Getting your Trinity Audio player ready... |
Haber : Atilla YÜCEAK
1900’lü yıllardan başlayarak depremler batıya doğru kaymakta olduğu yüksek yıkım gücüne sahip olacağı bilim insanları tarafından öne sürülmektedir.
Marmara bölgesi,
özellikle de önümüzdeki 30 yıl içerisinde İstanbul yakınlarında yıkıcı bir deprem beklendiği ısrarla söylenerek savlanmakta.
Marmara Denizi’nde Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde meydana gelmesi beklenen deprem;
Marmara bölgesi ve İstanbul’un önündeki en önemli sorunlardan biri.
2019 yılında yapılan tespit çalışmasına göre yaklaşık Marmara bölgesinde 800 bin binanın olası bir depremde hasar alması bekleniyor. Ayrıca, olası bir depremin yalnızca yapı stokuna değil, kentin alt yapısına da büyük hasar vereceği öngörülüyor.
Kocaeli bölgesinde özel araştırma ve çalışmalar yapan ve bu konuda önemli bir rapor hazırlayan Akademisyen Dr. Arif Yılmazoğlu bölgede yaptığı çalışmalar hakkında Haber Sol Medya‘ya önemli açıklamalar yaptı.
Dr.Arif Yılmazoğlu görüşlerini şöyle dile getirdi:
“ARAP ÖLDÜKTEN SONRA PİLAVI GÖĞSÜNE DÖKELİM!
Kocaeli ilinde onlarca yapı herhangi bir etki olmaksızın kendi kendiliğinden ya da 4-5 büyüklüğündeki depremlerle yıkılma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu söz konusu yapıların 1999 depremi ve sonraki artçı sarsıntılardan dolayı yapısal elemanlarında (kolon, kiriş vb.) ciddi çatlaklar ve yarıklar tespit edilmiştir. Hatta birçok yapıda bazı kolonların ortadan ikiye ayrıldığını tespit ettik. Bu yapılarda donatı elle ufalanabilir vaziyette ve beton avuç içinde dağılabilecek kadar kötüdür ve korozyon önemli boyutlardadır.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, İMO Kocaeli ve Kocaeli Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü iş birliği çerçevesinde 1999 öncesi yapıların hızlı tarama yöntemi ile değerlendirilmesi projesi kapsamında bu hususları raporlaştırdık. Hatta bu söz konusu yapıları “ÖNCELİKLİ” olarak not düştük. Lakin kendi kendiliğinden bile çökme tehlikesi ile karşı karşıya olan bu yapılara ait tek bir işlem yapılmamış ve hala insanların bu yapılarda oturduğunu müşahede ediyorum. Bir kere daha ifade ediyorum, “ÖNCELİKLİ” olarak rapor edilmiş bu yapılarda oturan vatandaşlarımızın bir an önce güvenli yapılara yerleştirilmesi hayatı bir önem taşımaktadır.
Kocaeli’nde 1999 öncesi yapılmış yaklaşık 160-170 bin bina bulunmaktadır. %95’inden fazlası riskli bu binaların dönüşümü ile alakalı ciddi bir adım mevcut değildir. 17 Ağustos 1999 Depremi’nin üzerinden yaklaşık 26 yıl geçmesine rağmen Kocaeli’nde riskli binaların dönüşümü konusunda elle tutulur bir gelişme mevcut değildir. Binlerce vatandaş riskli binalarda oturmaya devam etmektedir. Maalesef gerek yerel yönetim gerekse merkezi yönetim 1. Derece deprem bölgesinde bulunan Kocaeli’nin depreme karşı dirençli bir şehir oluşmasını sağlama açısından sınıfta kalmıştır.
