Advert
Aşkım TAN
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yazarlar
  4. Madımak Ateşi

Madımak Ateşi

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

2 Temmuz 1993 asla unutulabilecek bir tarih değildir çünkü tarihte bugün Türk ulusunun yüzünü kızartacak çok acı bir olay yaşandı.

Aradan 31 yıl geçse de yüreklerdeki yangının acısı halen dinmemiş, toplumsal bir cinnetin gerçekleştirildiği tarihtir 2 Temmuz 1993..

Oteli yakanlara “gerici, şeriatçı ya da siyasal radikal İslamcı” deniyor.

İşte o radikal İslamcıların ateşe verdikleri Madımak Oteli‘ndekiler ise Aleviler ve sempatizanları ile din- mezhep ayrımcılığı yapmayan hümanistlerin olduğu 33 yazar, ozan, düşünür ile 2 otel çalışanıydı.

Bunun bir “nefret eylemi” olduğuna kuşku yok.

Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında, aralarında Aziz Nesin’in de bulunduğu pek çok sanatçı ve fikir insanı, dönemin Sivas valisi Ahmet Karabilgin’in özel davetlisi olarak bu kente gelmişti…

“Sivas laiklere mezar olacak” şeklinde atılan slogan ve saldırgan grubun bir kısmının yeni dikilen “Halk Ozanları” heykelini yıkıp, yerde sürüklemiş; bir kısmı ise Valilik önünde Ahmet Karabilgin’i protesto etmişti.

Kültür Merkezi içindeki karşıt grupla çıkan taşlı sopalı çatışma, polis tarafından fazla büyümeden, zor kullanılarak önlendiyse de kendi inancını merkeze koyup, etrafındakileri ona tabi etmeye kararlı, bunu başaramadığında da yok etmeye ayarlı kesimlerin yüzyıllar öncesinden getirip Sivas’ta tekrarladıkları bir nefret eylemiydi bu.

Olay esnasında otele sığınmış olan kişilerden, aralarında

  • Asım Bezirci,
  • Behçet Sefa Aysan
  • Nesimi Çimen,
  • Muhlis Akarsu,
  • Metin Altıok
  • Uğur Kaynar
  • Hasret Gültekin’in de bulunduğu 35 kişi yanarak veya dumandan boğularak yaşamını yitirmişti.

35 kişinin en yaşlısı 66 yaşındaki Asım Bezirci, en genci ise folklor gösterisi için Sivas‘a giden 12 yaşındaki Koray Kaya‘ydı.

Hollanda vatandaşı Carina Cuanna Thedora Thuys katliamın tek yabancı kurbanıydı.

İtfaiye merdiveniyle kurtarılmaya çalışılırken, merdivendeki görevli tarafından darp edilip, merdivenden itfaiye aracı etrafında toplanan karşıt görüşlü kalabalığa doğru itilirken başından yaralanan Aziz Nesin’in de bulunduğu 51 kişi ise olaylardan kendi olanaklarıyla, ağır yaralarla kurtulmuştu.

Sivas vahşetindeki o “ateş” insan öldürmenin en acımasız, en aşağılık aracıdır.

Mezhepçi nefretin kalp gözünü kör ettiği insanoğlu/kızının aklına, karşısındakini “yok etmek“ için hemen ateş gelir.

Oysa İslam’da, bir ceza yöntemi olarak yakarak öldürme Muhammed peygamber tarafından yasaklanmamış mıdır?

Ebû Bekir döneminde ise dinden dönenlerin yakıldığı belirtilir, buna ilişkin çok sayıda örnek de verilir ama genelde İslam’ın kabul etmediği bir cezalandırma biçimi olduğu ileri sürülür.

Eski Mısır Yasaları’ında;

İslam’da olduğu tartışılır ama Arap kültüründe yakarak cezalandırma örneklerine rastlanmaktadır.

Yemenliler, çok eski zamanlarda ihtilafa düştüklerinde bir ateş başında toplanır, haksız olanı o ateşe atarlardı.

İmam Teberi, şöyle yazmıştır; İslam öncesi Arabistan’da, Tağlib ile Nemr kabileleri mensupları ihtilaflı oldukları Bekr b. Vâil kabilesinden bazı kişileri yakmışlardır.

Bir Egemen Yöntemi: “Yakarak Öldürme

Egemen’in elinde yakarak öldürme, her zaman “kamu düzenini koruma” nedeniyle gerçekleştirildi.

Eski Mısır’da devlete isyan edenlerin yakılmasının gerekçesi hep bu olmuştur.

Ulpian ismindeki bir adı batasıca, III. yüzyıl hukukçusu, devlet düşmanlarının canlı olarak yakılması gerektiğini savunmuştur.

