16.11.2023
AYSEL YENİDOĞANAY
Yirmi yıl önce günlüğüme yazdıklarımdan bir bölüm aktarıyorum: Durmuyor çocuk ölümleri güzel anam, durmuyor. Her gün yüzlerce yıldız kayıyor ülkemde… Ve dünyanın her yerinde binlercesi ölüyor beyaz zehirden, tinerden, alkolden… Ve karanlığın can çekiştiği noktalarda yargısız infazlarda kol geziyor ölüm. Ve kuytularda ve sınır boylarında ve ölüm oruçlarında… Ve televizyon kanallarından yansıyan renkli dünyaların büyüsüne kapılan milyonlarca çocuk ekran başında ölüyor sessizce… Ve Filistin’de ve Irak’ta uçaklardan yardım niyetine atılan oyuncak bebeklerle güle oynaya ölüyor çocuklar… Doktor ne işe yarar böylesi durumlarda? Söyle güzel anam, elinde sihirli değneği yoksa ne yapabilir ki bir doktor?
O günlerde televizyondan yansıyan görüntüleri bilim-kurgu filmi izler gibi izliyorduk. Henüz oyun çağında olan kızlarıma sarılıp hüngür hüngür ağlıyordum. Şimdi daha çok ağlıyorum; çiçek yüzlü çocukların ölümleri karşısında sessiz kalan insanlık adına ağlıyorum. Savaşın “insanlık suçu” olduğunu söyleyenler bile sessizliğini korumaya devam ediyor. Ve bizler sessizliğimizi korudukça “insanlaşma” dersinden sınıfta kalıyoruz.
Filistin kapanmayan bir yara. Yirmi yıl önce yazmıştım, otuz yıl önce de. Şimdi yeniden yazıyorum ve bir otuz yıl sonra yeniden yazılacak Filistin.
Çünkü doymak bilmiyor egemen güçler. Vadedilen toprakların hakimi olmak istiyorlar. Din ile, silah ile, beyaz zehir ile ele geçirmeye çalışıyorlar. Ve bu egemen güçler kendi aralarında Voltran’ı oluşturmuşlar. Yalnız arada kocaman bir fark var; gerçek Voltran kötüleri yenmekle görevlendirilen beş askeri öğrenciden oluşmuştu. Bunlar ise Filistin’e yardım etmek yerine yok etmeye çalışıyorlar.
Bu savaşta en çok zarar gören çocuklar.
Prof. Dr. Sefa Bulut, savaşa maruz kalan çocukların psikolojik travmalarını değerlendirdiği konuşmasından bir bölüm: “Gazze’deki çocuklar müthiş bir çaresizlik duygusu, korku, şok, bilinmezlik ve psikolojik yıkım yaşıyor. Bu çocuklar, anne, baba, kardeşler de dahil olmak üzere aile üyelerinden en az birini kaybetti. O kayıpla baş etmeye çalışırlarken bir de sürekli olarak bir yerden başka bir yere göç etmek zorunda kalıyorlar. Tam bir yere sığınmışken, yeniden bombardımana uğruyorlar. Buradaki çocuklar için açıkça şunu söyleyebiliriz; maalesef İsrail onlara cehennemi yaşatıyor. (……) Bu çocuklar her şeyden öte inançlarını yitirdi. Hemen hepsi büyüyüp bir yetişkin olabileceğine inanmıyor. ‘Ben ortaokulu bitirip liseye gideceğim, üniversiteye gideceğim veya büyüyüp evleneceğim, çocuklarım olacak’ gibi hayalleri, planları kayboluyor. Gelecek algılarını kaybediyorlar ve zamanla ‘Nasılsa yakın bir zamanda, bir yerde öleceğim’ diye düşünüyorlar. Bu kadar travmatik olaylara maruz kalan çocuklar umutlarını kaybediyor.”
“Düşlerinden vurulurken çocuklar, hangi yaşamaktan söz eder ki masallar?”
Alev topuna dönmüş topraklarda, hangi masalı anlatabilirsiniz ki çocuklara? Hayalini kuramadığı bir masala inanmıyor artık çocuklar. Özgürlük iki mermi arası değil, iki bomba arası bir düş onlar için.
Çiçek yüzlü çocukların toprağın rahmine düşmesinin adıdır savaş.
Çığlıklarımız havada asılı kalıyor. Ne yazık ki ben de yitirdim umudumu insandan yana…
Yine de haykırıyoruz Haluk Levent’in dizeleriyle: Çocuklar ölmesin! Belki duyan olur sesimizi…
“Terör, bomba, kin ve nefret
Dünya bu kadar
İstersen, değişir her şey
Ölmesin çocuklar
Dünya kan içinde
Dünya yokluk içinde
Haydi sen de katıl bize
Artık ölmesin çocuklar”