Geçmişle günümüzü şöyle bir karşılaştırınca “Tarih tekerrürden ibarettir” sözünün ne kadar
doğru olduğunu net bir şekilde görebiliyoruz.
Karşılaştırabilmek için ise balık hafızalı olmamalı ve geçmişi unutmamalıyız.
Mevcut iktidar her ne kadar tarihi unutturmaya çalışsa da geçmişteki tarihi gerçekleri ve
özellikle bugünü, 27 Mayıs’ı genç kuşaklara hatırlatmak, öğretmek gerekir.
Bugün, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşen ilk askeri müdahalenin 64.
yıldönümüdür..
• 27 Mayıs Askeri Müdahalesi,
• 27 Mayıs İhtilali,
• 27 Mayıs Devrimi olarak da anılır.
1950 yılında demokrasi ile iktidara gelen Demokrat Parti, 1954 seçimlerini de kazandıktan
sonra ülkeyi gitgide bir baskı rejimi ile yönetmeye başladı.
Bakınız, 1950’den itibaren gerçekleşen gidişat, bugünümüzle nasıl da benzeşiyor…
Bu demokrasi karşıtı tutum 1957 seçimlerinden sonra daha da artarak 1959 yılında Başbakan
Adnan Menderes, “Vatan Cephesini” kurarak ülkenin siyasi olarak ikiye bölünmesine yol
açtı.
Tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise DP’nin yanında yer aldı.
• Balkan Savaşı döneminde yaşanmış olan partizanlık,
• Basına baskı,
• Ana muhalefet lideri İnönü’ye Meclis’te 12 oturum yasağı konması,
• Yurtiçinde yaptığı gezilerin engellenmesi,
• Uşak olayı,
• Anayasa’ya aykırı olarak Meclis DP Tahkikat Komisyonu kurulması,
• öğrenci olayları 27 Mayıs askeri müdahalesine gerekçe gösterilerek yol açmış oldu.
Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir grup subay, ülke yönetimine el koydu,
37 subaydan oluşan “Milli Birlik Komitesi” TBMM’ni feshetti, siyasi faaliyetleri askıya
aldı.
Kapatılan DP’nin önde gelen yöneticileri ile birlikte Cumhurbaşkanı ve Başbakan
Yassıada’da yargılanmaya başlandı.
Yeni bir Anayasa yapıldı ve 9 Temmuz 1961’de %62 halk oyu ile kabul edildi.
Anayasa,
• Kuvvetler dengesi,
• Yargı bağımsızlığı,
• Üniversitelerin ve basının özgürlüğü,
• İşçilerin sendika, grev ve işverenin lokavt haklarını getiriyordu.
Ancak bu dönemden kalan en kötü anı, İsmet İnönü’nün engelleme gayretlerine rağmen,
Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun idamları oldu.
15 Ekim 1961’de genel seçimler gerçekleştirildi fakat askeri darbenin Türkiye’deki siyaset
hayatı üzerindeki olumsuz etkileri uzun yıllar sürdü.
Şimdiye kadar okuduğunuz bu gerçeklerin günümüzden size de aşina gelen yanları yok mu?
Her darbe, kutuplaşmalarım sonuçlandırdığı bir kara lekedir ve hiçbir darbenin açtığı derin
yaralar unutulmaz unutulmamalıdır.
Kutuplaşmalar keskinleştiğinde,
• Sosyal kesimler arasında siyasi-sosyal mesafe iyice açılır.
• Birlikte yaşamak için gerekli işbirliği ve uzlaşmayı tahrip ettiğinde demokrasiler için
ciddi bir risk ortaya çıkar.
• Siyasi kutuplaşma çatışmayı vahşileştirerek, dost-düşman kategorisinde işleyen “biz”
ve “onlar” savaşına dönüştürür.
• “Biz” kimliği iyinin, doğrunun, haklılığın, ahlakiliğin tehdit altında olmanın,
mağduriyetin, üstün ve değerli olmanın taşıyıcı haline gelir.
• “Onlar” ise kötülüğün, ahlaksızlığın, niteliksizliğin, zalimliğin, adaletsizliğin,
değersizliğin ve kötülüğün adresi haline getirilir.
Keskin kutuplaşma siyaseti “var-oluş” ve “yok-oluş” savaşına çevirir.
Böylece demokratik siyaset için alan gittikçe daralır, belki tümden ortadan kalkar ve
demokratik siyasete dönüş gittikçe zor ve -neredeyse- imkansız bir hal alır.
Sözün özü, ayrıştıran ve kutuplaştıran siyasetten dayanışma beklemek, “kırmızı karın
yağacağına” inanmak gibi olur.
Hiçbir millet yaşadıklarını unutmamalıdır.
Toplulukların ve milletlerin hafızasına sahip çıkmayan milletler geleceğe doğru,
sağlam adım atamaz, yeni nesillere yeni rotalar çizemezler.
Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Değerlerine ve geçmişine
sahip çıkmayan milletler, yok olmaya mahkumdur.”
Her adımımda yanımda duran demokrasiye sonuna kadar inanmış olan değerli eşim
Mehmet Murat Tan’ın anısına saygıyla…
Aşkım Tan
27 Mayıs 2024-Ankara
askimtan@yahoo.com
Aşkım TAN