Advert Advert
  1. Haberler
  2. Uncategorized
  3. Ünlü tarihçi Sinan Meydan’dan, Daron Acemoğlu’na ‘Atatürk’ yanıtı: ‘Sığ ve yanlış bir tarih okuması…’

Ünlü tarihçi Sinan Meydan’dan, Daron Acemoğlu’na ‘Atatürk’ yanıtı: ‘Sığ ve yanlış bir tarih okuması…’

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Getting your Trinity Audio player ready...

SOLMEDYA –  Daha önce CHP’nin eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekonomi danışmanlığını yapan, Nobel ödüllü ekonomist Daron Acemoğlu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve inkılaplarını eleştirdi.

10 Kasım’da yayımlanan programda Daron Acemoğlu’nun ifadeleri tepki çekti.

“ELİNDE OPSİYON OLMASINA RAĞMEN TAM TERSİNİ YAPIYOR”

Acemoğlu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk hakkında Gazeteci Fatih Altaylı’nın YouTube kanalında şöyle konuştu:

“Atatürk, o sırada politik sistemi açabilmek gibi bir elinde opsiyon olmasına rağmen tam tersini yapıyor. Elinde gücü merkezileştirmeye çalışıyor. Yani mümkün müydü gerçekten daha demokratik bir şey olması? Belki de mümkündü. Niye? Çünkü Osmanlı’dan başlayarak, yani I. Dünya Savaşı’ndan önceki parlamentolara bakarsanız daha çoğulcu bir sistem var. 

İlk, İstiklal Savaşı sırasında bile var. İyice şeyini, Atatürk eline geçirmeden önce. Ve Atatürk tabii ki bunu yapmasının nedeni belki öbür türlü savaşın efektif olmayacağını mı düşündü? Ama aynı zamanda nereden geldiği de önemli.”

“HALKA BİR ŞEYİ EMPOZE EDERSEN BU SONUNDA GERİ TEPİYOR”

“İttihat ve Terakki Partisi’nden geliyor ve İttihat ve Terakki Partisi… İttihat ve Terakki bir kurum olarak, bir düşünce olarak tabii ki demokrasiye çok yakın değil. Çok yukarıdan ve onun dışında bir sistem olsa, özellikle, daha muhafazakar kesimi biraz daha sistemin içine almanın başka bir yolu var mı? Önemli olan bu konu. Çünkü yani sonuçta halka bir şeyi empoze edersen bu sonunda geri tepiyor. Yani bunun başka hiçbir yolu yok. Hiçbir yerde biz bunu empoze ettik de geri gelmedi yok. 

Bazı şeylerde çok o empoze, çok özel zamanlarda olursa, örneğin işte Fransa’da Napolyonik,şeyler, savaşlar zamanında, savaştan dolayı belki geçiyor. Ama onun dışında hemen hemen hiç örneği yok. O yüzden daha baskıcı değil de daha çoğulcu bir şekilde yapmanın mümkün olduğunu düşünüyorum ben o zamanki reformların. Ve o yüzden ve bunun da çok büyük bir önemi var. Çünkü Türkiye’nin demokrasisinin problemini ben başından beri sivil toplumun çok zayıf ve gücün de devleti kim kontrol ediyorsa elinde merkezileşmesi. Atatürk’e de geri gidiyor.”

Bu sözlerinin ardından Cumhuriyet yazarı, ünlü tarihçi Sinan Meydan‘dan tepki geldi.

“SIĞ VE YANLIŞ BİR BAKIŞ AÇISI…”

Meydan, X’ten yaptığı paylaşımda, “Sığ ve yanlış bir tarih okuması… Acemoğlu’nun bu yakın tarih okuması ve Atatürk’e bakışı, Atatürk ve laik Cumhuriyet karşıtı İkinci Cumhuriyetçilerin, kimi liberaller ile siyasal İslamcıların temelsiz ve çarpık tezlerinin tekrarı… Yani Acemoğlu yeni bir şey söylemiyor” ifadelerini kullandı

“Acemoğlu’nun tekrarladığı bu eski tezlere yanıt verelim” diyen Meydan, şu ifadeleri kullandı:

1. “Atatürk politik sistemi açmak yerine gücü elinde merkezileştirmeye çalıştı,” diyen Acemoğlu, Türkiye’de Atatürk’ün, Cumhuriyeti kurduğu yıllardaki sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve siyasi yapıyı ve Atatürk’ün Türkiye’de bir DEVRİM yaptığı gerçeğini tamamen göz ardı ediyor.

