Getting your Trinity Audio player ready... |
Bu yurdun varsıllıkları saymakla bitirilemiyor; doğal yapısı, coğrafi konumu, verimli toprağı, çalışkan insanı… bunların tümünü bir araya getirdiğinizde karşınıza olağanüstü bir “yaşam” çıkması gerekirken; ne dediğini bilmeyen, dünkü yaptıklarını unutan, nelere gereksineceğini kanıksayamayan, “yerli ürün” diyerek dışalım ürünlerini tüketen, temel tarımsal/ hayvansal ürünleri üretme yeteneğini yitiren, en önemlisi de bunlara “karşı” koyabilecek/ önleyebilecek seçenekleri arama uğraşı vermeyen bir toplum yapısına dönüştük!
Bir canlının toplumsal yaşamını sürdürebilmesi, topluma olan sorumluluğunu yerine getirebilmesi, “iyi yaşayabilmesi” için öncelikle “doyması” gerektiğini hep söyledik! “Doymayan” canlının hasta, cılız, salpa, verimsiz, dayanaksız olacağının bilimsel verilere dayanan yanı olduğunu belirttik! Ancak, “doyuyor musunuz” dediğimizde, içinizden geçenleri söyleme “sorumluluğundan” kaçındınız; neden?
***
Bakın, yaşamak bu değil! Bunun adı olsa olsa “yönetmeyi bilmeyenlerin verdiğiyle yetinmek” denir! Bunun en güzel yanıtını Yılmaz Güney “yetinen insan yaşamaz” sözüyle vermişti! Yaşıyorsan, solumayı yaşamak sanıyorsan, “yetinmeyeceksin”; o kadar!
Tüm bunlar, üstelik daha çoğu, dün belirlenen asgari ücretin ardından gittiğimiz “kurbanlık seçme” sırasında aklıma geldi! Bu “kurbanlık” denen hayvanların tamamı bu yurdun verimli otlaklarında büyüyebilir/ gelişebilir! Yurttaşlar “kurbanlıkları” sıkıntıya girmeden edinebilir! Çok ucuz fiyata tüm tarımsal/ hayvansal ürünler tüketilebilir, insanlar doyabilir; yanlış mıyım?
Bir tanıdık “danaya gireceğim, onikibin lira diyorlar” dedi, biz oldu/ bitti keçiciyiz; onbin lira dolayında… Asgari ücretin şu an sekizbinbeş lira, emekli aylığının yedibinbeşyüz lira olduğu bir dönemde onbin liraya “kurbanlık” olmaz/ olmamalı! Bu yurttaşlara yaşamı “zehir” etmek gibi bir şey! Düşünebiliyor musunuz, çocuklarınız var, konu/ komşularınız “kurbanlıklarını” almışlar, aralarında sizin “kurbanlık” almamak gibi bir “şansınız” yok! Adına ne “baskısı” derseniz/ deyin; borçlanacaksınız, zorlanacaksınız, geleceğinizin tutu altına gireceğini bilerek alacaksınız!
***
Sıkça “yerli tüketim” sözünü duyan olmuştur! Bu “ürünlerin” tamamının “montaj” olduğunu, dışalımla sağlanan girdiler yardımıyla önümüze getirildiğini öyle bir kamufle etmeyi başarıyorlar ki… Sütünü içtiğimiz ineğin samanı, etini/ yumurtasını yediğimiz tavuğun yemi, maydanozun gübresi, bahçe bitkilerinin tarımsal ilacı, tarla bitkilerinin tohumu, yediğimiz pilavın pirinci/ yağın mısırı, “kurbanlık” diye belirlenen küçükbaş/ büyükbaş hayvanları girdileri sanki “yerli” gibi…
Sizce de bu “yaşananlarda” bir yanlış yok mu? Komşumuz Yunanistan’la aramızda bir sınır var; bağırmadan sesimizi duyacak uzaktalar! Asgari ücret bizdeki gibi bir yapıda/ çoklukta/ yaygın olmamasına karşın 780 Euro, kırmızı et 13,4 Euro; bizde asgari ücret yaklaşıl yarısı, et de daha pahalı! Üstelik, ülkemizin her tür doğal/ coğrafi “farklılıkları” da olmasına karşın…
Yurttaşlara, yaklaşık bir “kurbanlık” ederinde asgari ücretle “enflasyon altında ezdirmedik, tüm olanakları zorladık, çok çalıştık” diyenlerin “iyi yönetemediklerini”, bununla birlikte “algıyla” günlerini gün ettiklerini düşünenlerdenim! Bakalım bu “bayram” için yine, hangi “yapmak istemediklerinin” dileklerini umursamaz biçimde yineleyecekler; hep birlikte göreceğiz!
220623