Getting your Trinity Audio player ready...
|
Dr. Öğr. Üyesi Girayalp Karakuş
Abdullah Öcalan hakkında pek çok şey yazıldı. Kimisi Abdullah Öcalan’ın MİT ile bir dönem işbirliği yaptığına yoğunlaştı, kimisi yabancı istihbarat örgütleri ile olan ilişkisinden bahsetti. Bu makalede Öcalan’ın yazdığı kitaplar üzerinden örnekler vererek kişilik analizi yapabilmeyi okuyucuya bırakmak istedim. Az irdelenen bir konu olduğunu düşünüyorum. Konu biraz da psikolojinin alanına girmektedir. PKK hareketi ile ilgili kafamı kurcalayan bir konu vardı. Nasıl oluyor da dünyanın en muhafazakâr halklarından olan Kürtlerin belli bir bölümü Marksist-Leninist bir hareketi destekliyordu? Bana kalırsa meselenin özü sosyolojik ve psikolojikti. Bizim gibi Ortadoğulu toplumlarda otoriteye boyun eğme vardır. Öcalan’ın üslubu da tam olarak hakimiyetçi bir anlayışın ürünüydü. Yani klasik Ortadoğulu liderler gibi.
Öcalan yazdıklarında farklı konulara da değinmiş. Örneğin; Kuantum fiziği ile ilgili görüşleri var. Özellikle hapishaneye girdiğinden bu yana daha çok okumaya kendini vermiş. Peki Öcalan neler okuyor? Murray Bookchin’den alıntılar yapıyor. Ekolojik toplumdan ve demokratik konfederalizmden bahsediyor. Frankfurt okulunun düşünürlerinin düşüncelerini dile getiriyor. Kimi zaman bir Dünya Sistem teorisyeni, kimi zaman da iktidar ve devlet eleştirileriyle “devlet karşıtı” bir düşünür gibi karşımıza çıkıyor. Leslie Lipson’un demokrasi tartışmaları onun esin kaynağı oluyor. Öyle ki 1999’daki mahkeme savunmasını bu düşüncenin üzerine oturtur. Sosyolog Anthony Giddens’ın “süreksizliğe dayalı modern tarih yorumu”na ilişkin analiz çerçevesini büyük ölçüde kullanıyor.(1) Yeni kavramlar kullanıyor. Hapishanede kanaat önderi gibi hareket etmeye çalışıyor. Kürt sorununun çözüm yerinin kendisi olduğunu düşünüyor. PKK üzerinde hâlâ bir etkisi olduğunu iddia ediyor. Ne derece doğrudur bilinmez ama düşünce yapısında sürekli olarak “biz” ve “onlar” imgeleri var. Kendisini mutlak önderlik olarak sunuyor. Toplumsal cinsiyetçilik ile ilgili Ortadoğulu birinden beklenemeyecek şekilde farklı düşünceleri mevcut. Kürt tarih tezi de bir dönem Türkiye’de konsolide edilmeye çalışılan Türk Tarih tezinin kopyası niteliğinde. Amacı Kürt halkına yönelik ulus bilincini aşılayabilmek. Önermelerinin ne derece bilimsel olduğu tartışılabilir. Okumalardaki Öcalan ile yakalandıktan sonraki Öcalan’ın söylemleri arasındaki farklılıkları analiz etmek gerekirse oldukça “pragmatist” bir kişilik karşımıza çıkar. Bilindiği üzere Öcalan yakalandığında devletle işbirliği yapmayı önermişti.
İşte Öcalan’ın kişiliğini analiz etmek için kendi kitaplarından aldığım örnekler…
“Beni kontrol altına almak mümkün değildir. Beni etkisiz bırakmak mümkün değildir. Çünkü en büyük etkileyen ben oldum.
