Ben Luke

AHABER1
Getting your Trinity Audio player ready...

Mutluluk diliyor ve bu mutluluğu size koşulsuz verecek birini arıyorsanız, bizimle dostluk kurmayı deneyebilirsiniz. Biz, her durumda ve koşulda sizin en iyi arkadaşınız oluruz. Çoğunlukla işler zorlaştığında, herkesin sizi terk edeceği ancak bizim gibi sadık bir dostun sizi asla terk etmeyeceğini bizimle yaşayanlar bilir. Sevgimiz, bize dostluk gösteren insanları korumak için her şeyi yapacağımız anlamında koşulsuzdur. Duygularımızı, sizin hiçbir koşulda yapamayacağınız biçimlerde ifade ederiz. Bize dostlukla dokunan bütün yürekleri, yaşadığımız sürece, sevgiyle ısıtacağımızdan kuşkunuz olmasın.

Ben, en başından beri şanslı bir köpek olduğumu düşünüyorum; bazı zorluklar yaşasam da.

Bir çiftlikte doğdum. Annem, sevgisini bana ve kardeşlerime hiç esirgemeden verdi. Sütünü ve sıcaklığını kardeşlerimle birlikte aldık. Bize çok iyi baktı. Kardeşlerimle birlikte uyumayı, onlara sokulmayı, oyun oynamayı, toprakta yuvarlanmayı, kedilerin peşinden koşmayı çok severdim.

Bir gün çiftlikte yangın çıktı, çiftlikle birlikte bizim kulübemiz de yandı. Elektrik kaçağı varmış. Yangında, benim dışımda herkes, yani bütün ailem öldü. Çok üzücü günler geçirdim. Yapayalnız kaldım. Küle dönüşen çiftlikten çıkıp, uzaklara gitmek istedim. Yola çıkacağım gün, gelip beni aldılar. Uzun bir yolculuktan sonra diğer tüylü kardeşlerimin yaşadığı üç yanı duvarla, ön kısmı ise demir çubuklarla kapatılmış daracık bir yere koydular. Orada acayip kötü günler geçirdim. Sürekli havlıyordum. İstediğim gibi hareket etmek, çimlerde yuvarlanmak, toprağı koklamak, nefes nefese koşmak, özgürce gezmek istiyordum. Bunların hiçbirini yapamadığımdan ötürü, çok ama çok mutsuzdum.

Barınak sahiplerinin dediğine göre aşırı tepki veriyormuşum. Susmaksızın havlıyor, demir çubukları kemiriyor, kafamı aralarına sokmaya çalışıyor ve sürekli kuyruğumla oynuyordum. Diğer kardeşlerime yaptıkları gibi bana da ilaç vermeye başladılar. İlaçtan sonra sessizleşip uyuyordum. Hiç hareket etmek istemiyordum. Öylesine yorgun düşüyordum ki ayaklarım sanki beni çekmiyordu. Bana verdikleri ilaç, delilik ilacıymış. Kafese kapatılan hayvanlarda çok sık görülen bir durummuş, yaşadığım delilik. Kapatıldığımız kafesteki hayatın, benim yaşadığım ve bildiğim hayatla hiçbir ilgisi yoktu. Ben, doğada yaşamak istiyordum, onlar ise bizi ilaçlar yoluyla sersemletip, susturuyorlardı. Sıkıntımızı, üzüntümüzü, yalvaran sesimizi, öfkemizi, işitmedikleri gibi, bir de ilaç vererek bastırıyorlardı.

Barınağa zaman zaman insanlar geliyordu. Kafeslerin önünde duruyor, yavaş adımlarla yürüyor, sonra da içimizden birilerini seçip alıp götürüyorlardı. Daha önce gelen ve beni seçmek isteyenlere karşı hiçbir yakınlık duymadım. Ta ki onu görünceye değin. Göz göze geldik. Endişemi sezmişti. Pür dikkat beni izliyordu. Demir çubukların arasından elini uzattı ben de elini yaladım. O anda, ‘evet, benim dostum bu olmalı,’ dedim. Kocaman olmama rağmen beni kucağına aldı. Arabasına kadar nazikçe taşıdı. Kucağına oturdum. İşte o zaman, onun, sonsuza değin benim ailem olacağını hissetmiştim.

İlk geceden itibaren Burak’ın yatağında uyudum. Yatağın ayakucunda değil, yanında uyudum. Annemle yaptığım gibi, hemen sokulmama, ona sarılmama, onu yalamama, izin verdi. Evin ön bahçesinden daha büyük bir arka bahçesi ve bahçenin ortasında kocaman bir havuz vardı. Havalar ısınınca, birlikte havuzda yüzerdik. Boğulmayacağımı biliyordum. Çünkü Burak beni her zaman keskin gözleriyle takip ediyordu. Bazen panikliyordum, hemen yanıma gelip bana sarılıyordu. Çok neşeli günler geçiriyordum. Lezzetli ve sağlıklı yiyeceklerle beni besliyordu ama bazen geçmişi özlüyordum. ‘Keşke burası da doğduğum çiftlik gibi açık bir yer olsaydı,’ diyordum. Tasmasız dışarı çıkıp her şeyi keşfetmeye heveslendiğimi itiraf etmeliyim ama sorun değildi artık alışmıştım.

