniden ayağa kalkıp, “arkaya doğru ilerleyelim beyler” derken yumuşayan sesi, diğer davranışlarıyla tezat oluşturuyor.
Adana trafiğinde araba kullanmak zorken, otobüs kullanmak daha da zor olmalı. Hele hele güneş en tepedeyken ve ona ateş etmeye en uygun saatse, bırakın otobüse binmeyi, dışarı çıkmak bile tehlikeli.
Zamanım kısıtlı, bu tehlikeyi göze alarak binmişim otobüse. İnönü Park’ından Baraj Yolu’na kadar indi-bindi olmasına rağmen yolcular azalmıştı. DSİ Baraj Köprüsü’nün üzerinden geçerken, sıcak havaya göl serinliği eşlik etti. Şoför sakinleşmiş görünüyordu. Onun yüzüne dikiz aynasından bakarken, aynanın üzerindeki yazıyı fark ettim: Hayallerimin de hayalleri var!
Bu nasıl bir metafor?
Hayallerin de hayali olabilir mi?
Son durağa varmıştık. İnmeden şoförün yüzüne uzun uzun baktım. Gözlerinin içi ışıl ışıldı. “Buyur teyze, bir şey mi oldu?”
“Oldu evladım oldu, ben hayallerimi havalandırdım, sen hayallerine sahip çık olur mu?” Onu, yüzündeki şaşkın ifadeyle baş başa bırakıp indim basamakları…
Hayallerin hayalinde kalmıştı aklım. Önemli bir görüşmem vardı ama ben kampüsün kafeteryasına geçip oturdum. Bedenim oradaydı, ruhum başka yerlerde geziniyordu.
Altmış beş yaşına merdiven dayadığım bu günlerde, o bıçkın delikanlı gençliğime götürdü beni. Gençliğimin en deli günlerine. Hayallerin bini bir para.
Her sokağını adım adım arşınladığım, özlemi burnumun direğini sızlatan Adana’m! Beni yaralarımla baş başa bırakan, eylem günlerimin yaralı şehri… Ben iyileşemedim, sen iyileştin mi? Modern yapılarla donatmışlar seni. Seksen Eylül öncesi ruhu yitmiş taş yığınları arasında. Duvarlara yazı yazacak, gelecek güzel günlerin hayalini kuran gençler de yok artık. Ya bizler, o güzel günlerin hayalini kuran bizler; hayalimize kavuştuk mu? O güzel günler geldi de biz mi farkına varamadık?
Yok, o güzel günler gelmedi hiç. Zamansız kopan her fırtınada savrulduk birer birer. Kimimiz gözaltında kayboldu, kimimiz faili meçhullere karıştı. Kimimiz de yediği bir tokadın ardından reklamcı oldu. Ben mi? Ben “anne” olmayı seçtim, yazarlığımı yedeğimde tutarak. Bayrağımı devralacak çocuklarım olsun istedim.
Bu benim hayalimdi. Çocuklar büyüdükçe hayalimin “hayal” olduğunu anladım. Üzüldüm mü? Hayır, üzülmedim. Hissettiğim şaşkınlıktı. Hızla ilerleyen bir zaman vardı ve duygularım zamana ayak uydurmamı fısıldıyorlardı. Çocukları ben doğurmuş olabilirim ama onlar birer birey ve elbette kendi hayalleri olacaktı. Değişen dünya düzeni ile birlikte, hayaller de farklılık gösterecekti kuşkusuz. Önemli olan zamana yenik düşmemek ve kontrolü elde tutmak.
Söylemesi kolay da bunun mümkün olmadığını görüyorum şu anda. Dağların doruklarından delice akan bir çağlayanın kontrolü yapılabilir mi? Bizler hep o dev kazanının içindeydik ve zamanın efendisine hizmet ediyorduk. Kurduğumuz hayaller bu efendinin emirlerine itaat edip, yarınlara erteliyordu bizleri.
Dünyayı kurtarabildik mi, kapatabildik mi yüzündeki yara izlerini?
Sağlayabildik mi dünya barışını?
Yoksulluğu silebildik mi yeryüzünden?
Tepki gösterebildik mi egemen güçlerin sömürüsüne?
Öğrenebildik mi insanca yaşamayı ve yeryüzünün tüm canlılara ait olduğunu?
Ve hala sürdürebilecek miyiz o kavgayı, “yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek”
Yine yarınlara mı erteleyeceğiz kendimizi?
Yarınların sonu yoktu oysa. Bizler yarınların sonuna doğru hızla yaklaşıyorduk. Bugünden öte gün yok biliyorum. Yarının ne getireceği meçhul. Şanslıyım, kurduğum hayallerin birçoğunun peşinden gitme cesaretim oldu. Çoğunu da gerçekleştirdim. Gerçekleştiremediğim hayallerim benden bağımsız kendi hayallerini kurdular ve sonra hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ettiler. Şimdi benim de yola devam etme zamanım. Bu hayatı olumlu-olumsuz ne varsa dibine kadar yaşadım. Vazgeçmek yok; biliyorum ki bugünü yaşayan kalır. Yarına çok var daha…