Advert
  1. Haberler
  2. Siyaset
  3. 17 Ağustos Gölcük Depreminin 25. Yılı: Alınmayan Önlemler Felaketin Habercisidir!

17 Ağustos Gölcük Depreminin 25. Yılı: Alınmayan Önlemler Felaketin Habercisidir!

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Haber: Atilla YÜCEAK

17 Ağustos Büyük Marmara Depreminin 25. yılı nedeniyle TMMOB Kocaeli İl Koordinasyon Kurulu tarafından düzenlenen etkinlikler kapsamında;

13.08.2024 Salı günü saat 16.00-20.00saatleri arasında Körfez Tütünçiftlik Viyadük altında,

14.08.2024 Çarşamba günü saat 16.00-20.00 saatleri arasında Derince Kent Meydanı’nda Fotoğraf sergisi açıldı.

15.08.2024 Perşembe günü saat 16.00-20.00 saatleri arasında İzmit Yürüyüş Yolu’nda (Belediye İş Hanı Önü) düzenlenen Fotoğraf sergisine oldukça ilgiyi çekti.

Siyasi partilerin, STK’ların ve kalabalık halk kitlesinin katıldığı yürüyüş ve basın açıklaması İzmit belediye işhanı önünden başlayan yürüyüş ile anıtparkta yapılan basın açıklaması ile son buldu.

Yürüyüş sonunda,

TMMOB Kocaeli İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Mehmet Ali Elma şunları söyledi:

“7,4 büyüklüğündeki Gölcük Depremi tüm Marmara Bölgesi’ni etkilemekle birlikte can kayıpları ve ekonomik sonuçları itibariyle tüm Türkiye’yi sarsmıştı.

Büyük Marmara Depremi’nden 12 yıl sonra gerçekleşen Van Depremi’ni, Van Depremi’nden 9 yıl sonrada İzmir Depremi ve 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş Pazarcık’ta başlayıp eş zamanlı olarak Hatay’da devam eden 7,7 ve aynı gün Kahramanmaraş Elbistan merkezli 7.6 büyüklüğünde, artçılarının bile büyük bir deprem ölçeğinde olduğu, ülke tarihimizin en büyük deprem felaketlerini yaşadık.’’ Diyerek konuşmasını sonlandırdı

Ülkemiz tarihinin en büyük depremlerinden biri olarak kayıtlara geçen 1999 Gölcük depreminin üzerinden 25 yıl geçti.

7,4 büyüklüğündeki deprem tüm Marmara bölgesini etkilemekle birlikte can kayıpları ve ekonomik sonuçları itibariyle tüm Türkiye`yi sarstı.

Gölcük Depremi,

İzmit Depremi,

Marmara Depremi ya da 17 Ağustos 1999 depremi…

Bundan tam 25 yıl önce bugün 17 Ağustos 1999`da Türkiye en karanlık günlerinden birini yaşadı. 17 Ağustos 1999 sabahı, yerel saatle 03:02‘de, Kocaeli/Gölcük merkezli, Richter ölçeğine göre 7,5 Mw büyüklüğünde gerçekleşen deprem, 45 saniye içerisinde binlerce can aldı, faciadan sağ kurtulanlara ise ömür boyu unutamayacakları bir acı bıraktı…

DEM Parti Kocaeli İl Örgütü olarak yaptığımız çalışmaya dayanarak;

17 Ağustos depremi, tüm Marmara Bölgesi‘nde ve Ankara‘dan İzmir‘e kadar geniş bir alanda hissedildi. Resmi raporlara göre, 17.480 ölüm, 23.781 yaralı oldu. 2010 yılında yayımlanan Meclis Araştırması Raporu‘na göre 18.373 kişi hayatını kaybetti. 48 bin 901 kişi ise yaralandı.

Devletin bütün kurumları 17 Ağustos ve onu takip eden ilk birkaç günde tamamen etkisiz olduğu için insanların kaybettikleri yakınlarını hiçbir resmi işlem yapmadan toplu mezarlara defnetmek zorunda kaldıkları biliniyor. Bu nedenle can kaybının resmi rakamların üzerinde olduğu ve resmi olmayan verilere göre 50.000 ölüm, ağır-hafif 100.000‘e yakın yaralı, 505 kişi sakat kaldı. 285.211 ev, 42.902 iş yeri hasar gördü. Ayrıca 133.683 çöken bina ile yaklaşık 600.000 kişi evsiz kalmıştır. Yaklaşık 16 milyon insan, depremden değişik düzeylerde etkilenmiştir. Bu nedenle Türkiye‘nin yakın tarihini derinden etkileyen en önemli olaylardan biridir. Deprem gerek büyüklük, gerek etkilediği alanın genişliği, gerekse sebep olduğu can ve maddi kayıplar açısından son yüzyılın en büyük depremlerinden biridir.

