Getting your Trinity Audio player ready... |
Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde istenilen başarıyı gösteremeyen muhalefet partilerinde “muhasebe” ve “değişim” sesleri yükselmeye devam ediyor.
Seçimlerde yüzde 10’un altında oy alan İYİ Parti, kongresini yaptı. Genel Başkan Meral Akşener, kongrede tekrar seçildi ama “hayatının hatalarını” de dile getirerek bir özeleştiride bulundu.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi listesinden seçimlere giren Halkın Demokrasi Partisi Eş Genel Başkanları da eleştiri-özeleştiri süreci başlattıklarını ve bir sonra kongrede aday olmayacaklarını açıkladılar.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise Merkez Yönetim Kurulu ve 4 Haziran’dan önce atadığı tüm başdanışmanlarının hepsini değiştirdi.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun yenileme girişimi yetersiz bulundu ve “değişim” sesleri dinmek bilmedi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere Kılıçdaroğlu’na yakın Engin Altay, Özgür Özel ve Bülent Tezcan gibi isimler “değişim” çağrıları yapıyor.
CHP’de “değişim” isteyenlere her geçen gün yenileri ekleniyor.
“İlke ve Demokrasi Hareketi” ismiyle yeni bir çalışma başlatıldı.
Harekette; Prof. Dr. Tolga Yarman, Prof. Dr. Örsan Öymen, Algan Hacaloğlu, Cezmi Doğaner, Dilek Akagündüz, Ergun Çankaya, Prof. Dr. Nur Serter, Türker Ertürk, Ayhan Baha Tuğsuz, Prof. Dr. Necla Arat ve Utkan Güneş gibi isimler yer alıyor.
CHP’de uzun yıllar siyaset yapan, Kurultay Onur Üyesi ve 37. Olağan Kurultay’da genel başkan adayı olan Prof. Dr. Tolga Yarman ile CHP’yi, “değişim”i ve Türkiye siyasetini konuştuk.
“CHP, montaj videolarının üzerine bile fazla gitmedi”
CHP’de “değişim” isteyenlerin farklı gerekçeleri var. Sizin gerçekleriniz nelerdir?
Önce şunu söylemeliyim; genel başkan ve arkadaşları olağanüstü bir gayret sarf ettiler. Bu ne kadar böyle ise, seçim son toplamda ve çok yönlü meşruiyetten uzaktı. Devlet imkanları 1960 öncesi bildiğimizden beter kullanıldı. Bu usul ayrıca yasaya raptedilmiş olarak uygulandı. Oysa bakanların makam arabalarıyla, seçim propagandalarına gidemeyecekleri dahi, 1960 sonrası kanunlaştırılmıştı. CHP, devlet imkanlarının seçim sırasında iktidar tarafından kullanılabileceğinin yasallaşmasının üstüne izleyebildiğimiz kadarıyla, hiç gitmedi. Neden gitmedi? Bu bir muammadır… Oysa konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşısa bir defa “eşitlik ilkesine” aykırılık dolayısıyla muhakkak netice alabilirdi. Yapmadı. Neden, bilemiyorum. CHP diğer taraftan montaj videolarla, karalandı. Bunun üstüne de gitmedi yeterince CHP. Neden, anlamış değilim.
“İlkelerimiz askıya alınmış durumda”
Seçim kısaca meşru sayılabilecek ve eşit koşullarda vuku bulmadı. Ancak CHP yönetimi daha önceki birçok tavrında olduğu gibi sanki buna direnç göstermedi. Bu bir tarafa onay bahşetti. En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim; iktidar, malvarlığı soruşturması (ABD Temsilciler Meclisi / 30 Ekim 2019) dolayısıyla tehdit altındadır. Muhalefet ise dış mıknatıslama ile olduğu çağrışan bir çizgide, sanki olup bitene çanak tutmaktadır. Bu dediklerimi şimdi söylemiyorum. Üç yıl önce kurultayımızda da söyledim. 23 Temmuz’da genel merkezdeki basın açıklamasında ve yine 25 Temmuz 2020’de kurultayda yaptığım konuşmada bunları söylemiştim. Ayrıca ilkelerimiz ve demokrasi anlayışımız, korkarım tam da aynı çizgide olarak askıya alınmış durumdadır.