1920’lerde 1930’ların Türkiye’sinde “politik sistemi açmak” nasıl mümkün olacaktı? Cumhuriyetin ilanını erken bulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TPCF) ile mi? TPC’yi kuranların hangisi hilafetin kaldırılmasını, hangi laikliği savunuyordu? Boğazımda padişahın ekmeği var diyen TPCF’li yok muydu?  TPCF kurucuları önce saltanatın sonra hilafetin kaldırılmasına karşı çıkmadılar mı? Bir TPCF’li “Harf devrimi bizi bolşevik yapar” demedi mi?

10 yıllık savaştan çıkmış, Aydınlanma ve Sanayi devrimlerini yapmamış, yüzde 90’ı, 95’i okur-yazar bile olmayan, nüfusunun yüzde 60’ını oluşturan kadınların medeni ve siyasi neredeyse hiçbir hakkının olmadığı, kadının bırakın sahneye çıkmasını, erkek doktora muayene ettirilmediği, trenlerde, vapurlarda perde ile ayrılan özel bölümlerde seyahat edebildiği, bazı yasal düzenlemelere rağmen kız çocuklarının okula gönderilmediği,

ağalık, tarikat, cemaat düzeninin egemen olduğu, en yaygın eğitim-öğretim kurumunun bozulmuş, yozlaşmış medreseler olduğu, yüksek lise görünümündeki bir Darülfünun dışında bilim üreten tek bir kurumun olmadığı, nüfusunun yüzde 70’i hastalıkların pençesinde, yüzde 85’i köylerde yaşayıp ilkel yöntemlerle yapılan tarımla geçinen, biat kültürünün egemen olduğu, insanların soy adına bile sahip olmadığı, tebaanın henüz yurttaşa dönüşmediği, ulus bilincinin gelişmediği, saltanatın, hilafetin olduğu, demokratik kurumların olmadığı bir din tarım toplumunda ve Osmanlı’nın neredeyse her şeyi yabancılara bıraktığı, devletin neredeyse hiçbir şey üretemediği, borçlu ve bağımlı bir düzenden çıkış sürecinde Atatürk politik sistemi nasıl açacaktı? Çok partili demokratik sistem kurarak mı?

Böyle bir yapıda çok parti kurmak neyi çözecekti? 

Yüzlerce yıllık saltanat, hilafet, mederse, tarikat, cemaat, ağalık gibi kurumların milyonlarca taraftarının olduğu, yüzde 90’ı okur-yazar olmayan, toplumun yarısından fazlasını oluşturan kadınların neredeyse hiçbir hakka sahip olmadığı bir din tarım toplumunda çok partili sistem kurmak Atatürk’ün hiçbir devrimini yapamaması demekti. Bu durumda ne saltanat ve hilafet kaldırılabilir, ne cumhuriyet ilan edilebilir, ne medreseler kapatılabilir, ne şeriat hukuku yerine laik hukuk benimsenebilir, ne kadınlara medeni ve siyasi haklar verilebilir, ne yeni harfler kabul edilebilir, ne kul bireye, tebaa yurttaşa dönüştürülebilir, ne  ulus devlet kurulup kurumsallaştırılabilir, ne de akıl ve bilim temelli bir aydınlanma gerçelleştirilebilirdi. Atatürk, yüzyılın başında Türkiye’deki siyasal, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel değişimi bir devrimle gerçekleştirdi.”

“ATATÜRK, BUNUN İÇİN CHP’Yİ KURDU…”

“Atatürk, Türkiye’yi her bakımdan çağdaşlaştırıp kalkındıracak devrimi,devrime karşı olan saltanatçılarla, hilafetçilerle, ağalarla, şeyhlerle, şıhlarla, tarikatlarla, cemaatlerle, şeriat hukukunu savunan kitlelerle, emperyalist Batıya eklemlenmiş yerli yabancı ayrıcalıklı kesimlerle, Batıcı kompradorlarla yapabilir miydi? Asla!

Atatürk, bir gerçekçiydi.Toplumsal değişimin ancak bir kadronun gerçekleştireceği radikal bir devrimle mümkün olacağını gördü. Bunun için CHP’yi kurdu.