Depremin Türkiye‘nin önemli bir sanayi bölgesi olan Marmara Bölgesi‘nde meydana gelmiş ve çok geniş bir coğrafyayı etkilemiş olması ülkede büyük sıkıntılara neden olmuştur

Gölcük Depremi, ülkemizin depreme bakış açısının değişmesinde bir milat olarak kabul edilmektedir. 1999`dan sonra depremin neden olduğu yaraları sarmaktan çok deprem öncesi alınması gereken tedbirlerin düşünülmesi gerektiği tüm çevrelerce benimsendi. Ortaya çıkan bu fikir birlikteliği sonucunda güvenli ve sağlıklı bir yaşam, yapılaşma ve çevre için nelerin yapılması, ne tür önlemlerin alınması gerektiği konularında fikirler öne sürüldü, bunların toplamı olarak kamu kurumlarınca strateji ve eylem planları oluşturuldu. Ancak bugün geriye dönüp bakıldığında aradan geçen 25 yılda olası deprem zararlarını azaltma çalışmalarının toplumların/kurumların kendiliğinden yaptığı çalışmalardan öteye gidemediği görülmektedir.

AFAD`ın 2011 yılında yapmış olduğu geniş tabanlı bir çalışma ile hazırlanan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı (UDSEP) kapsamında, büyük çoğunluğu 2017 tarihinde bitirilmek üzere 2023 yılında tamamlanması hedeflenen çalışmalar belirlenmişti.

Son olarak 30 Ekim 2020 tarihinde İzmir kent merkezinden 70 km uzaklıkta gerçekleşen depremin bu kentimizde yarattığı hasar ve can kaybı üzerine TBMM nce “Depreme Karşı Alınabilecek Önlemlerin ve Depremlerin Zararlarının En Aza İndirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla” oluşturulan Meclis Araştırması Komisyonu raporunda, yapılması gereken çalışmaların büyük oranda gerçekleştirilmediğini görüyoruz.

Aynı zamanda bu raporun bugüne kadar yapılan çalışmaların ve içinde STK’ların da olduğu değişik kesimlerce defalarca dile getirilen önerilerin bir araya getirilmesinden ibaret kaldığını ve ilave bir öneri geliştirilemediğini görüyoruz. Raporda Kanal İstanbul`un olası İstanbul depreminde kente etkisinin ne olacağı konusunda hiçbir değerlendirme yapılmamıştır.

Bu vesileyle unutturulmak istenen;

Kanal İstanbul Projesi de Varlığıyla Bir Beka Sorunudur.

Başta İstanbul ve İzmir gibi afet riski altındaki şehirlerde UDSEP`te ifade edilen tehlike ve riskleri esas alan planlar geliştirilip çevre ile uyumu sağlanmadığı gibi, ilin afet tehlike ve risklerinin mekânsal planlamaya aktarılması temel prensibine aykırı olarak İstanbul`da “Kanal İstanbul” Projesi hayata geçirilmek istenmektedir. Gerek kanalın kendi yapısı ve Kanal İstanbul kapsamındaki, karayolu, demiryolu geçiş köprüleri, demiryolu, metro, altyapı tünelleri gibi geçiş tünelleri, altyapı geçiş yapıları (atıksu, içmesuyu, enerji nakil hatları, doğalgaz, telekomünikasyon hatları, kıyı-deniz yapıları) gibi mühendislik yapılarının deprem riskleri açısından konu ele alındığında, deprem riski çok yüksek olan bu kentin Avrupa yakasını ikiye bölmenin yaratacağı açmazlar karar vericiler tarafından fark edilemediği gibi uzmanların söylemlerine de kulak tıkamaya devam edildiği görülmektedir. Mevcut durumda bile deprem toplanma alanları, ulaşım güzergâhları yok edilen bir kentin afet müdahale olanakları adeta engellenirken, bölünmüş bir kentin deprem sonrasında nasıl tepki vereceği de büyük bir bilinmezliktir.

Ülkemizin yapı stokunun durumu belirsizliğini korumaktadır. UDSEP`e göre 2017 yılında tamamlanması öngörülen bina envanteri çalışması tamamlanamamış, dahası resmi kurumlar hariç başlanamamıştır. Bunun sonucu olarak mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi de mümkün olmamaktadır. Bu binaların tespiti ne yazık ki deprem tarafından son derece ağır bedeller karşılığı yapılmaktadır.

Yaptığımız araştırma sonucu görünen o ki;

En son Deprem araştırma Komisyonu raporunda kamu bina stokunun %40`ının deprem dayanıklılığının yetersiz olduğu ve güçlendirilmesi gerektiği söylenmektedir.

Okulların, yurtların, kreşlerin, hastanelerin sayısı, ne kadarının tarandığı, ne kadarı hakkında yıkım, güçlendirme veya Yapı Denetim Yasasında Köklü, Kalıcı, Önleyici Değişikliklere İhtiyaç Vardır

Yapı denetimi konusunda AFAD Eylem Planı gerekçesinde “Yapı Denetim Yasasının bir bileşeni ve içerisinde müteahhitlik sektörü ile ilgili düzenlemelerin olacağı Yapı Yasası`nın çıkarılması depremle mücadelede önemli bir aşamadır. Böylelikle Kentsel Dönüşüm Yasası`nın deprem odaklı olarak düzenlenmesi de sağlanabilecektir. Yapı Denetim sisteminin etkin bir şekilde uygulanması sağlanacaktır.” denilmektedir. Bu iyi niyetli beyanların Yapı Yasası ile nasıl gerçekleştirileceği bilinmemekle birlikte, çıkarılan 6306 sayılı ‘Afet Riski Altında Bulunan Alanların Dönüştürülmesi` Yasasının ifade edilen Deprem Odaklı dönüşümün tersine sonuçlar verdiği görülmüştür.