“Coşkuyu, rüzgarı arkasına alamayan boyunduruğu üstünden atamaz”
Bu sebeple, evet değişim şarttır. Bunun için yalnız farklı bir yöntem önereceğim. 1993’te SHP Genel Başkanlık seçimi öncesi genel merkezimize yönelttiğim ve o zamanki genel sekreterimiz sevgili Cevdet Selvi’nin benimsemesiyle uygulanan yöntemi, bilhassa hatırlatmak isterim. Buna göre dört bölge merkezi belirlendiydi; Kocaeli, Ordu, Afyon ve Diyarbakır. Adaylar (Murat Karayalçın, Aydın Güven Gürkan, Yüksel Çakmur ve ben) gittik, buralarda yarıştık. Son olarak il başkanlarımız kurultay öncesi Ankara’ya geldiğinde, onların huzurunda bir daha yarıştık. Kurultaya böyle gittik. Müthiş bir fikri zenginlik oldu. Türkiye’de rüzgar estirdik. Coşku doruktaydı. Yöntem elbette ayrıntılandırılabilir. Ancak işte Türkiye’ye ve bölgeye dönük, giderek dünyamıza dönük, diyeceği olanlar mırın kırın etmenin ötesinde gelirler, diyeceklerini söylerler. Yoksa (gıyapta kusura düşmeyi kastediyor olamam şu ki) son toplamda, yeni “Ekmek için Ekmel” vakalarına sıkışır dururuz. Anlatmaya çalıştığım çerçevede bir siyasi rüzgarı, coşkuyu arkasına alamayan Türkiye’nin, kim seçilirse seçilsin, üstündeki boyunduruğu kopartıp atması imkansızlaşır. Eğer Kemal Kılıçdaroğlu, tekrar aday olmak istiyorsa ki saygı duyarım, ancak hem böyle bir yöntemin önünü açmalıdır hem kendi de gelip o süreçte yarışmalıdır.
“Kazanan taraf hakkıyla mı kazandı?”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hem partisinden çok fazla hem de Millet İttifakı’nın elde ettiği sonuçtan daha fazla oy aldı. Buna rağmen başarısız mı? Liderliği bırakması gerekiyor mu, neden?
Seçim sonuçlarının en çok ferahlık bahşeden yanı bu süreçten; bünyemize içeriden dışarıdan ekilen onca nifak tohumu pahasına, son toplamda olgun bir şekilde her halükârda “ulusal barışımız” sekteye uğramadan çıkmış olmamızdır. Bin şükür!.. Kazanan taraf hakkıyla mı kazandı? Bu soruya cevaben işte anlattım, gönül rahatlığıyla “evet” demek mümkün değildir. “Kaybeden taraf” (ki anketler aylar öncesinden muhalefeti, düzgün adımların atılması koşuluyla, önde göstermekte idi), “edindiği sonuca katiyen müstahak değildi”, denebilecek midir? Bu soruya cevaben de gönül rahatlığıyla “evet” demek, mümkün değildir. Düşen düşmemiş midir? Düşmüştür. Çıkan çıkmamış mıdır? Çıkmıştır. Gerçi düşen 25 milyon oy almıştır. Çıkan 27 milyon oy almıştır. Her ne şekilde olursa olsun, 25 milyon kişinin oyunu almak başlı başına bir başarıdır; onurdur. Evet. Ancak süreç 0 ve 1 cinsiden çalışmaktadır. Herhangi bir taraf ya 0 ya 1 olabilir. 1 olmuşsa 0 değildir, 0 ise 1 değildir. Hem 0 hem 1 olamaz, ne 0 ne 1, bu da olamaz. Demek ki bir düşen (0), bir de çıkan (1) vardır. Hele düşen taraf “lokum” gibi seçimi karşı tarafa hediye etmişse, edindiği 25 milyon oydan her birinin sahibi “Arkadaş, sen bu seçimi nasıl kaybedersin?” deme hakkına hatta sorumluluğuna sahiptir. Onlardan biri de bu kaçıncı defadır bağrına tuğla basa basa, düşene, kazansın diye oy vermiş olan bu satırların yazarıdır. Benim gibi milyonlar, yani Kılıçdaroğlu, bu nedenle liderliği bırakmalı mı, diye sormuşsun. Karar kurultayındır. Açık söyleyeyim; etrafındaki yapı onu kolaydan bırakmaz. Şu ki; işaret ettiğim fikri zenginliği, coşku rüzgarını oluşturamazsak, falımız kapalıdır. Yani sözünü ettiğim yapı ve Kılıçdaroğlu kalabilir pek tabii, ancak CHP çok irtifa kaybeder.
