Ülke gündeminin her geçen gün daha da çıkmaza girmesi sonucu olumlu diyebileceğimiz –neredeyse- hiçbir gelişme yokken, ölümlü pek çok olaya seyirci kalıyoruz.
Özetle, Türkiye umutsuz ruhların karamsarlığına bürünmüş durumda.
Aşağıda sıralayacağım -satırlara sığmayacak- maddelere bakınız!
- Cumhuriyetimizin vazgeçilmez güvencesi olan çağdaş, laik ve bilimsel eğitiminden çıkıldı, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı altındaki yeni müfredat dayatması ile “düşünmeyen, sorgulamayan, eleştirmeyen, itiraz etmeyen, dindar” nesiller yetiştirilmesinin önü açıldı.
- Başlarda sadece bir dış politika sorunu iken göçmen ve mültecilerin artmasıyla ülkede pek çok şey değişti.
İşsizlik, ekonomik hayatın daha da bozulması, sağlık problemlerinin artması, eğitim problemi, psikolojik sorunlar, sosyal denge bozuklukları, ırkçılık, kültürel bozulmalar, çatışmaların kentlere yayılması, ahlaki bozulmalar, fuhuşun, gayrimeşru işlerin artması ve çarpık kentleşmeyi beraberinde getirmesi ile olay dış politika sorunundan çıkarak kent sorunu haline dönüştü. - Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde teğmenlerin kılıçlar eşliğinde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” ifadelerine ilişkin Milli Savunma Bakanlığı’nın başta “soruşturma açılmadığı” açıklamasını yaparak sonra da inceleme başlatıldığını söyleyerek çark etmesine ne demeli?
Milli Savunma Bakanlığı’nın resmi sitesinde yer alan “Vizyonumuz” başlığının karşısında yer alan bölümde “Bölgesinde lider, küresel etkilere sahip, güçlü Türkiye hedefi doğrultusunda; şanlı tarihimizden aldığınız ilham, millî ve manevi değerlerimizden aldığınız güç ile ülkemizin ve milletimizin güvenliğini ve savunmasını sağlamak.” yazıyor. S
Sizler de Türk ordusuna gönülden şükran duysaydınız, Mustafa Kemal’in Askeri olmaktan da en az o teğmenlerimiz kadar gurur duyardınız. - Hatırlarsanız Eylül ayında Yunan Sahil Güvenliği iki kez Muğla‘ya kadar girerek “ihlali kabul edilemez” olmasına rağmen bot kovalamıştı.
Modern teknolojinin kısa menzilli radarlarının kullanılabilmesinin yanı sıra bazı alanlarda “eski usul” gözlem noktaları kurularak sahadaki varlıkları ile caydırma şansı varken, bu konuda bizim “süt dökmüş kedi” gibi sessiz kalışımız sorgulanmaya muhtaç ayrı bir durumdur. - “Çocuğuna gofret alamayanların çocuklarına gemicikler alanlara oy vermesi” sonucunda yoksulluğumuz kader olmaktan çoktan çıktı…
Ekonomimiz diplerde ve asgari ücret beklentisinin en az 30 bin lira olması bile 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 19 bin 830 TL, yoksulluk sınırının ise 995 TL olması gerçeğini değiştirmiyor.
Diğer tarafta ise devletin para basması eylemi enflasyonun getirisi olduğu gibi Türkiye iflastadır ve bunun sonucunda gencinin, yaşlısının, çocuğunun, çalışanının, işsizinin, emeklisinin yatağa aç girmesi iktidarın deyimi ile “ekonomimizin şahlanıyor(!)” olmasının en net göstergesidir. - Randevu sistemi, teknik ekipman eksikliği, şiddet, saldırı, hak kaybı gibi sorunların yaşandığı sağlık sisteminde ilaç krizinin derinleşmesi ve hastanın mağduriyeti karşısında 7/24 özveri ile çalışan eczacıların çaresiz olması nedeniyle 30 bin eczacının devlete yaptığı çağrıya gereğinin yapılması için hasta ile eczacıların daha ne kadar bekleyeceği ayrı bir merak konusudur.
- “7527 Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 2 Ağustos‘ta yürürlüğe girmesinin ardından toplanan sokak köpekleri ile kedilerin barınaklarda “Keta-Control” adlı ilaçla topluca öldürülmesi ve sokaklarda beslenen hayvanların siyah torbalar içinde çöp konteynerlerine atılması karşısında süren sessizlik ayrı bir hayal kırıklığıdır.
