Kamuoyunun vicdanını derinden yaralayan: Kız Çocukları Davası!

kız çocukları kapak
Getting your Trinity Audio player ready...

Haber/Röportaj: Atilla YÜCEAK

 

Geçtiğimiz günlerde

İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada;

Kız çocuklarının suçu, sinemaya gitmek, bowling oynamak ve Yemek Sepeti’nden sipariş vermek gibi günlük sosyal aktiviteler olduğu kamuoyuna yansımıştı.

Davanın iddianamesine ve bu konuda duruşmaları izleyerek kamuoyunu aydınlatan Av. Hatice YILDIZ,

Dr. Av. Levent MAZILIGÜNEY ve Lale DEMİRKAZAN’ın anlatımlarına baktığımızda, akıl almaz suçlamalar dikkat çekmekte.

 

Neler vardı iddianamede;

Kızların “ders çalışmaları,” “bir araya gelmeleri, kitap okumaları” bile suç olarak değerlendirilmişti.

Savcının çocuklara yönelttiği sorular arasında, “Neden bir araya gelip ders çalıştınız, kitap okudunuz, yemek yediniz?” gibi bizleri şaşkınlığa düşüren akıl dışı ifadeler yer alıyordu.

Bu çocuklar, hayatlarının en masum yıllarını yaşarken, onları “Terör örgütü” üyesi olarak damgalamak, sadece adalet sisteminin değil, toplumsal vicdanın da iflas ettiğini gösteriyor hepimize.

Habere konu olan ve hukukun katledildiği “Kız Çocukları Davası” toplumun her kesiminden yükselen tepkilere neden oldu.

Biz de Haber Sol Medya olarak kendiside bir KHK’lı dostu olan akademisyen,

İnşaat mühendisi Dr. Arif Yılmazoğlu’nun görüşlerine başvurduk.

 

Sayın Yılmazoğlu

Gündemden düşmeyen Kız Çocukları Davası;

Türkiye’nin hukuk sistemindeki çöküşün ve adaletsizliğin en bariz örneklerinden biri değil midir?

Yaşları 13 ila 19 arasında değişen 15 kız çocuğu, sinemaya gitmek, ders çalışmak ve yemek siparişi vermek gibi olağan sosyal aktiviteleri nedeniyle terör suçlaması ile yargılanıyor olması bur hukuk ayıbı değil midir?

Bu dava;

Sadece masumiyetin değil, çocuk haklarının ve insan haklarının da derin bir kriz içinde olduğunu bizlere,

dünya kamuoyuna göster miyormu?

Siz bu konularda ne düşünüyorsunuz?

 

Haber Sol Medya basın grubuna bize bu olanağı sağladığı için çok teşekkür ediyorum.

Israr ve inatla bu konunun üzerine gitmemiz gerektiğine inanıyorum.

 

İNSAN ALDANDI!

Tarih yaprakları 23 Eylül 2024 gününü gösterirken Çağlayan Adliyesi 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hem hukuk hem de insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek bir dava görüldü;

KIZ ÇOCUKLARI DAVASI.

Adalet dağıtması ve adaleti sağlaması gereken kurumlar, bizatihi kendileri hukuk ve adalet kavramını katledip üzerine de beton dökeli çok uzun zaman olmuştu.

Bu duruma alışmamıştık tabii ki…

Kimler adaletsizlik içinde yaşamaya alışabilirdi ki !

Adaletsizlik öyle bir noktaya ulaşmıştı ki hakimler kendi mahkemelerinde kendi koydukları kriterlerle (!) bile yargılanmaktan korkar hale gelmişti.

Her köşe başını adeta bir gulyabani tutmuştu…

Adalet saraylarında adaletsizlik ve zulüm adeta kol geziyordu, bir mahkeme salonundan çıkıp diğerine yetişmeye çalışırcasına…

Çoğunluğunu kadınların teşkil ettiği ve yüzlerinde korku ve endişe taşıyan gencecik başarılı kızların olduğu bir mahkeme salonu…

41 kişinin yargılandığı bu dosyada sanıklardan 22’si kadın ve 25 yaşının altında… 18 yaş altı 15 çocuk ise aileleriyle birlikte gözaltına alınıp kanuna aykırı bir şekilde polis gözetiminde ifadeleri alınmıştı..