“CHP 1990’larda daha samimi ve demokratikti”
Kılıçdaroğlu liderliğinde yerel seçimlere girecek CHP’nin tekrar büyükşehir belediyelerini alma şansı var mı?
Siyaset samimi ve demokratik teamüllere uygun yapılmıyor maalesef. İnanın 1990’larda Türkiye de CHP daha samimi ve daha demokratikti. Kurultay, korkarım ki yerel seçim sonrasına bırakılacak. Bu, şundan başka bir şey demek değildir; yerel adayları, belediye başkan yardımcılarını, belediye meclis üyelerini, ben belirleyeyim. Neden? Çeşitli boyutlarda çeşitli menfaatler var, onun için. Kimse alemi kör bizi sersem sanmasın. Yerel seçimlere apaşikar merkezi iktidar daha da fazla asılacaktır. Yerel seçimlerden mağlup çıkan bir CHP’nin, sonrası şimdi olduğundan daha çalkantılı olacaktır.
“CHP’de bugün hakim olan Atatürk takiyesidir”
CHP, “Atatürkçü”, “laik” ve “sol” kimlikten uzaklaştı mı? Muhafazakâr ve sağ tandanslı partilerle ittifak partiye kayıp mı ettirdi yoksa kazandır mı?
CHP yönetiminde bugün hakim olan Atatürkçülük değil, Atatürk takiyesidir. O kadar böyledir ki Atatürk’e, ağızdan yel alsın, küfür, kafir, sövenler, baş tacı edilmektedir. Atatürk benim için bir tabu değildir. Elbette eleştirilebilir, ancak Cumhuriyet’in simgesi ve betonarme kurgusudur. Bu bağlamda ona sövenler, Cumhuriyet’le sorunu olanlardır. O kadar böyle ki, iktidar gibi biz de 1921 Anayasası’ndan bahseder olduk. Burada tabiatıyla padişah vardır, hilafet vardır, muhtariyetler vardır, laiklik yoktur. Cumhuriyet anayasası malum 20 Nisan 1924 anayasasıdır. Ne demek, o vakit 20 Ocak 1921 anayasasına dönmek; birincisi, filmi 1924’ten 1923’e, Cumhuriyet’in kuruluşuna bir defa geri sarmaktır. İkincisi yetmez, bir yıl daha geri sarıp, Büyük Taarruz’u (26 Ağustos 1922) yok saymaktır. Üçüncüsü, yetmez bir yıl daha geri sarıp, Sakarya Meydan Muharebesi’ni (Ağustos – Eylül 1922) yok saymaktır. Dördüncüsü, oradan şöyle bir altı ay daha geri sarıp, 20 Ocak 1921’e getirmektir filmi.
“‘Laikliğin’ ne olduğunu iyi anlamalıyız”
Siz kimsiniz ya? Bu olgu, ayrıca millete bihakkın anlatılmaktan (şahsen gördüğüm), kaçınılmıştır. Gelişmede iktidar kadar muhalefetin dahli, muhalefet kadar iktidarın dahli vardır. Aynı bir odak her iki tarafı da mıknatıslanıyor değilse, böylesi bir örtüşme Allah aşkına, nasıl vukua gelebilmektedir? Öte yandan, “laikliğin” ne olduğunu iyi anlamalıyız:
i) Cumhuriyet; “yönetimde akıl” demektir ki, bu düstur TBMM alnına “Hakimiyet Kayıtsız, Şartsız Milletindir” şeklinde kazınmıştır. Ne padişah vardır ne halife-i ru-yi zemin (yeryüzünde, “yaratıcı” adına yönetim eyleyecek vekil) ne kul ne teba. Bir tek milletin şuuru ve iradesi vardır. Hakimiyet O’nundur.