Keşke biraz diğerleri gibi genç olsaydım da, yüklenseydim…
Kürt halkı büyük fedakârlığa kalkmış. Eskiden beş kuruş yardıma bile üşenirdi. Her şeyini sunuyor şimdi. Yine de beş para etmez diyorum. Daha değişik ve daha başka vermeleri lazım.” (2)
“Ben, ben olmayı kanıtladım. Bunu bu kadar şehidin emeğiyle yarattık. Şehitler en baştaki güçtür ve halk şimdi bana bağlıdır. Bu güç (ki yasalar, teoriler bunu söylüyor), bende cisimleşmiştir. Tanrısal dediğim olay da budur.” (3)
“Ortadoğu’da üçüncü destansı çalışmam, kadın özgürlüğüne ilişkin olanıdır.” (4)
“Kadın sadece bir kadın da değildi, on parmağında on marifet olan bir tipti. Acaba bu ilişkiden kaçsaydım, bu doğru bir tarz olabilir miydi veya kaçsaydım ne çıkardı? Sanıyorum PKK denilen olay bu biçimiyle gelişemezdi, mücadeleci PKK ortaya çıkmazdı.” (5)
“1978’in sonunda benim bilinen özgürlük eğilimim var. Özgürlük eğilimim hiçbir zaman kimsenin zincirine takmama eğilimini taşıyorum, hâlâ da öyleyim. Şimdi eğittiğim insanlar, benim özgürlük eylemimin dolaylı sonuçlarıdır. Mutlak özgürlük içinde yetişiyorlar. Benim oysa bu kadar özgür olma imkânım yok.” (6)
“Düşünün, THKO, THKP-C kökenliler sapır sapır dökülürken, arkadaşlarımı oldukça beslemiştim ve 1978’e kadar onları mükemmel büyüttüm de. Sonuçta neredeyse kimse kalmadı. Çıkışları bu ilişkiye dayanarak yaptırıyordum. Kendimi bağlamışım, örgüte çıkış yaptırıyorum. Benim yaşantım böyle. Elbette bunların beklentisi vardı. Kendimi onlara öyle dayatmışım ve öyle kabul ettirmişim ki, “işte bu önderdir, kontrol ediyor. Biz bunu tutarsak, Kürdistan’ı tutmuş oluruz” diyorlardı ki, doğrudur. Onların kanalıyla beni tutmak, Kürdistan’ı tutmaktır.” (7)
“Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa” adlı kitapta ise Öcalan, önderlik ile ilgili farklı görüşlerini belirtmektedir:
“Ben kendimi sevgi kaynağına dönüştürdüm. İlişki tarzı benimki gibi olan bir grup yoldaş daha olsa, gelişmelerin hızı nasıl olur? Arkadaşların çabalarını küçümsemiyorum, ama bana göre çabaları geri ve yetersizdir. Ben nereye gitsem tutku, coşku ve sevgi yaratıyorum. Gittiğim yerlerde “Her zaman savaşa varız, her türlü fedakârlığa hazırız” diyorlar. Bunu kişilik tarzım sağlıyor ve bu doğru bir tarzdır. Olduğum her yerde gönüller açılır, düşünceler netleşir ve gelişir. Güven sonuna kadar vardır ve insanlar kendini eşit ve özgür hisseder ve konuşurlar. Olumsuz olan her şeye karşı çıkabilir, güzel olan her şeyi talep edebilirler. Bu, güzel bir yaşama şekli, ilişki şeklidir. Eğer böyle değilsem bana yüklenin, “Kendini daha iyi savaştır, daha iyi örgütleştir, daha iyi sevdir” deyin, ben yaparım. Kaldı ki, tarzım da zaten budur. Kürt halkı Başkan Apo ile doğdu, O’nunla insanlığını, kimliğini, yaşamın, sevginin, adaletin, toprağın, tarihin anlamını öğrendi. Başkan Apo nasıl ki Kürt halkının binlerce yıllık tarihi yalnızlığını gördü ve bunu ortadan kaldıracak bir önderlik yarattıysa, Kürt halkı da son dört yıldır tarihin başlangıcında kendisine komplo yapanların soyundan gelen 20. yüzyıl komplocuları karşısında Başkan APO’yu asla yalnız bırakmayacağını göstermiştir. Benim özgürlüğüm halkın özgürlüğüdür.” (8)
Abdullah Öcalan’ın kendisini öven ve kendi kaderini Kürt halkının kaderiyle bir gören söylemleri çoğaltılabilir. Öcalan bir yandan kadın haklarının en önde giden savunuculuğunu yaparken ilerici bir konumda tutum sergilemiş ama bir yandan da bir kadınla ilişki yaşamasını davasının ilerlemesine engel bir faktör olarak yorumlarda bulunmuştur.
Son kertede Öcalan’ın kişilik yapısını çözümleyecek olan psikoloji alanında uzman kişilerdir. Ancak kendi kaderini Kürt halkının kaderi ile bir görmenin normal bir davranış biçimi olmadığı söylenebilir ama Öcalan’ın PKK içinde bu kadar güçlü olmasının ve kendisini vazgeçilmez görmesinin bir nedeni daha vardı. 1980’den 1999’a kadar ki sürede militanların silahından ayakkabısına kadar bütün araç-gereçleri Öcalan temin ediyordu. Özellikle Öcalan’ın Suriye ile olan bağlantıları çok güçlüydü dolayısıyla Öcalan’ın liderliği örgüt içinde tartışılmazdı. Örgüt içinde yükselmek için Öcalan’a mutlak sadakat şarttı. PKK var olabilmek için Öcalan’ın varlığı gerekiyordu. Bunu bilen Öcalan otoritesini kabul ettirebilmek için böyle bir üslup benimsemiş olabilir. (8)
Kaynakça
1) Çetin Gürer, Demokratik Özerklik: Bir Yurttaşlık Heterotopyası, Notabene Yayınları, Ankara, 2015, s. 159-161.
2)Abdullah Öcalan, Devrimin Dili ve Eylemi, Baskı:1, Weşanen Serxwebun, 1996, s. 18.
3)Age, s. 51.
4) Abdullah Öcalan, Toplumsal Cinsiyetçiliğin Özgürleştirilmesi, s. 35.
5) Abdullah Öcalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 121.
6) Age, s. 123.
7) Age, s. 123.
8) Bkz. Abdullah Öcalan, Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa (İmralı Notları), Weşanen Mezopotamya Yayınları, Köln, 2015. Mehmet Bedri Aluçlu, “PKK’nın Söylem Serüveninde Önderlik”, Akademik Hassasiyetler, S:14, 2020, .s 332.
8) Agm, s. 335.