Senusret adlı bir Mısır firavununun da kendisine başkaldıranları bir araya getirip cayır cayır yaktığı söylenir.

Eski Mısır yasa kitaplarında zina yapan kadınlar ile ana babalarını öldürenler yakılarak idam edilirlerdi.

Romalılar, ilk dönem Hristiyanlarını ateşe atmaktan çekinmemişti.

Bir infaz şöyle anlatılır: “Her yerine bal mumu sürülmüş, çıplak Hıristiyan, başını sağa sola çevirmesini önleyecek bir düzenekle beraber ateşe verildi.”

Hammurabi Kuralları

Toplumsal gerekçelerle, bireylerin yakılmasını kanun haline getiren, Babil Kralı Hammurabi’dir ve ünlü kanunlarında buna yer verir.

Yağmacıların da, manastırları terk eden din görevlilerinin de, nihayet ensest ilişki yaşayanların da yakılması Hammurabi’nin kanunlarında yazılıdır.

Kartacalıların dini gerekçelerle çocuk yaktıklarından ise hić söz etmeyeyim, zira berbat bir konudur.

Sivillerin ateş katliamları “devlet eliyle” yakmanın örnekleridir bütün bunlar.

Bir de kitlelerin birbirlerine yönelik yakma vahşetleri vardır ki, “Sivas Katliamı” da bu çerçevede değerlendirilmeye muhtaçtır.

Yakılmayla en fazla karşı karşıya kalan topluluk Yahudilerdir.

Yahudilere yönelik, Hıristiyan kaynaklı “Kan İftiraları” vardır.

Yahudileri şeytanlaştırmaya yönelik, dolayısıyla toplumsal nefreti onlara yöneltmeyi amaçlayan iftiralardı bunlar.

Öyle ki, 12. ile 16. yüzyıl arasında binlerce Yahudi ateşe atılmıştır.

Yahudiler Avrupa’yı kasıp kavuran vebadan da sorumlu tutulmuşlardı.

1300’lü yıllarda Basel’de 600 Yahudi bu yüzden ateşte yakılmıştır.

Çok ölümlü” başka vakalar da vardır tabii.

Örneğin “Strazburg Katliamı

Hıristiyanların engizisyonu ise ayrı bir konudur.

Cadı” ya da “büyücü” olmakla suçlanan kadınlar başta olmak üzere, binlerce insan “dinden döndükleri” gerekçesiyle yakılmıştır.

İnsanoğlu/kızının öfkesinin ayarı yok.

Bu eylemi savunanla, yanmanın ne kadar korkunç olduğunu herhalde bilirlerdi.

Sivas’ta Yananlar Bizimle…

Ama Madımak Oteli’nin önünde toplananların, ellerine kibrit yanığı değse canları yanacak olan o kalabalıkların, kendilerinden geçmişçesine, tekbirler getirerek insan katletmeleri, çağlar boyunca taşıdıkları nefretle ilgili değil de nedir?

Öyle büyük bir nefret ki, vahşiliği bile inançlarının aracı haline getirmelerine yol açtı.

Ateşle, dumanla bir ülkenin şiirini, türküsünü, edebiyatını, hoşgörüsünü yaktılar.

Yakarak öldürmenin” tarihinde Sivas katilleri de yerlerini aldılar.

Sizce övünüyorlar mıdır acaba?

İnsan içine çıkacak yüzleri olmadığını, yıllarca Sivas’ta kaçak yaşayan, ülke içinde olduğu da öldüğünde ortaya çıkan firari Cafer Erçakmak sayesinde öğrendik bir kez daha.

Madımak katliamının 1 numaralı sanığı olan Refah Partili Cafer Erçakmak’ın yurtdışına kaçtığı sanılıyordu.

Oysa herkesten gizli, utanç içinde yaşadığı Sivas’ta öldü. Gizlice gömdüler.

Sivas’ta yananlar ise hala bizimle ve her biri yanı başımızda.

Sizce yüz yıllardır uyguladığı “Böl ve Yönet” politikası ile dünyayı sömüren Batılı emperyalistler bu olayın neresinde yer alıyor?

Örneğin, Almanya’ya kaçan 24 Sivas canisinden 15’i kayboldu.

Biri Alman vatandaşı yapıldı, birine sürekli oturma izni verildi, 7’si ise ilticacı pasaportu ile yaşıyor. İnsanlığa karşı suç işleyenlerin korunmaması gerekirken, Almanya şu ana kadar tek bir Sivas zanlısını bile neden iade etmedi?

Oysa Alman hükümeti Alevilerin hamisi rolünü oynarken, Seyit Rıza hainini kullanarak el altından onları Atatürk düşmanı yapmaya çalıştığı bilinmektedir.