- Sizce ülkenin tek sorunu “domuz etinin haramı” mıdır?
“Fakir fukaranın, yetim hakkının haramından korkmadan” köftecisine yüklenerek gündem değişikliğine gitmek daha önemli bir sorun olarak görünüyor.
Kaldı ki maddi olanaklar oranında yemekte olduğumuz gıdalar için “Acaba et mi yiyorum, gerçek bir içecek mi içiyorum?”, “Dondurma plastikten mi yapılıyor?”, “Yoğurt, peynir, bal, pekmez, ekmek, biber gibi besinlerin içinde neler var?” gibi deli soruları sıralarken, gerçekte “ne yediğimiz” hatta “neyle zehirlendiğimiz” belli değil.
Bu şikayet ve şüpheler üzerine sağlığımızı tehlikeye düşüren, taklit ve tağşiş yapılan gıdaları üreten firmaların bir listesi açıklanmış olsa da, gerçekte ne yediğimiz hala meçhuldür. - Çocuklarımız ve kadınlarımızın kaybolup, vahşice öldürülmediği gün geçmiyor.
Katledilen Narin Güran’ı, Rojin Kabaiş’i ve sonu gelmeyen cinayetlere kurban giden kadınlarımızın acıları yürekleri dağlıyor.
AK Parti Bayraklı meclis üyesi Latif Aydemir, kadın cinayetleri konusunda “Hanımlarımızı kadınlarımızı tenzih ediyorum ama bir kısmı bayanlar olmak üzere erkeklerin de çoğunda öldüren kadar ölenler de suçludur.” şeklindeki cinayeti meşrulaştıran sözleri sonucunda her ne kadar –zorunlu– olarak istifa etmiş olması neyi ne kadar değiştirir?
Sokaklardaki can güvenliği zafiyetinin gecesi gündüzü kalmadı.
Kısacası korkuyoruz! - Kurtlar Vadisi dizisine konu olan ve kardeşi İsmail tarafından ihbar edilerek müebbet hapis cezasına çarptırılan ancak 7 yıl 3 ay 18 gün hapis yatan Türk uyuşturucu kaçakçısı Halil İbrahim Kapar’ın (nam-ı diğer: Halo), “uyuşturucu en güzel üniformanın gölgesi altında taşınır” sözü size günümüzü ispatlamıyor mu?
Ülke yönetiminde, kolluk gücünde, yargı sisteminde konuşlanmış bulunan polis, hakim ve savcıların arasında kimin uyuşturucu baronu, kimin mafya babası, kimin kurye ya da kaçakçı olduğunun sonucunda güvenecek hiçbir merciinin kalmaması, ülkedeki güvenlik ihlalinin en belirgin göstergesidir.
Kime güveneceğiz? - Can Atalay, Tayfun Kahraman, Osman Kavala hala içerdeyken, devleti büyük çapta soyanların dışarıda olması ezberleri bozdu.
Son dönemin moda deyimiyle “Soyacaksan büyük soyacaksın. Küçük soyarsan hırsızlıktan 10 yıl yersin. Büyük soyarsan yolsuzluktan 6 ay da hadi bilemedin 9 ayda çıkarsın.”
Siz büyük soyduktan sonra başsavcısı da değişir, sistem de değişir ve kaldığınız yerden devam edersiniz.
Ancak, Türkiye’de her daim cezaevinde kalmaya mahkum olan kişiler gazeteci, yazar ve düşünce-fikir insanlarıdır.
Bunun dışında her ne yaparsanız yapın, serbest bırakılmanız veya affedilmeniz ihtimal dahilinde olur.
Siz de hem suçlu hem de güçlü bir kimlik kazanırsınız. - Gelelim “inlerine kadar bir türlü girilemeyen ama ayakkabı numaralarına kadar bilinen” terör örgütünün terörist başı 40 bin kişinin katili Öcalan’a getirilen af vaadine…
Bu bağlamda suçluların önleri açılırken, gazi, şehit ve şehit ailelerinin unutulması ya da görmezden gelinmesi ile 40 yıllık terörü absürt bir şekilde bitirme planlarının yapılması, Anayasanın ilk dört maddesinin üzerinde oynanmasının krizi ile birlikte yapılan seçim hesapları kabul edilemez bir durumdur.