Yani, Acemoğlu’nun dediği gibi evet,Atatürk gücü merkezikeştirdi, ancak Atatürk,DEVRİMLER yapmak için gücü merkezileştirdi.O devrimlerle oluşan siyasal,hukuki, kültürel,toplumsal,ekonomik altyapı sayesinde Türkiye 1945’te çok partili hayata,1950’de demokrasiye geçti.Türk demokrasi gökten zembille inmedi.”

“ACEMOĞLU, BİLİNDİK LİBERAL EZBERİ TEKRARLIYOR”

2. “Atatürk gücü eline geçirmeden önce Osmanlı’da daha çoğulcu bir sistem vardı!” diyen Acemoğlu, bilindik liberal ezberi tekrarlıyor.

Atatürk’ten önce Osmanlı’nın bu daha çoğulcu sistemi neymiş? Gelin bir göz atalım:

Cumhuriyet öncesinde nüfusun yaklaşık yüzde 60’ının, yani kadınların, ne medeni hakları  ne de siyasi hakları vardı. Düşünün, toplumun yaklaşık yüzde 60’ının medeni, siyasi hakkı yok. Ama Sayın Acemoğlu’na göre bu sistem daha çoğulcu! Kadınsız çoğulculuk?!

Osmanlı’da 1876’da açılan ilk mebusan meclisi 1878’de Padişah II. Abdülhamit tarafından kapatıldı. 3O yıl istibdat dönemi yaşandı. 1908’de II. Meşrutiyetin ilanı ile Osmanlı Meclisi yeniden açıldı. 1909’da Anayasa  demokratikleştirildi. Padişahın yetkileri kısıtlandı. Cemiyet, dernek, parti kurmak serbest bırakıldı, basına sansür kaldırıldı. Gazeteler, dergiler çıktı. Cemiyetler, dernekler kuruldu. İttihat ve Terakki bazı reformlar yaptı. (Aile Hukuku Kararnamesi, milli ekonomi hamlesi, takvimin değiştirilmesi, medrese reformu vb.) Herhalde Acemoğlu, “Atatürk’ten önce daha çoğulcu sistem vardı!” derken 1908’de II. Meşrutiyette yaratılan bu hürriyet ortamından söz ediyor olmalı.30 yıldır devam eden hürriyet mücadelesi sonunda Meşrutiyetin ilanı,evet bir hürriyet getirdi.Ama bu geçici oldu.

Bu dönemde birçok parti de kuruldu. Çeşitli fikir akımları da tartışıldı. Peki Cumhuriyet öncesi gerçekten “çoğulcu bir sistem” kuruldu mu? Örneğin, gerçekten çoğulcu ve demokratik seçimler yapılabildi mi?

Dönemin en büyük siyasal gücü İttihat ve Terakkinin, kısa sürede muhalefeti susturduğunu, “Ordu ile  siyaseti ayıralım” diyen Mustafa Kemal’i dışladığını Acemoğlu da biliyordur. 1912 seçimleri tarihimize SOPALI SEÇİMLER olarak geçmedi mi? 1913’de İttihat ve Terakki,bir DARBE (Babı Ali Baskını) ile iktidara el koymadı mı? 1913’ten 1918’e Osmanlı sistemi aslında tek bir partinin yönetiminde, denetiminde kalmadı mı? Bu dönemde saltanat ve hilafet -yetkileri sınırlanmış olsa da- devam etmedi mi? Sayın Acemoğlu, bu mudur “Daha coğulcu sistem?”

1918’de İttihat ve Terakki kendi kendini feshedince “daha çoğulcu” dediğiniz sistem ne oldu? İngiliz işbirlikçisi Padişah Vahdettin,iki kere,1918’de ve 1920’de Meclisi kapatmadı mı?

Tanzimat, hatta öncesinde başlayan Osmanlı modernleşmesi sonunda “Hasta Adam” Osmanlı iyileşti mi? Devlet dağılıp parçalanmaktan kurtulabildi mi? Yoksa,parçalanma süreci hızlandı mı? Yapılan bazı reformlar ülkenin çağdaşlaşmasına yetti mi? Daha çoğulcu sistem dediğiniz sistemde insanlar kul olmaktan kurtulup birey, tebaa yurttaş olabildi mi? Halkın ulus bilinci yeterli miydi?Bu, “daha çoğulcu” dediğiniz dönemde insanların soyadı bile yoktu Sayın Acemoğlu?

