Getting your Trinity Audio player ready... |
Bugünün siyasetine baktıkça bu soruya yanıt aramak zorunlu hale geldi.
Aslında Kemal Kılıçdaroğlu üç yıl önce katıldığı bir programda bu soruya yanıt vermişti.
“Sağ sol kavramları 18. yüzyıla ait. 18. yüzyılın kavramlarıyla 21. yüzyılın sorunları çözülmez. Yeni şeyler inşa edemiyorsanız, beklenen başarıyı topluma veremezsiniz.” (196Sekiz Youtube, 20.08.20)
Bir yıl sonra ise bir grup muhafazakar aydınla buluştuğu bir toplantıda (16.01.2021) bu konuya açıklık getirdi.
“Sağ ve sol kavramlarına karşıyım…
21’inci yüzyılın sorunlarını 18’in yüzyıl kavramlarıyla mı çözeceğiz?
Solcular kamu adına çalışır. Sağcılar kamu adına çalışmıyor mu?
Solcular fakire yardım eder. Sağcılar fakire yardım etmiyor mu?
…Yeni kavramlar üretmeliyiz.
Benim açımdan bakıldığında, sağ sol ayrımı kalmamıştır. Vatanın bütünlüğü ile sorunu olmayan, demokrasiden yana olan herkesle bir araya gelebiliriz”
Siyasette ve CHP’de değişim böyle mi başladı? Hayır.
80’lere doğru gitmek ve süreci izlemek gerekiyor.
*
Önce dünya globalleşti, küreselleşti dendi,
Ardından dünyaya yeni bir düzen gerekiyor diye söylendi,
Adına da Yeni Dünya Düzeni (YDD) denildi,
“Yeni” dendi ya, ne olduğu bilinmese de herkes kabul ediverdi.
Aslında ne demek olduğu Özal’ın 24 Ocak kararlarında yazılıydı.
Adı konmasa da YDD, ANAP iktidarında uygulanmaya başlandı.
Ve ortaya çıktı ki YDD’nin siyasi kimliği neoliberalizmmiş.
Yani liberalizmin yeni hali.
Sağ bildiği yolda yürüyecek,
Sol üretimden, emekten, halktan, ulus devletten, sol değerlerden vaz geçecek, sağa benzeyecek.
*
İngiliz İşçi Partisi başkanlığına seçilen (1994) Tony Blair “New Labour – yeni İşçi Partisi” sloganıyla partisini yenileştirdi ve soldan merkeze çekti.
1997’de Başbakan olan Blair 10 yılda üst üste üç seçim kazandırarak İşçi Partisi’nde bir ilki gerçekleştirdi. İç politikada sağlık, eğitim ve ulaşım gibi alanlarda köklü reformlar yaptı. Kentleri modernleştirdi. Ekonomide sürekli büyüme ve düşük enflasyon sağlarken, Kuzey İrlanda’da tarihi barışın mimarı oldu.
Bu süreci bilelim ve ülkemize dönelim.
*
Aynı dönemde Yeni Demokrasi Hareketi (1994) ile “yeni” tanımı Türkiye siyasetine girdi.
Savunduğu açık toplum, çoğulculuk, serbest piyasa ve özgürlük gibi değerlerle YDD’nin isteğine uygun liberal bir parti olarak kuruldu. Ancak basında bulduğu desteği seçimde bulamadı ve kapandı ama siyasette “yeni” modası başlamış oldu.
*
12 Eylül darbesiyle kapanan CHP, 09.09.1992’de yeniden açıldığında genel başkan seçilen Deniz Baykal, CHP’nin 1977 seçimlerinde yüzde 41,4 oy oranına ulaştığı “Demokratik Sol” kimliği ve politikaları yerine Tony Blair’i örnek alırcasına “Dünyada Üçüncü Yol, Yeni sol” çıkışı ile CHP’de ideolojik bir tartışma başlattı.
Baykal TRT’deki (1995) seçim konuşmasında Yeni Sol anlayışını şöyle açıklar.
“Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurduğu, dünyada ilk kez bir bağımsızlık savaşını zaferle sonuçlandıran devlet kuran devrimler yapan, demokrasiyi yerleştiren sosyal demokrasi ilkelerini yaşama geçiren bir parti geleneğinin yeni başkanıyım…
Dünyada yükselen solu Türkiye’de temsil eden parti yeni CHP’dir.
Eskiden sol deyince akla içe kapanma gelirdi. Yeni sol ise dünyaya açılma ve çağdaşlaşma…
Eskiden sol muhafazakârlıktı. Yeni sol ise değişim, akıl, bilgi ve teknoloji…” (1)
Nedense üretim, emek, halk, temel insan hak ve özgürlükleri… yok.
