Kendimi bildim bileli doğru bildiğim şeylerin yaşama geçmesi için mücadele ederim.
Bu doğru bildiğim “şeyler” yalnız okullarda ve kendi başıma okuduklarım değil, hayatın nabzına vurarak sınadıklarımdır; bir ömürden bana kalandır.
Düşündüklerimi davranışa geçirme yolunda attığım adımlar sanıyorum çok daha önce başlar ama 1968 yılında, on altı yaşımda Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Sosyalist Fikir Kulübü üyesi olduğum tarihten, 71 yaşını aşalı altı ay olmuş, kırka yakın kitap yayımlamış bir aydın olarak çeşitli meclis, vakıf ve dernekte birikimlerimi güzel insanlarla paylaşmak ve ortak eylem olanakları arıyor olduğum bu günlere kadar uzanan bir süreci kapsar.
Okuduklarım ve yaşayarak öğrendiklerimin başında, dünyanın daha iyiye, daha güzele, daha doğruya evrilmesinde etkili olmuş en önemli etkenin, “insan kolektif aksiyon gücü”, yani “kardeşçe ve birlikte davranışı” olduğu gerçeği gelir.
İnsanoğlunun ve bir parçası olarak yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihine bakarken kendime özgü, çözümleyici adımlar atabildiğim ve ne yazık ki, ülkemizde aydın geçinen bir kesimin ısrarla görmezden geldiği bazı gerçeklere ulaşabildiğim kanısındayım.
20. yüzyılın başında yeryüzünü kan ve ateşe boğan, sömüren emperyalizm ve kapitalizm karşısında iki devrimci güç eylem birliği içine girmişti. 1917 Ekim’inde despot Rus Çarlığı’nı devirerek Marks’ın ışıklarını yaktığı “sınıfsız toplum”a varmak için bir kapı aralamış Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile ülkesini dört koldan sarmış, topraklarını işgale çıkmış kendisinden çok daha donanımlı ordular karşısında dişle tırnakla mücadele ederek bir mazlum ülkenin emperyalizm karşısındaki ilk zaferini, kutsal Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin, dünya çapında büyük değişim ve dönüşümler sağlamış bu iki gücün dayandığı temel, kendi ezilen yığınlarının “kolektif aksiyon gücü” idi.
Süreç içinde her iki komşu ülke yönetimi de o gün için yanına alabilmiş olduğu halk gücü ile birleşip bütünleşebilmeyi başaramadı. İktidar erkini, ezilen sınıflar ve üretici halk yığınları yerine, onlar adına hareket ettiğini söyleyen, devrimci tutumu yönetmeyi becerememiş siyasi partiler ve gruplar aldı.
Yarını heyecanla bekliyorum. Hayattan ve okuduklarımdan bana kalan zihnimdeki tortuları dostlarımla paylaşacağım. “Köy Enstitüleri”nden söz ederken neden ısrarla “Aydınlanma” yerine “Rönesans” diyorum? Devrimci eğitimci, Akçadağ Köy Enstitüsü kurucusu Şerif Tekben’in 1 Kasım 1961 tarihinde “İmece” dergisinde yayımlanmış araştırmasında ilkokula sahip köylerle ilkokul eğitimi görmemiş köyler arasında gelişmişlik bakımından bir fark bulamamış olması karşısında neler söyleyeceğiz?
Osmanlı modernleşme çabaları ile Türkiye Cumhuriyeti uygulamaları arasındaki fark nedir? Cumhuriyet, bazı aydın ve politikacıların iddia ettiği gibi kültürde kopuşa yol açmış bir “reddiye” midir?
Konuşacak, tartışacak o kadar çok şey var ki…
Konuşmadan ve bildiklerimizi birbirine vuruşturmadan doğru yolu bulabilmek ise olası değil…
Gününüz aydın olsun değerli dostlar. 19 Kasım 2023 günü, Saat 19.19’da birlikte olalım.
18 Kasım 2023, Alper Akçam