“CUMHURİYETİ KURARKEN MEŞRUTİYET BİRİKİMİNDEN YARARLANDI”

Çok uluslu Osmanlı’nın dinsel temelli çok hukukluluğunu, azınlıklara ve yabancılara tanınan kapitülasyon ayrıcalıklarını “daha çoğulculuk” diye ambalajlamaya kalkıyorsanız, çok hukukluluğun ve kapitülasyon hukukunun yargı bağımsızşızlığını ve Osmanlı’nın egemenliğini nasıl engellediğini, devleti nasıl bir Batı sömürgesi yaptığını bilmiyor olamalısınız!

Atatürk, Cumhuriyeti kurarken Meşrutiyet birikiminden yararlandı ve Meşrutiyeti aşarak Cumhuriyeti kurdu.

Üzerine padişah gölgesi düşmeyen, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu” bir Meclis, açmadan,bunun için saltanatı, hilafeti kaldırmadan, toplumun yarıdan fazlasını oluşturan kadınlara medeni ve siyasi haklar vermeden, aklı ve bilimi dışlayan eski kurumları kapatmadan, değişen zamana uymayan dinsel hukuk yerine laik hukuku benimsemeden, ağalığa, tarikat, cemaat kültürüne karşı çıkmadan, halkın çoğunu okur-yazar yapmadan, ülkenin kendi ayakları üstünde durması için gerekli siyasi, hukuki, ekonomik, kültürel altyapıyı oluşturmadan, bilim üretecek kurumları kurmadan, kulu bireye, tebayı yurttaşa dönüştürmeden, siyasal katılım kültürü yaratmadan, bunun için toplumsal aydınlanmada belli bir aşamaya gelmeden “çoğulcu sistem” nasıl kurulacaktı?

Atatürk, TÜRK DEVRİMİ ile çoğulcu, demokratik sistemin siyasal, toplumsal altyapısını kurdu.

“YAPTIĞI DEVRİMLERİ BİZZAT HALKA ANLATMIŞTIR”

3. “Topluma bir şeyleri zorla empoze ederseniz geri teper!” diyen Acemoğlu, Atatürk’ün devrimlerini topluma zorla empoze ettiğini ima ediyor.

Öncelikle Atatürk’ün tüm devrimlerinin siyasal ve toplumsal bir temeli,bir altyapısı,bir geçmişi vardır. Hiçbir devrim birdenbire düşünülüp ansızın topluma empoze edilmemiştir.Harf devrimi, hukuk devrimi, kılık kıyafet devrimi gibi çok radikal devrimlerin bile 60, 70 yıllık düşünsel geçmişi vardır.

Atatürk,en radikal devrimlerini yaparken yurt gezilerine çıkmış, yapacağı devrimleri halka bizzat anlatmış, bazen de yaptığı devrimleri uygularken yine yurt gezisine çıkıp yaptığı devrimi yine halka anlatmıştır. Örneğin kılık kıyafet devrimini yapmadan önce,  harf devrimini yapmadan önce ve yaptıktan sonra halka gitmiş, yapacağı ve yaptığı devrimleri bizzat halka anlatmıştır.

Geri teper, tutmaz tezine kısaca göz atalım:

Atatürk’ün devrimlerinin üstünden 80-100 yıl geçti.

Tek tek bakalım:

Cumhuriyet: İç ve dış saldırılara, darbelere rağmen rüştünü ıspatladı.Bugün küçük bir saltanatçı hilafetçi grup hariç kimse cumhuriyete karşı değil.

Laik sistem: Önce aklı,vicdanı, hukuku ve kadını özgürleştiren laik sistem, tüm saldırılara rağmen, dünyaya örnek olacak biçimde başarılı oldu.Türk insanının büyük çoğunluğu bugün laikliğin önemini kavramıştır.

Harf devrimi: Harf devrimi yapılırken ancak yüzde 10’u okur-yazar olan toplumun daha 100 yıl olmadan bugün yüzde 98’i okur-yazardır. 1928’den beri yeni harflerle bilim yapıyoruz. Edebiyatımız bu harflerle büyüdü. İletişimimiz bu harflerle gerçekleşti. Türkçemiz bu harflerle öz güzelliğine kavuştu.Bugün küçük bir marjinal grup hariç kimse harflere karşı değil.