Eylem Planının gerekçesinde “Yapı Yasası” ile Yapı Denetimin etkin bir şekilde kullanılması ifade edilmektedir. Vatandaşın Anayasal hakkı olan “can ve mal güvenliği” serbest piyasa koşullarına bırakılmamalıdır. Kamu hizmeti veren/vermesi gereken kuruluşlar birbirleriyle rekabet eder durumda olmamalıdır.

Ülkemizdeki denetimsizliğin temel nedeni rant ilişkilerinin tekniğin, fen ve sanat kurallarının önüne geçmiş olmasıdır. Yapı Denetim sisteminin sağlıklı çalışması için gereken yasal düzenlemeler ivedilikle yapılmalıdır.

 

Kentsel Dönüşüm Rant Odaklı Politikalara Teslim Edilmiştir!

Kentsel yenileme ve kentsel dönüşüm konusu bugüne kadar daha çok gayrimenkul piyasasının talepleri doğrultusunda gündeme getirilmektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca 6 milyon 700 bin binanın riskli olduğu ifade edilmektedir. Kentsel yenileme ve kentsel dönüşüm konusu, çağdaş ve demokrasisi güçlü olan ülkelerde sadece mekân düzeyinde değil; sosyal, ekonomik ve mekânsal gelişmenin bir bütünü olarak ele alınmalıdır. Kentsel dönüşümdeki temel konulardan biri de finansman konusudur. Vatandaşa verilen 190 milyon TL uzun vadeli kredinin günün ekonomik koşulları, inşaat maliyetlerindeki artışlar ve gelir düzeyindeki düşüşler dikkate alındığında yetersiz olmasının yanı sıra ödenemez bir durumla karşı karşıya kalındığı görülmektedir. DASK`ın İzmir`de hasar gören 26.675 konutla ilgili toplamda yaptığı 276 milyonTL lik ödemenin özellikle orta hasarlı binalarla ilgili finansman sorununa bir destek olmasının çok gerisinde kaldığını göstermektedir. TBMM araştırma komisyonunca bu konulara bir çözüm önerisi geliştirilememiştir.

Bizim ülkemizde;

İmar Affı Başlı Başına Cinayettir!

 Var olan yapı stokumuzla ilgili belirsizlikler ve tehlikeler ortadayken bir de üzerine siyasal iktidarlarca çıkarılan imar afları can ve mal kayıpları tehdidini büyütmektedir. İmar afları kaçak yapılaşmanın en önemli teşvik unsurlarından birisi olmuştur. İmar affı toplumun sağlıklı ve güvenli konutlarda yaşamasını belirsizliğe sokmaktadır. Mühendislik hizmeti almayan yapıların yasallaştırılmasıyla, doğa olayları karşısında hasara uğramaları halinde sorumluluk, bu kararı alan siyasi iktidarın üzerindedir. Bir binaya iskan ruhsatı verilmesi, devletin vatandaşa `Bu binaya oturabilirsin` demesi anlamına gelmektedir.

 

Ülkemizin yakın tarihinde yaşanan depremlerin ardından ortaya çıkan tablolar bize göstermektedir ki büyük oranda inşa sürecinde yaşanan olumsuzluklar ve hatalardan kaynaklı yapılar hasar görmektedir. Buna rağmen, yapı üretim sürecinde kilit rol oynayan şantiye şefliği en çok ihmal edilen, önemsizleştirilen ve yalnızca bir imzaya indirgenen görevlerin başında gelmektedir. AKP MHP iktidarı tarafından inşaat mühendisliğinin ara eleman statüsüne getirilmeye çalışılmasının somut ifadesi şantiye şefliği gibi önemli bir görevin konumlandırıldığı seviyede kendini göstermektedir.

Ülkemizde depreme dair alınacak önlemler, yapı üretiminin nitelikli ve güvenli bir şekilde yürütülmesine dair eksik bilgi ve söylenmemiş söz kalmamıştır. AKP MHP İktidarı daha da geç olmadan ve zaman kaybetmeden topluma olan sorumluluklarını yerine getirmeye, nitelikli mühendislik hizmetlerinin verilmesi amacıyla İnşaat Mühendisleri Odası tarafından hayata geçirilmeye çalışılan meslek alanlarına dair düzenlemelere ket vurmaya değil önünü açmaya davet ettiğimizi kamuoyunun bilgisine sunuyoruz.

DEM Parti Kocaeli İl Örgütü

17 Ağustos Gölcük Depreminin 25. Yılı: Alınmayan Önlemler Felaketin Habercisidir!
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin