Yılmaz Ateş yazdı…
Çok partili siyasal tarihimizde önemli bir yeri olan Deniz Baykal, ulus olarak yaşadığımız en büyük facialardan 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli 11 ili harap eden depremin yıkıntıları arasında 11 Şubat’ta bir yıldız gibi aramızdan kayıp gitti. Depremin acıları Baykal’ı konuşmanın koşullarını da yerle yeksan etti, ne konuşuldu ne de tartışıldı.
Kırk dokuz yıllık tanışıklığımızın 28 yılı çok yakın çalışma arkadaşlığı ve dostlukla geçti. Yaşadığımız deprem acısına, liderin ötesinde bir dost acısı da eklenince yazmanın, konuşmanın zorluğunu halen yaşıyorum. Türkiye’nin ulusal çıkarlarından taviz vermediği için uğradığı saldırıların devam ettiği günümüzde tanıdığım Deniz Baykal’ı bir makale ölçüleri içinde de olsa yazmayı görev bildim.
Deniz Baykal, “Siyasal Katılma, Bir Davranış İncelemesi” doktora tezi ve CHP’nin “Ortanın Solu” sloganıyla girip %28,7 oyla 134 milletvekili çıkardığı (Adalet Partisi %52,9 oyla 240 milletvekili çıkarmıştı) 1965 seçim sonuçlarını değerlendiren raporu ile dikkat çekti; İnönü ve Ecevit’in gözdeleri arasına girdi. 12 Mart Muhtırası karşısında, Ecevit’in yanında durdu. 1973 seçimlerinde Ecevit’in kontenjan teklifini kabul etmeyerek Antalya’da girdiği önseçimde açık ara farkla birinci çıkarak milletvekili oldu.
CHP-MSP koalisyonun kurulmasında çok etkin rol oynayan Baykal 36 yaşında Maliye Bakanı oldu. Kıbrıs Barış Harekatı’nda MSP lideri ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ın önerisi, Başbakan Ecevit’in görevlendirmesi ile Libya’ya gitti. Amerika’nın uyguladığı ambargo, Libya’dan sağlanan destekle hafifletildi. Kaddafi, çölün ortasındaki çadırda Baykal’ı dinledikten sonra Callud’a (dönemin başbakanı) dönerek, “Hazinemiz de dahil bütün imkanlarımızı Türkiye için seferber edin. Bakan Baykal ne istiyorsa verin” talimatını vermişti. Ecevit Londra’ya uçarken, muhalefet liderlerini bilgilendirme görevini de Maliye Bakanı Baykal’a vermişti.
MSP ile kurulan koalisyonun bozulmasını doğru bulmayan Baykal, 1978 yılında getirildiği Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı görevinde enerji üzerindeki sömürüyü kaldırmak için Ataş rafinerisi başta olmak üzere birçok maden işletmesini devletleştirdi. Sermaye çevreleri ve küresel güçler çok rahatsız oldu; TUSİAD’ın hükümete karşı başlattığı reklamlı kampanyanın gerekçelerinden biri yapıldı. Bu çevrelerde Baykal artık istenmeyen adam, halk gözünde kahramandı. 2014’te Soma’da 301 madencimizin hayatına mal olan facia hakkında bilgi veren bakanlığın üst düzey yetkilisi hepimizin önünde Baykal’a dönerek, “Yaptığınız devletleştirmeden dönülmeseydi bugün bu insanlarımız yaşıyor olacaktı” dedi.
12 Eylül Darbesi’nden sonra AP lideri Süleyman Demirel ile Baykal’ın aralarında bulunduğu bir grup parlamenter Zincirbozan’a gönderildi. Kendilerine bir akşam “Burada gördükleri, yaşadıklarını dışarıda anlatmamak ve herhangi bir siyasi faaliyette bulunmayacaklarını” taahhüt eden belgeyi imzalamaları halinde serbest bırakılacakları tebliğ edildi. Arkadaşlarının tamamı belgeyi imzalamıştı. Baykal imzalamayınca tesis komutanının Ankara ile görüşmeleri sonunda verilen imzalar da yırtıldı. 4 aylık zorunlu tutukluluk sona erince Baykal’a teşekkür eden Demirel, “Bir hayat boyu taşıyacağım değirmen taşını boynumdan kaldırdın” diyerek teşekkür edecekti. İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarında yer alan bu olayı, siyasi rakip oldukları dönemlerde dahi Baykal hiç kullanmadı.