Kılık kıyafet devrimi (Şapka devrimi): En radikal Atatürk devrimidir. Amacı, Batıda “Hasta Adam”, ” Barbar Türk” diye adlandırılan Türklerin geri kalmışlığının sembolü haline getirilmiş, alay konusu olmuş,çağ dışı kalmış fesin ve eski kılık kıyafetin yerine şapkadan ayakkabıya tüm medeni dünyanın kullandığı, çağdaş, kılık kıyafetin kullanılmasını sağlamaktı. Şapka Kanununa göre şapka memurlar ve mebuslar içindi.Şapka takmamanın cezası da idam falan değildi.Şapka takmadığı için kimse asılmadı.( İskilipli Atıf, milli mücadeleye ve Cumhuriyete karşı halkı isyan ve irticaya teşvikten asıldı.) Kılık kıyafet devriminin amacı herkese şapka taktırmak değil, fesi çıkarttırmak ve toplumu çağdaş kılık kıyafetle tanıştırmaktı.

Atatürk her konuda olduğu gibi çağdaş kılık kıyafet konusunda da topluma örnek oldu. 1925’te yapılan kılık kıyafet devriminin üstünden 99 yıl geçti. Bugün Türkiye’de – bir zamanlar fesli Kadir hariç- neredeyse hiç kimse fesle dolaşmıyor, toplumun neredeyse tamamı tüm uygar dünyada kullanılan çağdaş kılık kıyafetle dolaşıyor.Yani,en radikal Atatürk devrimi bile 99 yılda neredeyse yüzde 99 başarılı oldu.

Kadın hakları: Atatürk’ün en büyük devrimlerinden biri kadın devrimidir. Cumhuriyetin ilanından sadece 3 yıl sonra aydınlanma süreçlerinden geçmemiş, kadının adının olmadığı bir din tarım toplumunda İsviçre Medeni Kanunu kabul edip kadın erkek ilişkilerini dinsel hukuk yerine çağdaş hukuka bağlı kılmak ve böylece kadına insanlık onura yakışır haklar vermek,modern dünyadaki en büyük devrimlerden biridir. Buna ek olarak Atatürk’ün laik Cumhuriyeti,1934’te kadınlara seçme seçilme hakkı verdiğinde 1935’te TBMM’ye 18 kadın milletvekili girdiğinde henüz Fransız,İtalyan,İsviçre vb birçok uygar ülke parlamentosunda tek bir kadın milletvekili bile yoktu. Bu nedenledir ki 1935 Dünya Kadınlar Kongresi Atatürk’ün himayesinde İstanbul’da yapılmıştır.Çoğulculuk mu dediniz Sayın Acemoğlu? Kadınsız çoğulculuk ve demokrasi olur mu Sayın Acemoğlu? Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyetin en büyük başarısı kadını kurtarmasıdır Sayın Acemoğlu.Bugün Türk kadını her alanda toplum hayatında, kadınlarmız başarılarıyla dünya ile yarışıyor.

Atatürk,Türkiye’yi laik bir ulus devlet olarak kurdu. Uluslaşma ve laiklik olmadan demokrasi olmaz

“Zorla empoze ederseniz geri teper?” Çok haklısınız!

“ACEMOĞLU, ANAKRONİZMİN DİBİNE VURUYOR”

4. Acemoğlu’nun sadece bu röportajını dinlemekle kalmadım. Yayınlanmış kitaplarını da okudum. Anakronizm tuzağına düştüğünü pek görmedim. Ancak ne hikmetse başka konularda anakronizm tuzağına düşmeyen Acemoğlu, konu Atatürk ve Erken Cumhuriyet dönemi olunca amiyane tabirle anakronizmin dibine vuruyor. (*)

Atatürk’ten önce, meclisin üstünde demoklesin kılıcı gibi sallanmaya devam eden -yetkileri kısıtlanmış da olsa- yüzlerce yıllık saltanatı-hilafeti ve bunların taraftarlarını görmezden geliyor.

Toplumun yarısından fazlasını oluşturan kadınların neredeyse hiçbir medeni ve siyasal hakka sahip olmadığını görmezden geliyor.