1995 genel seçimine “Dünyada yeni sol, Türkiye’de yeni CHP” sloganıyla giren CHP yüzde 10,71 ile beklediği zaferi elde edemedi.
1999 seçimlerinde ise yüzde 8,71 oy ile seçim barajını aşamadı ve ilk kez TBMM dışında kaldı.
*
30.09.2000’de yeniden genel başkan seçilen Deniz Baykal CHP’nin yeni siyaseti olarak “Anadolu solu” kavramını getirdi.
Ercan Karakaş’ın anlatımıyla “Baykal, partiyi merkez sağa götürmeye çalıştı. Bunu CHP’nin köklerini Edebali’de arayan söylemden anlıyoruz. Parti programında “sol, sosyal demokrat bir parti” olduğu yazmasına rağmen, programda olmayan “Anadolu” kavramını ortaya attı.
Sağ-sol farkı kalmamıştır, Sağ iktisat-sol iktisat yoktur, iyi iktisat-kötü iktisat vardır gibi şeyler de yer aldı…” (Evrensel, 16.03.2001)
*
2002 yılında Kemal Kılıçdaroğlu CHP’ye katıldı ve seçimlerde milletvekili olarak meclise girdi. Deniz Baykal’ın 12 Eylül 2010 Anayasa referandumu öncesi bir kaset kumpasıyla istifa etmesi, Kılıçdaroğlu’na genel başkanlık yolunu açtı.
Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığında partinin söyleminde değişim başladı. Kılıçdaroğlu, yeni bir CHP oluşumu inşa etmeye çalışarak laikliği temel alan parti ideolojisi yerine sosyal devleti temel alan bir söylem yer aldı.
Temmuz 2012 kurultayı sonrasında ilk defa “Y-CHP” ifadesini kullanarak “…Yeni CHP’den kastımız CHP’nin yeni yönetimidir. Bu yönetim halktan yana yönetimdir, bu yönetim korkulara karşı direnen özgürlükçü bir yönetimdir. Özgürlüğü getiren bir yönetimdir. Hiç kimse ama hiç kimse bizi özgürlüğün ve hukukun dışında bir alana taşımayacaktır” açıklamasını yaptı.
*
Bu söylem 2005 yılında kurulan 10 Aralık Hareketinin amacıyla da örtüşmektedir; “evrensel ilkelere uygun, herhangi bir kişi, kurum ya da değere kutsallık atfetmeyen, Türkiye coğrafyasının birikimi ve mozaiğiyle barışık, demokratik, sosyal, tüm kurallarının temelini “insanın onuru” ve “hukukun egemenliği”ne dayandıran bir anayasanın kazanılmasına katkıda bulunmak…”
Bu söylem sahipleri “vakıf yapılması, kapatılması gerekir” dedikleri CHP’nin Temmuz 2020 kurultayında parti yönetiminde ağırlık kazandılar.
Kılıçdaroğlu yönetimindeki Y-CHP toplumun daha önce ulaşamadığı kesimlerine açılabilme iddiasıyla daha ılımlı bir laiklik anlayışıyla sağ siyasete yakınlaştı.
Ekmelettin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı, Abdüllatif Şener, Mehmet Bekaroğlu, Cihangir İslam gibi birçok sağ siyasetçinin meclis ve parti yönetimlerinde yer alması, Abdullah Gül’e gösterilen ilgi, son seçimlerde kurulan 6’lı masa ve masadaki partilere 39 milletvekili verilmesi, özellikle sağ kesimlerle helalleşme, “laiklik tehlikede değildir” ve benzeri söylemler bu sürecin sonuçlarıdır.
Dillerinden “Atatürk’ün partisiyiz, köklerimiz Kuvayi Milliye, kurucu ayarlara dönmeliyiz” sözlerini düşürmeyenler CHP’yi kurucu temel ilkelerinden ve değerlerinden, halkçı ve devrimci demokratik sol kimliğinden uzaklaştırmışlardır.
*
Sonuç olarak,
Sağ sol kalmadı demek, tek kutuplu dünyada YDD’nin sola biçtiği rolü kabul etmek demektir,
Sağ sol kalmadı demek, Neoliberalizmin söylemini ve amacını kabul etmek demektir,
Sağ sol kalmadı demek, RTE-AKP ve benzerlerinin iktidarını kabul etmek demektir.
Memleketin ve milletin hali ortadadır,
Cumhuriyetin terk edilen ilkeleri ve değerleri ise umuttur, sahibi yoktur.
2 Temmuz’da yitirdiğimiz canlara saygıyla…
- Sosyal Demokrasiden Yeni Sağa CHP’nin Söylemsel Dönüşümü: Bir Siyasal Söylem Çözümlemesi Denemesi, Prof. Dr. Ayşe Fulya ŞEN, Şule YENİGÜN ALTIN https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/887844