ii) Cumhuriyet, aynı bağlamda, “inançta akıl” demektir ki bu düstur, “laiklikte” vücut bulur. “İnançta akıl” en önce “inanç barışı” ve “inanç özgürlüğü” demektir. Nedir ki “Diyanet İşleri Başkanlığı bir Cumhuriyet Kurumu’dur” ve “Cumhuriyet’in laikliği” yukarıdaki satırda söylediklerimin yanı sıra, “İslam’da nakilden evvel akıl demektir. Gazi’nin, “laiklik” kalibrasyonu budur. Cumhuriyet’in laikliği, o halde kestirmeden söylersek, her şekilde “inançta aklilik” demektir. Cumhuriyet demek ki, yönetimde ve inançta, biat ve nakle karşı, aklilik, akıl ve akılcılık, giderek özgür irade demektir.
“Türkiye bölgeye karşı Saddamlaştırılmak istenmiştir”
Bölgede, petrol ve doğal gaz sömürüsüne en büyük mâni Atatürk Cumhuriyeti olduğu için Cumhuriyetimiz yozlaştırılmak üzere, elden gelen her türlü şer eylem gündeme getirilmiştir. Rejim bunun için değişmiştir. Bölgede mezhep savaşları bunun için körüklenmiştir. Türkiye bölgeye karşı Saddamlaştırılmak istenmiştir… Böylesi bir operasyona ne yazık ki CHP yönetimi de alet edilmiştir. Görevimiz ulusumuzun aklını, iradesini, doymak bilmeyen yağmacılara karşı yeniden bayraklaştırmaktır. “Gençliğin Birinci Vazifesi” budur. Sorduğun soruda bir de “sol” vardı. CHP sol adına son zamanlarında ne söyledi, inan hatırıma gelmiyor. Hafızam için mi üzüleyim yoksa CHP yönetimi için mi, okur karar versin.
“Hareketi Prof. Örsan Öymen başlattı”
“İlke ve Demokrasi Hareketi” öncüsü siz misiniz, bu hareketi kimler başlattı?
Hareketi Prof. Örsan Öymen, başlattı… Harekete imza vermiş arkadaşlar arasında, Algan Hacaloğlu’nu, Cezmi Doğaner’i, Dilek Akagündüz’ü, Ergun Çankaya’yı, Nur Serter’i, Türker Ertürk’ü, Ayhan Baha Tuğsuz’u, Necla Arat’ı ve Utkan Güneş’i sayabilirim.
“Her halükârda yarışmaktan kaçınmam”
CHP Genel Başkanı olma gibi bir hedefiniz var mı?
Bir defa bir eksiğimiz, şükür yok. Yukarıda işaret ettiğim türden bir yarış olacaksa, sırf fikri zenginliğin hacmini yükseltmek için olsun diye yarışa katılabilirim. Bu aşamada örgütleri olduğu kadar ülkemizi ve yurtdışını çok iyi bilen, barıştırıcı bir ağabeye ihtiyaç duyulacaksa, bu benim özelliklerime, evet çok uyar. Ancak bu hususa hareket içindeki arkadaşlarla olduğu kadar bizim çekirdek kadromuzla yakınsamamız gerekir. Her halükârda yarışmaktan kaçınmam.
“Sorunları iyi okuyan CHP, tarih de yazar destan da”
Size göre CHP’nin iktidar olma şansı var mı, nasıl?
Neden olmasın? CHP, Cumhuriyet’in kurucu partisidir. Sorunları iyi okuyan, Türkiye’yi ve bölgeyi iyi anlayan, bunları Türkiye’ye akılcı, kişilikli, onurlu, görenekle barışık, emekten yana çözüm önerileriyle dokunmuş olarak iyi anlatan bir CHP, yine tarih de yazar destan da…
© The Independentturkish