Son dakikada TUSAŞ terör saldırısının gerçekleşmesi ve barış çağrıları yapılmasının ardından Ankara’da 48 saat sonrasında silahların patlaması ve 6 saat ara ile Rojava’da Kürt şehirlerine bombalar atılması yazacaklarımı bitirmiyor, bitirtmiyor. - Son gelinen noktada –belki de en acısı- bebeklerimiz…
Sosyal Güvenlik Kurumu‘ndan (SGK) para almak için bebeklerin ölümüne neden olan yenidoğan çetesine ilişkin soruşturma sürerken, çetenin çalıştığı hastanelerde görev yapan yönetici ve hissedarların da kurulan kirli düzenden bilgi sahibi olduklarının ortaya çıktı.
İtirafçı iki hemşirenin verdikleri ifadelerde bazı bebeklere de narkotik ilaçlar verilmiş olması içimizi paramparça etti!Görüyoruz ki dünyayı haksızlık yönetiyor ve adalet ise sadece sahnedeki yerini koruyor.
Sosyal medyada yaptığım bir paylaşımında “Kadınlarımız ve kızlarımızın erkekler tarafından şiddet gördüğü, mobbinge uğradığı ve katledildiği ülkemizde erkeklerin hiçbir idari yönetimde ve de ülke iktidarında bir kadın olarak yer almaması gerektiğini düşünüyor, protesto ediyorum” demiştim.
Ancak gelin görün ki bu suç teşkilatının içindeki kadınları da görünce kendi cinsimden utanır oldum.
Milletin ve tarihin affetmeyeceği skandallar silsilelerinin ardı arkası kesilmiyor ve siyasiler alınmasa, kırılmasa da halk olarak biz alınıp kırılıyoruz.
Devlet Bahçeli’nin “İnşallah Türkiye’de çok şey değişmez” şeklindeki ifadesi ise bu anlamda Türkiye’nin çok şeyin değişimine gebe olmasının ayan beyan alarmıdır.
Söze gelince her konunun “bizzat takipçisi olan(!)” Sayın Cumhurbaşkanının, hala koltuğunda oturarak her konuyu geçiştirmesi herkesin sabrını taşırmış durumdadır.
…ve yeri gelmişken, 7 Mayıs 2015 tarihinde Aydın’daki bir toplu açılış töreninde konuşan Sayın Cumhurbaşkanının şu sözlerini hatırlatmak istiyorum: “Bu Millet Kendisine Hizmet Edeni Unutmadığı Gibi İhanet Edeni de Asla Unutmaz.”
Evet, çok haklısınız!
Unutmuyoruz, kandırılmıyoruz ve bizlere verilen her sözün, her vaadin de peşindeyiz.
İşte tam da bu nedenle belleği sağlam, yüreği sağlam, karakteri sağlam olanlar bu ülkeyi yönetmelidir ki bu kokuşmuş, çürümüş, can çekişen sistemden sağlamlaşarak çıkabilelim.
Bu millet kendisine hizmet edeni de ihanet edenleri asla unutmayacaktır ve Mustafa Kemal Atatürk’ün 1925 yılında söylemiş olduğu şu sözlerini de unutmayacak, kendine rehber edecektir: “Bu millet, gerçek eğilimine ters düşünceye sapanlara ilgi göstermemektedir. Bununla bugün çok övünüyorum. Bundaki yerindeliğin sırrını açıklamak için derhal söylemeliyim ki, bizim ilham kaynağımız doğrudan doğruya büyük Türk milletinin vicdanı olmuştur ve daima olacaktır. Bütün sıcaklığı, verimi, kuvveti millî vicdandan aldıkça, bütün girişimlerimizde milletin sağduyusunu rehber saydıkça şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da milleti doğru hedeflere eriştireceğimize imanımız tamdır.”
Son olarak; bizler bebek katilini meclise daveti kabul edenler değiliz.
Bizler kadını, erkeği, genci, yaşlısı ile hatta beşikteki bebeklere öğrettiğimiz gibi sonsuza dek “MUSTAFA KEMAL’in askerleri olarak doğduk ve MUSTAFA KEMAL’in askerleri olarak öleceğiz!”
Aşkım Tan
24.10.2024-Ankara
askimtan@gmail.com