Osmanlı Meclislerinin çeşitliliğini “çoğulculuk” diye sunup Atatürk dönemi Cumhuriyet Meclislerini eleştirken, Osmanlı’nın çok uluslu yapısını, Cumhuriyetin bir ulus devlet olarak kurulduğunu ve I.Dünya Savaşı’ndan itibaren Türkiye’de Müslüman-gayimüslim arasındaki gerginliği, mübadele sürecini, I.Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin bir emperyalist işgale uğradığını, Cumhuriyeti kuranların bir bağımsızlık savaşı verdiğini, Cumhuriyet kurulurken içten ve dıştan sürekli bir tehdit altında olduğunu; İngilizlerin Cumhuriyete iki yıl ömür biçtiğini, Şeyh Sait İsyanı’nın, Cumhuriyeti daha doğarken boğmayı amaçladığını, bu nedenle Atatürk’ün ve dava arkadaşlarının Türkiye Cumhuriyeti’ni koruyup kollama endişesiyle, yani devrimi karşı devrimcilere yem etmemek için bazı disiplin tedbirleri almak zorunda kaldıklarını görmezden geliyor.

Acemoğlu, sadece 1920’lerde Türkiye’nin siyasal, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik yapısını değil, dünyanın durumunu da görmezden geliyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllarda Avrupa’da sadece İngiltere’de gerçek demokrasi vardır. İsviçre, İsveç, Norveç, Finlandiya, Belçika, Hollanda ve Çekoslovakya kısmen demokrasi vardır. Fransa’da gerçek demokrasi yoktur. Örneğin, savaş çıkar çıkmaz Komünist Partisi’nin yayınları yasaklanmış, milletvekillikleri iptal edilmiştir. Savaştan sonra kurulan Vichy Hükümeti, faşist anlayışın temsilcisi olmuş, Yahudi düşmanlığı konusunda Almanlarla işbirliği yapmıştır. 1924’te Sovyetler Birliği’nde kanlı, baskıcı Stalin dönemi başlamıştır. 1930’ların başında Almanya’da Hitler Nazizmi, İtalya’da Musolini Faşizmi başlamıştır. 1936’da İspanya’da Franco faşizmi vardır. Polonya’da askeri bir darbeyle iktidara gelen Mareşal Pilsudaski diktatörlüğünü ilan etmiştir. Macaristan’ı diktatör Amiral Horthy yönetmiştir. Romanya’da Kral Carol, Yugoslavya’da Kral Aleksandr diktatörleşmişlerdir. Arnavutluk’ta Cumhurbaşkanı Zago kralığını ilan etmiştir. Bulgaristan’da 1923-1935 arasında üç askeri darbe yaşanmıştır. 1936’da Çar Boris diktatör olmuştur. Aynı dönemde Yunanistan’da da birçok darbe yaşamıştır. Son olarak 1936’da darbe yapan General Metaksas diktatör olmuştur. Avusturya’da 1933’te diktatörlük olmuş, 1936’da Almanya ile birleşmiştir. Portekiz’de 1928’den beri Salazar’ın diktatörlüğü vardır. Avrupa bu durumdayken Ortadoğu’da, Akdeniz bölgesinde bir tek demokrat ülke bile yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllar dünyada gerçek anlamda bir diktatörler çağı yaşanmaya başamıştır. Buna karşın Türkiye’demillet meclisi açılmış, egemenlik ulusa verilmiş, ülke halife/sultanların baskısından kurtarılmış, kadınlara siyasi haklar verilmiştir.

“DEMOKRASİNİN KİTABINI YAZAN TEK LİDER ATATÜRK’TÜR”

İki dünya savaşı arasında birçok ülkede meclisler kapatılırken Atatürk Türkiye’si dünyada meclisi açık kalan iki elin parmakları kadar ülkeden biridir.

Atatürk, kendi yazdığı ve 1930’da liselerde okutulan Vatandaş İçin Medeni Bilgiler adlı kitabında da demokrasinin öneminden söz etmiştir. Bir bölüm şöyle:

“Artık bugün demokrasi daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci yüzyıl, birçok baskıcı hükümdarın bu denizde boğulduğunu görmüştür.”

1930’ların faşizm çağında adeta demokrasinin kitabını yazan tek lider Atatürk’tür. Üstelik bu kitabı liselerde okutmuştur.

(*) Anakronizm: Kişi, nesne veya olayların kendi gerçek zaman ve mekânlarından kopartılıp farklı bir çerçeveye oturtulması…

Sinan Meydan’ın paylaşımlarının devamı şu şekilde:

 

Ünlü tarihçi Sinan Meydan’dan, Daron Acemoğlu’na ‘Atatürk’ yanıtı: ‘Sığ ve yanlış bir tarih okuması…’
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin