Bugün yirmi bir yıl olmuş aramızdan ayrılalı…
Yirmi bir yıl önce ARTIK HEPİMİZLE başlığını bulmuştum uğurlama yazıma.
O, artık hepimizle… Ardahan’da, kapısı yaz kış açık Dursun Akçam Kültürevi ile, Kars yolunda yolcularını uğurlayan binlerce çam ağacının yeşilliğinde, Devrek’ten Karabük’e, Sinop’a, Milas’a, İstanbul’dan Almanya’ya, sayıları yüzü aşan Dursun Akçam Vakfı üyeleriyle, her yıl yapılan Dursun Akçam Kültür ve Sanat Günleri ile gerçekten de artık hepimizle…
Onu Ardahan ve ülkemiz için sembol olmuş bir ad olarak anımsıyoruz, onun adı ve anısı ile bir araya gelmiş mücadele insanı olarak kendi çapımızda iyiliğin, güzelliğin, adaletli olmanın yolunda yürümeye, kimsenin karşısında boyun eğmeden, onurla, özgürce, kardeşçe paylaşarak yaşamaya çalışıyoruz.
18 Eylül 2003 gecesi, saat 24.00 dolayında telefonum çalmıştı. Onun adı yazmıştı ekranda. Ankara’da Gazi Üniversitesi Hastanesi’nde yatıyordu. Ağır hastaydı; bilinci açıktı ama artık sesi de çıkmıyordu. O gece yanında çok sevdiği, mezarı başında gözlerinin yaşardığını gördüğüm küçük kardeşi Kerim’in oğlu Babalo Orhan vardı. “Alo!, Alo baba!” diye seslendim. Ses gelmedi… Belki de bana bir “Hoşça kal” demek istiyordu. O gecenin sabahında Orhan aradı, durumu iyice ağırlaşmıştı. O gün öğlene varmadan da hayata gözlerini yumdu.
Onun aramızdan ayrılışından sonra adına kurulmuş Vakıf ile, Kültürevi ile, Orman ile, bir mücadelenin de adı olmuş babamı düşünürken onun köydeki yıllarını anımsadım. İlk gençliğimi adımlıyordum. Ben bir süredir köydeydim ve O çıkagelmişti bir yerlerden. Köydeki dede evinin kireç boyalı, altı tahta döşeli odasında ona hoş geldin demeye gelmiş yakınlarıyla, köylülerimizle konuşmasını anımsadım. Gözleri ateş saçıyordu adeta. “Siz gece gündüz çalışıyorsunuz, başkaları sizin emeğiniz üzerinden saltanat kuruyor” diyordu. “Burada çalışıyorsunuz, yetmiyor, kış ve bahar mevsimlerinde Ankara’da, İstanbul’da inşaatlarda çalışıyorsunuz, ter döküyor, aç sefil üç kuruş para biriktirmeye çalışıyorsunuz; o yaptığınız evlerde bile oturamıyorsunuz!”
Hayatını bir mücadele insanı olarak tamamladı. Sendika yöneticisi oldu, gazeteci oldu, kitaplar yazdı, toplantılarda konuştu, halkı için cezaevlerinde yattı, sürgünlerde yaşadı… O öldükten sonra binlerce kilometre ötede Hamburg’da bir kıyıya adını verdiler. Ülkesinde o kadar değer verilmedi…
Ölmeden önceki Temmuz ayının 1. Günü, Ardahan’dan ayrılırken, “Oğlum ben bir daha bu memlekete gelmem” demişti. Gelemeyeceğini de biliyordu sanki…
Onun ölümünün 21. Yılına yaklaşırken Ölçek Köyü’nde, köy girişindeki çermeye atılmış çöpleri temizlemek için suya girmiştim. Benim toplamaya çalıştığım çöplerin iğrenç bir görüntü sergilediği o suyun üstündeki köprüden ve yoldan Dursun Akçam’ın ve benim köylülerim geçiyordu. Artık Ankara’da, İstanbul’da apartmanlarda oturuyorlar, onun sağlığındaki döneme göre daha rahat bir yaşam sürüyorlardı. Otomobilleriyle geçtiler yoldan, suyun üstündeki köprüden. Kimisi bakmadı bile bu adam ne yapıyor diye, kimisi “kolay gelsin” diye seslendi, kimisi “Allah razı olsun!” diye… Kimse durmadı, kimse yardıma gelmedi.
Ben gelmeden önce, onun da yakını, belki adını bile bilmediği, belki hiç görmediği Servet Sarıçam, benim bir yazım üzerine köyle Ardahan arasındaki yoldan bir kamyon çöp toplayıp yakmıştı; bunu biliyordum ama… Servet, Dursun Akçam Kültür ve Sanat Vakfı’na üye de olmuştu.
O gün de her gün olduğu gibi Kültürevi’ne gidecektim. 19. Dursun Akçam Kültür ve Sanat Günleri’ni yeni tamamlamıştık. O düşünceli yorgunluk içinde ayağım kaydı, suya düştüm… Dizim yaralandı, cebimdeki telefon kullanılmaz oldu.
Onun aramızdan ayrılışının yirmibirinci yılında, onun oğlu olmaktan onur duyuyorum.
Onun aramızdan ayrılışının yirmibirinci yılında, onun adına kurulmuş vakıfta benimle birlikte, yöreleri, ülkeleri ve insanlık adına mücadele eden Vakıf üyelerimiz ile, o bir avuç güzel insan ile onur ve gurur duyuyorum.
İyi ki yaşamış Dursun Akçam, iyi ki mücadele etmiş ve iyi ki biz onun adı ve anısı etrafında bir araya gelmişiz!
Dursun Akçam Artık Hepimizle!
Gününüz aydın olsun değerli dostlar…