1987 Referandumu ile siyasi özgürlüğüne kavuşan Baykal, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) saflarına katıldı; aynı yıl yapılan genel seçimlerde Antalya milletvekili, arkasından grup başkanvekili ve genel sekreter seçildi. Erdal İnönü’nün genel başkan, Deniz Baykal’ın genel sekreter olduğu SHP, 1989’da girdiği ilk yerel seçimlerde aldığı %28,7 oyla birinci parti olmuş, 3’ü büyükşehir olmak üzere toplam 67 İl Belediye Başkanlıklarının 42’sini aldı.
Aynı yıl Paris’te düzenlenen “Kürt Konferansı’na” izinsiz katılan 7 milletvekilinin ihracı, bir yıl sonra yapılan ara yerel seçimlerde Etimesgut ve Bayrampaşa’nın kaybedilmesi, belediyelerin başına buyruk yönetimleri, olağanüstü kurultaylar süreci partide büyük tahribat yarattı. İhraç edilen milletvekilleri öncülüğünde kurulan Halkın Emek Partisi (HEP) ile yaptığı ittifakla 1991 genel seçimlerine giren SHP 3. parti olarak çıktı. Baykal, 12 Eylül Darbe yönetiminin kapattığı siyasi partilerin yeniden açılmasıyla 1992 yılında CHP’nin ikinci kurucu genel başkanı oldu.
1994’te yapılan yerel seçimlerde sol partilerin aldığı ağır yenilgi, 1995’te SHP ve CHP’nin birleşmesini sağladı. Murat Karayalçın ve Deniz Baykal, iki partiyi Hikmet Çetin genel başkanlığında CHP çatısı altında birleştirdi. Aynı yıl yapılan kurultayda, iki liderin karşı karşıya geldiği yarışı Baykal kazanarak tekrar genel başkan seçildi. Baykal’ın kurulmasına karşı çıktığı DYP-SHP (1991-1995) koalisyonu sola büyük zarar verdi. İSKİ skandallı, faili meçhul cinayetler, TBMM’nin adeta polis baskınına uğrayarak HEP’li milletvekillerinin tutuklanması, Uğur Mumcu, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis cinayetleri, Madımak ve Başbağlar katliamları yükü altında Aralık 1995’teki genel seçime giren CHP, barajı kıl payı geçti. Aldığı %10,5 oyla çıkardığı 49 milletvekiliyle parlamentonun en küçük partisi oldu. Parlamento kitlenince Baykal, Ekim 1995’te DYP ile kurduğu üç aylık koalisyon hükümetinde (erken seçime gitme koşuluyla) Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı oldu. Kardak Krizi bu dönemde patladı. Yunanistan, Türkiye’deki siyasi belirsizliği fırsata çevirip Kardak kayalıklarını işgal etti. Türkiye’nin kararlı karşı harekatıyla Yunanistan geldiği gibi gitti.