Burak beni her sabah ve akşam yürüyüşe çıkardığında, bütün sokakları ve parkları keşfetmek için bolca fırsatım oldu. Burak, güneşin doğuşunun ve batışının fotoğrafını çekerken ben de onu ilgiyle izliyordum. Gökyüzündeki manzaralar, kokular, ah o diğer köpekler, özellikle de Lili, çiçekler, ağaçlar, kediler, sincaplar ve insanlar… Çok mutlu oluyordum.

Arabayla başka bir yere seyahat ettiğimizde yeni manzaralar ve kokular da keşfediyordum. Kimi zaman boş arazilerde tasmasız dolaşıyordum. Sonbahar yapraklarının içine burnumu daldırmak ve diğer köpeklerle koklaşmaya ise bayılıyordum.

Alış-veriş merkezlerini sevmezdim. Çünkü alış-veriş merkezlerine gittiğimizde, ben arabada beklemek zorunda kalırdım. İşte o zamanlar, çok sıkılırdım. Burak’ın arabaya doğru gelişini görünce, bütün sıkıntım, rüzgârın dağıttığı bulutlar gibi birdenbire dağılıverirdi.

Epeydir, eklemlerimde ve bedenimde ağrılar hissediyorum. Sık sık ishal oluyorum. Zaman zaman da dışkımdan kan geliyor. Son zamanlarda biraz zorlukla yürüyorum. Hasta olmadan önce çok güçlüydüm, yürüyüşe çıktığımızda, Burak beni tutmakta zorlanıyordu. Özellikle de Lili’yle karşılaştığımızda. Lili’nin peşimden koşmaya bayılıyordum. Lili çok hızlı koşuyordu, rüzgâr bile ona yetişemiyordu. Onun sahibi ve tasması yoktu, tek başına dolaşıyordu. Lili’yi görünce, onun gibi ben de kendimi ve her şeyi unutuyordum. Burak’ı peşim sıra sürüklüyordum. Bana yetişmekte zorlanıyor, bazen de tökezleyerek yere düşüyordu. İşte o zamanlar bana çok kızıyordu ama kızgınlığı çabucak geçiyordu. Şimdi adım atmaya bile dermanım yok.

Burak beni Köpek Hastanesine götürdü. Veteriner beni muayene ediyor, sedyenin üzerindeyim ve bugüne değin yaşadığım hayatı sizinle paylaşmak istedim. Son nefesime kadar da bunu yapacağım. Veteriner lenf kanseri olduğumu söyledi. Üç aylık ömrüm varmış! Veteriner öyle söylese de ben kendimi çok kötü hissediyorum. Birkaç gün içinde öleceğimi biliyorum. Her şey toprak kokuyor. Bilirsiniz, bizim sezgilerimiz çok güçlüdür. O kadar kötüleştim ki yürümek bile gerçekten çok acı veriyor. Hiçbir şey yiyemiyorum, yalnızca su içiyorum. Çoğu zaman, kalkıp işemeye bile gücüm olmuyor. Popomdan sürekli kan geliyor.

Burak, çıldırtıcı bir sessizlik içinde etrafımda dönüp duruyor. Ben, onu neşelendirecek hiçbir şey yapamıyorum. Evin içini koyu bir karanlık sarmış gibi. İçine girilemeyecek kadar derin bir karanlık. Günün saatlerini ıstırap içinde geçiriyoruz. Burak’ın gözlerinde, yürek parçalayan bir çığlığa benzettiğim umutsuzluk dolaşıyor.

Verdiği ilaçları güçlükle de olsa yutuyorum. Göz kapaklarımı açmakta zorlanıyor, sürekli uyumak istiyorum. İlaçlardan mı yoksa hastalığımdan mı kestiremiyorum? Burak ağlıyor, nedenini biliyorum. Aslında çok uykulu olmasam, ona sarılıp yüzünü yalayacağım fakat hiç dermanım yok. Derin bir uykunun beni teslim aldığını hissediyorum.

Burak’la her zaman olduğu gibi sabah yine sokağa çıktık. Evin ön bahçesindeki kuru yaprakların üzerine çişimi yaptım. İçeri girecektik ama ben biraz daha yürümek istedim. Birlikte sitenin girişine kadar gittik.

Yeni biçilmiş çimlerin üzerine uzandım. Vakit gelmişti. Veda zamanıydı. Gökyüzünde yine karmakarışık bulutlar var ama Burak fotoğraf çekmiyor. Dizlerinin üzerine çömelmiş, acı içinde bekliyor ve durmaksızın beni okşuyor. Toprak serin, tam sevdiğim gibi. Burak, buğulu ve acılı sesiyle beni ne kadar sevdiğini anlatıyor. Ilık bir esinti içindeki sözcükler, kulaklarıma doğru sessizce akıyor.

Arkamda bırakacağım kocaman boşluğun acısı, sevgili dostuma çok üzüntü verecek, biliyorum. Gözlerimdeki sevgi, şefkat, minnet ve sadakatle yüzüne bakıyorum. Burak, ilkbahar yağmurları yüreğinden taşıyormuş gibi içli içli ağlıyor. Kederle dökülen gözyaşlarının kokusunu benim gibi beyaz bulutların hatta rüzgârın da sezdiğini hissediyorum. Benim kederimin yükünü taşıyacak sözcükleri arıyorum ama bir türlü bulamıyorum.

Exit mobile version