Köy Enstitüleri’nin kuruluş yasası çıkalı tam 85 yıl olmuş. Kapatılmasının üzerinden de 71 yıl geçmiş. Buna karşın ülkenin tarihine ve bugüne çok önemli izler bırakmış Köy Enstitüleri’nin konuşmayı sürdürüyoruz. Geleceğimize ışık tutacak bir geçmiştir, sönmeyen bir sabah yıldızı gibidir Köy Enstitüleri… Üstelik, kendi kuruluş ilkeleri doğrultusunda yalnızca ilk altı yıl açık kalabilmiş, yarım kalmış bir mucize, dalından koparılmış bir cennet meyvesidir O….
Birleşmiş Milletler Bilim Eğitim Kültür Organizasyonu (UNESCO) tarafından da tüm dünyaya örnek eğitim modeli olarak gösterilmiş bir özgürleşme eylemidir Köy Enstitüleri; bir “Anadolu Rönesansı”dır.
Köy Enstitüleri olmasaydı, Cumhuriyet halkın gönlünde bu kadar büyük bir aşkla kabul görmeyecekti. Köy Enstitüleri olmasaydı, Cumhuriyet kurucu düşüncesinin “laik, demokratik, evrensel hukuk ilkelerine saygılı, kadına, çocuğa değer veren” çağdaş aydınlığı halk tabanında beslenme ve kendini sürdürme olanağı bulamayacaktı. Emperyalizmin ülkemizi Orta Çağ ve Orta Doğu bataklığına sürüklemek için onlarca yıldır kurduğu tuzaklara halkımız ve gençlerimiz bu kadar yiğitçe, bu kadar bilinçle karşı koyamayacaktı.
Ne yazık ki, Köy Enstitüleri üzerine bilerek konuşan insan sayısı çok az. Hele de sosyal medyanın bazı kanallarında ukala lafazanların yazdıklarını, televizyon ekranlarında konuşmalarını gördükçe insanın cini tepesine çıkar gibi oluyor.
Köy Enstitüleri, yozlaşmış, devşirmeler, cariyeler, şehzade boğdurmalar, entrikalar ile halktan çok uzaklarda, zevk, sefahat ve eklektik Divan kültürü içinde yaşayan, kendi kurucusu halkının dilini ve Türk sözcüğünü bile hâkir gören bir saltanat anlayışına karşı Anadolu ve Urumeli’nde yaşayan, büyük çoğunluğu Türkçe konuşan emekçi insanların kültürünün üzerindeki örtüyü kaldırmayı, halk kültürü ile evrensel bilgi ve estetiği buluşturma başarmış bir üretim ve özgürleşme eylemidir.
Köy Enstitüleri Âşık Veysel’dir, Köy Enstitüleri Ali İzzet’tir; Köy Enstitüleri her Cumartesi şenliğinde köylülerle öğrenci ve öğretmenlerin birlikte oynadıkları doğaçlama köy seyirlik oyunlarıdır, Köy Enstitüleri, bilimci yöntemlerle yapılan balıkçılıktır, arıcılıktır, büyükbaş hayvancılıktır, tahıl üretimidir, kayısı, narenciye, pamuk üretimidir; Köy Enstitüleri, yaparak ve yaşayarak eğitimdir; Köy Enstitüleri serbest okumalar ve özgürce tartışmalardır; Köy Enstitüleri, sanat ve edebiyatla birlikte yaşamaktır; Köy Enstitüleri üretici kooperatifleridir; Köy Enstitüleri, Türkiye’de tüm sendikal eylemlere örnek oluşturmuş devrimci örgütlenmedir; Türkiye Öğretmenler Sendikası’dır (TÖS)…
Köy Enstitüleri, saatlerce anlatılsa da sonuna varılamayacak bir okyanus zenginliğindedir.
TÖS, 12 Mart 1971 darbesinden sonra kapatılıp neyi var neyi yoksa elinden alınan tek kurumdur. ABD uşağı generaller tarafından yapılan darbelerin ilk amaçlarından birisi de Köy Enstitüleri’nin izlerini yok edip, o okuldan çıkan devrimci köylülerin başlattığı seküler yaşam yerine din bezirgânlığını sahneye sürerek Türkiye’yi itiraz etmeyen, etnik çatışmaların, mezhep kavgalarının yaşandığı bir karanlığa sürüklemekti.