1996-1999 yılları arasında kurulan Ana Yol, Refah Yol, DSP azınlık hükümetleri, devlet ve mafya işbirliğinin belgesi olan Susurluk Skandalı, 28 Şubat süreci Türkiye’yi felç etti. Parlamentonun bütün zamanı, sağdaki liderlerin (Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan) birbirlerinin yolsuzluklarını aklamakla, hükümet kurup, bozmakla geçti. Baykal, Erbakan’ın başbakanlık teklifini iki kez ret etti. Türk Bank ihalesinde Başbakan Mesut Yılmaz’ın bir iş insanı ve mafya lideriyle pazarlığa oturmasını, o iş insanının kendi televizyonunda açıklayınca Baykal desteğini çekti, ANAP-DSP hükümeti düştü. Yerine kurulan DSP azınlık hükümeti Türkiye’yi 1999 Mart seçimlerine götürürken, ABD’nin PKK terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’ı teslim etmesi, sermaye çevreleri ve basının saldırıları ile birleşince CHP, %9,5 oyla baraja takılarak tarihinde ilk kez, kurduğu TBMM’nin dışında kaldı. Baykal, tıpkı 1990 ara yerel seçim yenilgisinin sorumluluğunu üzerine alıp genel sekreterlikten istifa ettiği gibi bu kez de genel başkanlıktan (ben de tek başıma Merkez Yönetim Kurulu’ndan istifa ettim) istifa etti. Altan Öymen, Baykal ve arkadaşlarının desteğiyle 23 Mayıs 1999’da rakiplerini geride bırakarak genel başkan oldu.
Azgın sermaye çevreleri, düzenlerini bozan “yaramaz çocuk” Baykal ve CHP’ni cezalandırmıştı. Fakat asıl ağır bedeli Türk milletine ödetti:
40 milyar doların üzerinde hortumladıkları bankalar 2001’de batınca, faizler bir gecede %7.500’e fırladı, binlerce işyeri kapandı, yüz binler işsiz kaldı. 2002 Kasım’ında yapılan erken genel seçimde iktidar ortağı DSP, MHP, ANAP ağır bedel ödedi. DYP gibi onlar da barajı aşamayarak parlamento dışında kaldılar. Bu dönem MHP dışındaki üç partinin de sonunu getirdi, siyasetten silindiler.
Amerika, Öcalan’ı teslim ederek iktidara taşıdığı DSP planında yanılmıştı; ama topraklarımızı kullanarak Irak’ı işgal etmesine izin vermeyen Ecevit’e, partisini paramparça ederek ağır bedel ödetti. Amerika yeni arayışa girmişti. Refah Partisi’nden de umduğunu bulamayınca, aynı kişiyle bu kez Baykal’ın kapısını çaldı. Daha sonra Ak Parti’nin kurucuları arasında yer alacak “Fındık kralı” ile Baykal arasında şu diyalog geçti:
-Sizi başbakan yapalım.
– Ne karşılığı?
– Amerika Irak ve Libya’ya müdahale ederken hava ve deniz limanlarını (Van, Mardin, Dalaman, İzmir, İskenderun, Mersin, Antalya) kullanacak.
– Siz başbakan değil, cellat arıyorsunuz. Biz bin yıldır birlikte yaşadığımız Müslüman kardeşlerimizin celladı olmayız, müdahaleye de karşıyız. Libya’nın dostluğunu da hiçbir zaman unutmayız.
Baykal’dan eli boş dönen “Fındık Kralı”, gazete haberlerine göre, 1 Mart’tan sonra Amerika’dan Erdoğan’ı delikten süpürmemesi ricasında bulunacaktı.
Refah Partisi’nin kapatılmasından sonra Recep Tayip Erdoğan Başkanlığında kurulan Ak Parti %34,4 oyla 363, 30 Eylül 2000’de tekrar genel başkanlığa seçilen Baykal liderliğindeki CHP %19,5 oyla 178 milletvekili çıkararak parlamentoya giren iki parti oldular. Ancak Siirt’teki konuşmasıyla “yasaklı” konumuna düşen Erdoğan milletvekili olamadığı için Abdullah Gül başbakan oldu.
12 Eylül yönetiminin getirdiği siyaset yasağından 1987 referandumuyla seçilme özgürlüğüne kavuşan Baykal, Erdoğan’ın siyaset yasağını demokrasi anlayışla bağdaştıramadı. CHP’nin önderliğinde yapılan anayasa değişikliği sonucu Erdoğan’ın yasağı 29 Aralık 2002’de kalktı. Siyasi rakipleri hayatı boyunca Baykal’ı “Erdoğan’ı Türkiye’nin başına bela etmekle” suçladı; onlar için demokrasinin bir önemi yoktu, rakiplerini bertaraf etmek için her yolu mübahtı. Parti içindeki rakipleri o kadar ileri gittiler ki, ABD’nin Irak işgali öncesi dayattığı “Türkiye’de asker konumlandırma” tezkeresini görüşmek üzere Erdoğan’ın daveti üzerine İstanbul’da yaklaşık iki ay (22 Şubat 2003) sonraki yemeği “Baykal’ın Cumhurbaşkanı, Erdoğan’ın Başbakan pazarlığı” olarak kamuoyuna sundular.