Suçları mı?

Çok büyük!

Beraber namaz kılmak, bowling oynamak, birlikte sinemaya gitmek, AVM’de buluşmak…

Bir insan bu iddialardan hiç yargılanır mı, öyle şey olur mu dediğinizi duyar gibi oldum.

 

Peki kız çocukları bu iddialardan yargılanırken siz neredeydiniz (en başta kendime soruyorum) ? Bu kız çocukları ve gençler nereden bilebilirdiler ki bir dönemim mağduru olanların bugünün zalimi olup kendilerini sahip oldukları görüşlerinden ve dinsel faaliyetlerinden ötürü hesaba çekeceğini!

Bu hayatının baharında gencecik fidanlar, kötülükte Mariana çukurundan daha çukur olan bu iktidarın anne babasını adeta “yaşayan bir ölüye” dönüştürmesi yetmezmiş gibi sıranın kendisine de geleceğini nereden bilebilirdi ki…

Bu kadar kötülük bugünün kötülük sahipleri için bile fazladır diye düşünmüş olabilirler ! Ne kötü bir savruluş, ne kötü bir dönüş…

 

Evet insan aldandı!

 

Güçle, makamla, mansıpla, malla mülkle…

Bir gün Yaşar Kemal’e “Neden hep yoksulluk üzerine yazıyorsun?” sorulunca “Bir ülkede yoksulluk varsa onu yazmayan yazar, yazar değil insan bile olamaz.” demişti çağımızın rahmetli dertli yazarı.

Peki bir ülkede adaletsizlik ve zulüm almış başını gitmişse, haksızlıklar ayyuka çıkmışsa, koyunları kurtlar değil çobanlar yemeye başlamış ise, bilenler de bunu söylemeyip susmayı tercih etmiş ise, masumların feryadı göklere çıkmış ise onu yazmayan gazeteci, adaletsizliğin karşısında olmayan ve bunun mücadelesini vermeyen milletvekili ve siyasi parti liderleri, buna “Yeter artık!” demeyen akademisyen, başını deve kuşu gibi kuma sokan sözde insan hakları savunucuları, kalemini hakikat yolunda kullanmayan yazar insan olabilir mi!

 

Sadece hakikati söyleyen Yaşar Kemal söyle ! Tüm bu haksızlıklar ve zulüm karşısında susmayı tercih etmiş ve üç maymunu oynayan bir insan hakiki manada insan olabilir mi?

Kötülüğün babası olan Ebu Cehil bile “Ebu Cehil kadınlara ve çocuklara ilişti dedirtmem” diyerek o bile kötülüğün bir sınırı olduğunu kendince ifade ediyordu…

Veyl olsun kötülükte bile sınır tanımayan güç sarhoşu bugünün zalimlerine!

 

Sayın Avukat Hatice Yıldız hukuken hiçbir karşılığı olmayan ipe sapa gelmez bu iddialar karşısında en çarpıcı değerlendirmeyi yapmıştı:

Bu “Nefes dahi almayın” davasıdır.

Ömer’in adaletini ağzına pelesenk yapan siyasal iktidarın Haccac-ı Zalimden daha kötü olduğunu milyonlarca insan yaşayarak öğrendi…

 

Bugün ülkemizde her farklı kesimden/görüşten/ideolojiden insanlar sadece bir tutam adaletin peşinde… Kimisi onu dahi bulamadan ruhunun ufkuna yürümektedir…

Bugün çeşmelerden oluk oluk su yerine adalet aksa ve ekmek fırınları ekmek yerine adalet dağıtsa yine de toplumun şuan ki adalet açlığını doyuramayacaktır. Her vicdanlı sine tulumbasını alıp bu yangına koşmalıdır. Vicdanlar sakat çıkmadan yarına adaleti sağlamalıyız.

Exit mobile version