AKP iktidarı döneminde 2003-2022 yılları arasında yaklaşık 700 milyar TL (687.6 milyar) deprem vergisi toplandı. Bu 20 yılın inşaat maliyeti göz önüne alındığında bu para ile 96 m2 büyüklüğünde 1 milyon 211 bin adet konut inşa edilebilirdi. Bugün binlerce vatandaşımız konteyner kentlerde insan onuruna yakışmayan bir tarzda değil, insan onuruna yakışır güvenli ve sağlam binalarda oturabilirdi. 2018 yılında çıkarılan imar affı ile 1999 depreminin üssü olan Kocaeli’nde hiçbir mühendislik hizmeti almamış ve denetim görmemiş 78321 haneye yapı kayıt belgesi verildiği gerçeğini de bir köşeye not etmek gerekir. Ayrıca Kocaeli imar affı ile en fazla yapı kayıt belgesi alan şehirler arasında 10. sırada bulunduğu acı gerçeğini bilmem ki nereye koymak gerekir !
Belli bir bilinç düzeyine sahip vatandaşlar riskli olarak düşündüğü binalar için deprem risk analizini yaptırıyor. Ancak bu analiz sonucunda binanın yıkılması ya da güçlendirilmesi gerekmesi durumunda vatandaşın ekonomik olarak buna gücü yetmiyor. Riskli yapı olduğu tespit edilen binalarda oturan kişilere, idare tarafından altmış günden az olmayacak şekilde bir süre verilir ve yapı verilen bu süre içerisinde boşaltılmalıdır. Dolayısıyla ev sahipleri ya da kiracılar evsiz kalma gerçeği ile yüz yüze kalıyor. Bu yüzden vatandaşlarımızın önemli bir kısmı bu olumsuz durumla karşılaşmamak için evi riskli bile olsa ve başını sokacak başka bir evi mevcut olmadığı için deprem risk analizini yaptırmak istemiyor. Ne yazık ki insanımızın çoğu bilim ile yoksulluk arasında gelgitler yaparken deprem denilen çıplak bir gerçeğin ansızın kurbanı olmaktadır. Sahada çalıştığım dönemde kolonları çatlamış evlerin sahiplerine/kiracılarına amca/teyze bu yapı güvenli değil, başka bir eve taşının dediğimde “oğlum bu maaşla nereye taşınalım, nasıl ev alalım !” sözünü bu kulaklar o kadar çok işitti ki sözün yerini acı suskunluk aldı…
Ülkemizde çalışan kesimin yaklaşık %50 si asgari ücret ve asgari ücret düzeyinde bir maaş almaktadır. 22.104 TL ile açlık sınırının altında bir maaş ile çalışan asgari ücretli bir insanın ya da 14.500 TL ile ölmemek için direnç gösteren bir emeklinin güvenli ve kaliteli bir yapıda oturması ülkemiz şartlarında ancak bir hayal ürünüdür. Bir asgari ücretlinin İzmit merkezde depreme karşı güvenli, 3+1 daireyi (ortalama 6 milyon TL) alabilmesi için hiçbir harcama yapmaksızın tam 22 yıl çalışması gerekmektedir. Bu durum emekliler için ise 35 yıla tekabül etmekte olup ömür yolunun yarısı sadece bir ev için tüketilmiş olmaktadır.
Peki neden deprem gerçeğinin hemen yanı başında yoksulluğu konuştuk ! Çünkü bizim ülkemizde güvenli olmayan/riskli yapılarda ikamet eden insanların depremden dolayı ölmesi, yoksulluk gerçeği ile birebir örtüşmektedir. Yaşar Kemal “bir ülkede yoksulluk varsa onu yazmayan yazar değil, insan bile olmaz” der ve devamında “yoksulluk insanlığın en aşağılanmış yeridir” diyerek yoksulluğun çok boyutlu olumsuz çıktılara yol açtığına değinir.
İnsanlar enkazın altında kalıp öldükten sonra “ah vah tüh…” demenin ve sorumlu aramanın ve birilerini günah keçisi ilan etmenin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur…
Tebrik ederim 👏🏻👏🏻
Dr. Arif Yılmazoğlu’nu tebrik ediyorum