Yemekte Erdoğan, “Amerika’nın asker bulundurma isteğini geri çevirirlerse CHP olarak yardımcı olup olmayacaklarını” sorunca, Baykal, “Bırakın yardımı il il ortak miting yapacakları” cevabını vermişti. Buna rağmen Ak Parti iktidarı 1 Mart Tezkeresi’ni TBMM’ne sununca CHP tam kadro “Hayır” diyerek Ak Partili yüze yakın milletvekilinin desteğiyle Türkiye’nin işgalini, bölünmesini önledi.
1 Mart’taki yenilgisini Türk Silahlı Kuvvetleri ve CHP’ne bağlayan Amerika planlarından vazgeçmedi: Tetikçisi FETÖ terör örgütü eliyle Balyoz, Ergenekon, Casusluk davalarıyla yurtsever subayları, siyasileri, gazetecileri cezaevlerine doldurdular. Dönemin Başbakanı Erdoğan bu davaların “savcısı”, ana muhalefet lideri Baykal’da “avukatı” oldu.
Sıra 2010’da, Türkiye’yi bölme planı önünde engel olarak gördükleri Deniz Baykal’a geldi. Yerli işbirlikçileri eliyle kurdukları komplo ile Baykal’ı genel başkanlıktan, ulusalcı, milli kadroları da ihraç dahil partiden tasfiye ettiler.
DSP, Silahlı Kuvvetler, CHP, MHP’ne çekilen operasyonlar gibi MİT, 17-25 Aralık, MİT Tırları, 15 Temmuz darbe girişimi de Türkiye’yi işgal etme, bölme-parçalama operasyonlarıydı.
Emperyalizmin Türkiye üzerindeki planları karşısında, ulusal çıkarlarımızı, üniter, demokratik laik Cumhuriyet’i savunan yurtseverlerimize ağır bedeller ödettirildi. Abdi İpekçi, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ümit Kaftancıoğlu, Çetin Emeç, Turan Dursun, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Ahmet Taner Kışlalı’nın kahpe kurşunlarla, tuzaklarla, bombalarla ortadan kaldırıldılar. İktidarlar tarafından verilen “namus, şeref” sözlerine rağmen gerçek katiller halen ortada yok.
Yetmiş ikisinde öldürülen, seksen beşinde toprağa verilen Baykal’a kurulan komplo faillerinin ortaya çıkarılması için gerekeni yapacağına kurultay kürsüsünde “şeref, namus” sözü veren genel başkan partiyi müdahil etmedi, duruşmalara avukat ve milletvekili göndermedi, 14 yıldır sulandırılan dava halen sonuçlanmadı.
Bütün bunlar tesadüf müdür, yoksa bu karanlık odakların iktidar, yargı, emniyet ve siyasi partiler üzerindeki etkilerinin devam ettiğinin göstergesi midir? Karanlık odaklarla dayanışma içinde iktidar olanlar ve iktidarlarını sürdürmek için her yolu mübah görenler, demokrasimiz için de en büyük tehlikedir.
Türkiye’nin ulusal birliğini, demokratik laik Cumhuriyeti savunanların kaderi bombalar, tuzaklar, hain kurşunlar olmaması için bütün demokrasi güçlerine düşen görev, içinde bulundukları kurumları emperyalizmin işbirlikçilerinden temizlemektir. Türkiye aydınlığa böyle kavuşabilir.
Bu duygularla 11 Şubat Pazar günü saat 11.00’de, Devlet Mezarlığı’nda Deniz Baykal ve diğer ulusal kahramanlarımızın huzurunda olacağız.