1946 yılında, Cumhuriyet’in kurucusu Gâzi Mustafa Kemal’in sonsuzluğa göçüşünden sonra Anadolu’da yeniden başkaldırmaya başlamış, Anadolu köylüsünün bin yıllık belalısı Tefeci Bezirgânlık ile devlet kasalarında biti kabarmış Finans Kapital ağalarının emperyalist şirketlerle aynı yatakta buluşma istençleri sonucu ortaya çıkmış Demokrat Parti ile gericileşerek aynı yola koyulmuş zamanın CHP’si el ele verdiler; adım adım gerilettiler, bir süre sonra da kapattılar Köy Enstitüleri’ni. 1946 yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü Müdürü Rauf İnan, arkasından Köy Enstitüleri’nin kurucusu Baba Tonguç’un en büyük destekçisi Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel görevlerinden alındılar. Milli Eğitim’in başına Köy Enstitüleri düşmanı Reşat Şemsettin Sirer getirildi.
Köy Enstitüleri, “dalından koparılmış ham meyva” oldu ama ölmedi, yaşıyor, yaşayacak; bu halkın bağrında çiçek açtı, meyve verdi bir kere o; Anadolu ve Urumeli toprağında derin izler bıraktı.
Anam Perihan ve Babam Dursun Akçam, Köy Enstitüleri’nde yetişmiş iki öğretmendir. Anamın babası Kemal Bey (Akıncı) Kurtuluş Savaşı kahramanlarından bir kurmay subaydır. Savaş bitiminde kendi isteğiyle Hanak’ta köy öğretmeni olmuş, Anadolu Bekdik beyliği soyundan gelen aile bireyleri gibi Bekdik değil, Akıncı soyadını almış, Artvin Tapu Müdürlüğü’nde görevli iken karlı bir kış günü geldiği Hanak’ta, çocuklarının yanında hastalanıp ölmüştür. Perihan, bir yetim kız olarak Orta Hanak köylüsü dayılarına sığınmış, daha sonra Cumhuriyet öğretmenlerinin çabası ile Cılavuz Köy Enstitüsü’ne girmiştir. Dursun ise, Ölçek köyünden çarıklı bir Anadolu çocuğudur… On bir doğum yapıp altısını yaşatabilmiş yoksul Seyhat Ana’yla, Ahıskalı Deli Eyüp’ün oğludur. Cılavuz’da tanışıp evlenen, aile kuran anamın ve babamın hikâyesi, Köy Enstitüleri gerçeği ile birebir örtüşen bir örnektir.
Dursun Akçam, devrimci bir öğretmen, yazar, gazeteci olarak yaşadı; tutuklandı, askeri cezaevlerinde yattı, arkasından ölüm tehditleri aldı, sığınmacı olarak yaşamak zorunda kaldığı Almanya’da, Hamburg’da adı bir kıyıya verildi. Ardahan’da Dursun Akçam Kültürevi’nde, Dursun Akçam Ormanı’nda, her yıl aralıksız yapılan kültür ve sanat günlerinde adı yaşıyor, yaşayacak. Perihan, doksan beş yaşında, ülkesinin geleceği için oy vermeye giden, yolda karşılaştığı herkese “Günaydın” diyerek öğretmenliğini sürdüren bir eğitim emekçisidir.
Bugün, Tekirdağ’da Köy Enstitüleri’ni konuşacağız. 20 Nisan Pazar günü, saat 13.30’da, Ankara Etimesgut Atakent Kültür Merkezi’nde de Dursun Akçam Kültür ve Sanat Vakfı’nın toplantısını yapacağız. Ankara’daki dostlarla buluşacağız; Köy Enstitüleri’ni ve Dursun Akçam’ı konuşacağız.
Anadolu’nun 21 Köy Enstitüsü ocağından biri olan Cılavuz’da yanan ışık Ardahan’dan Tekirdağ’a kadar vuruyor, hep vuracak…
Köy Enstitüleri yaşıyor, hep yaşayacak…
17 Nisan 2025, Alper Akçam (Tekirdağ yolcusu)