Olay sonrasndakiı yargılanma sürecinin detaylarına gelecek olursak…

Olaydan bir gün sonra 35 kişi gözaltına alındı, daha sonra gözaltına alınanların sayısı 190‘a çıktı.

Gözaltına alınan 190 kişiden 124‘ü hakkında “laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma” suçlaması ile dava açıldı ve geri kalanlar serbest bırakıldı.

Kamuoyunda “Sivas Davası” olarak bilinen davanın ilk duruşması, Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi‘nde 21 Ekim 1993 günü yapıldı.

26 Aralık 1994‘te karara bağlanan dava sonucunda, 22 sanık hakkında 15‘er yıl, 3 sanık hakkında 10‘ar yıl, 54 sanık hakkında 3‘er yıl, 6 sanık hakkında 2‘şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi.

Müdahil avukatlar, Devlet Güvenlik Mahkemesi‘nin kararını “taraflı, hukuka ve adalete aykırı” olarak niteleyerek, ayrıntılı bir savunma ile temyize gittiler.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi katliamın “Cumhuriyete, laikliğe ve demokrasiye yönelik olduğunu” belirterek Devlet Güvenlik Mahkemesi‘nin kararını esastan bozdu.

Ankara 1 No‘lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Yargıtay‘ın bozma kararına uyarak yargılamayı yeniden başlattı.

28 Kasım 1997‘de açıklanan kararda, 33 sanık Türk Ceza Yasası‘nın 146/1 maddesine göre idama ve 14 sanık 15 yıla kadar değişen hapis cezasına mahkûm edildi.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi 24 Aralık 1998′de hapis cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usul noksanlıkları nedeniyle bozdu.

Şubat 1999 tarihinde usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 Haziran 2000‘de 33 sanık Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce yeniden idam cezasına çarptırıldı.

2002 yılında idam cezasının yürürlükten kaldırılmasıyla idam cezası hükümlülerinin cezaları müebbet ağır hapis cezasına çevrildi.

Sanıkların avukatlığını üstlenenler arasında olan Refahyol iktidarının Adalet Bakanı Şevket Kazan, bakanlığı sırasında onları hapishanede ziyaret etmiş, geniş avukat listesinde çok sayıda Refah Parti üyesi ve yöneticisi olması eleştiri konusu olmuştu.

Bu avukatların ilerleyen yıllarda AKP ve Saadet Partisi‘ne katıldıklarını ve içlerinden üst yönetim görevlerine yükselenlerin olduğunu hatırlatmak yerinde olacaktır.

Aradan geçen bu yıllar içinde sanık sayısı tahliyelerle 33’e düştü.

Davanın firari olan 5 sanık ile ilgili kısmı, 13 Mart 2012 tarihinde zaman aşımından düşürülmüştür.

Sivas Davası, İstiklal Mahkemeleri sonrasında tek bir davada bu kadar çok idam cezasının verildiği ilk davadır.

Olayın siyasi boyutuna bakacak olursak…

  • Turgut Özal‘ın ölümünden sonra Cumhurbaşkanı seçilen Süleyman Demirel‘in yerine DYP Genel Başkanı seçilen ve Başbakan olan Tansu Çiller görevi devralalı henüz bir hafta olmuştu. Çiller’in Madımak Oteli’nde yaşananların ardından söylediği sözler ise tartışma yaratacak boyuttaydı: “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir.
  • Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise olayın münferit olduğunu ve “Alevi-Sünni çatışmasına dönüşmemiş olmasını” vurguluyordu: “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş… Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır… Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır.”
  • İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu ise doğrudan Aziz Nesin‘i hedef göstermişti: “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir.

Aziz Nesin, ilerleyen günlerde Gazioğlu’nu bu gerçekdışı söyleminden dolayı “yalancılıkla” suçlamıştı.

  • Koalisyon ortağı SHP‘nin eski genel başkanı, dönemin başbakan yardımcısı Erdal İnönü, olaylar sırasında Aziz Nesin’le telefonla görüşerek, “En kısa zamanda takviye güç gönderileceğini, kimsenin kılına dahi zarar gelmeden kurtarılacağını” söylemişti

İnönü, katliam ardından SHP‘ye ve kendisine yönelik eleştirilere, “Ne yapayım, yetkim yoktu” cevabını vermişti.

Sözün özü, Madımak ateşi yandığı ve adaletin terazisi şaştığı sürece içimiz soğumayacaktır.

 

Aşkım Tan

02.07.2024 – Ankara

askimtan@yahoo.com

 

Madımak Ateşi
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin